Çevirmen Sabri Gürses, "Bugüne kadar Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Gonçarov dahil Rusça'dan 30'a yakın eser çevirdim. Fakat ilk göz ağrım Yevgeni Onegin. Onu defalarca çevirdim. Çünkü benim için Rus edebiyatı Puşkin demektir. Hangi yazarı çevirsem ondan bir iz buldum, onun sesini tekrar gördüm. Bilerek ya da bilmeyerek onun izinden gitmek zorunda kaldım" diyor.
Rus edebiyatının Türkçe'ye çevrilmeye başlanması, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerine denk düşüyor. 1800'lerin sonunda ilk olarak Puşkin, Turgenyev, Lermontov'un bazı küçük öykülerinin ve şiirlerinin Türkçe'ye çevrildiği ve önce İstanbul'da yayımlanan gazetelerde, ardından kitap olarak yayımlandığı biliniyor. Cumhuriyet dönemine kadar çoğunluğu Ahmet Mithat Efendi'nin davetiyle 1890'da Rusya'nın Kazan şehrinden İstanbul'a gelen ve "Madam Gülnar" olarak bilinen doğubilimci Olga Lebedeva tarafından yapılmış olan Tolstoy ve Puşkin çevirileri Türkçe'de yayımlanmış.
Cumhuriyetle birlikte 1928'deki harf devriminin ardından Türkçe'ye çevrilen yabancı edebiyat eserlerinin sayısı artarken özellikle Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde faaliyet gösteren Tercüme Bürosu öncülüğünde 1940'larda yapılan klasik çevirileri, dünya edebiyatının Türkçe'ye aktarılmasında bir dönüm noktası oldu.
Bu dönemde ortaöğretimini Rusya'da tamamladıktan sonra Türkiye'ye gelen Nihal Yalaza Taluy'un yanı sıra eğitim için gönderildiği Sovyetler Birliği'nde Rusça öğrenen Hasan Ali Ediz yoğun olarak Rus klasiklerini çevirdi. Aynı dönemde yine eğitim için Sovyetler Birliği'nde bulunmuş olan dünyaca ünlü Türk şair Nazım Hikmet, Zeki Baştımar ile Tolstoy'un Savaş ve Barış romanını birlikte çevirse de bu çeviride o dönemde cezaevinde bulunan Nazım Hikmet'in ismi yer almadı. Daha sonra Baştımar'ın birçok Rus klasik çevirisi yayımlandı.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde 1936'da kurulan Rus Dili Kürsüsü'nün ilk mezunlarını vermeye başlamasıyla buradan mezun olan Ataol Behramoğlu, Ergin Altay, Mehmet Özgül gibi isimler ‘ikinci kuşak' Rusça çevirmenleri olarak Rusça edebiyat eserlerini çevirmeyi sürdürdü. Ardından Mazlum Beyhan ve Ayşe Hacıhasanoğlu Rusça'dan Türkçe'ye edebiyat çeviri yapan isimler arasında yer alırken ‘son kuşak' Rusça çevirmenleri olarak adlandırılabilecek Sabri Gürses, Koray Karasulu ve Günay Çetao isimleri öne çıkıyor.
Gürses, Rusça'yı 1995 yılında, 23 yaşındayken, İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenmeye başlamış:
"Rusça öğrenmeye başlarken Rusça'nın büyüklüğü hakkında bir fikrim yoktu. Dili öğrendikten sonra geçmişte yaşadığı büyüklüğünü sürdürdüğü gibi gelecekte de büyüklüğünü sürdüreceğini gördüm. Rusça'nın bu kadar bitmek bilmez bir zenginliği olduğunu açıkçası bilmiyordum. İnsan yeni bir dile girdiği zaman yeni bir okyanusa giriyor; açıldıkça açılıyor, sonu gelmiyor gerçekten. İlla limanlar bulmak zorunda oluyorsunuz, bu limanlar da sanırım yazarlar oluyor. Bu açıdan şanslı oldum; Puşkin benim için ilk limanlardan biri oldu. Puşkin'in Türkçe'de birçok çevirisi olmasına rağmen Yevgeni Onegin'in çevrilmemiş olduğunu gördüm. Rusça'yı öğrenirken benim aklımda bu eseri tanımalı, öğrenmeli, bu eseri Türkçe'ye katmalıyım düşüncesi doğdu."
Yevgeni Onegin, 2003 yılında Türkçe olarak Ahmet Necdet ve Kanşaubiy Miziev'in çevirisiyle Everest Yayınları ve Azer Yaran'ın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı, ancak Gürses yine de Yevgeni Onegin'i çevirmekten vazgeçmemiş.
Rusça'dan Türkçe'ye çeviriye 1999 yılında başlayan Gürses, "Bugüne kadar 30'a yakın eser çevirdim. Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Gonçarov dahil pek çok yazardan çevirim var. Fakat ilk göz ağrım Yevgeni Onegin. Onu defalarca çevirdim. Çünkü benim için Rus edebiyatı Puşkin demektir. Hangi yazarı çevirsem ondan bir iz buldum, onun sesini tekrar gördüm. Bilerek ya da bilmeyerek onun izinden gitmek zorunda kaldım" diyor.
Sabri Gürses, kendi Yevgeni Onegin çevirisini şöyle anlatıyor:
"Yevgeni Onegin'i 2015 yılında çevirmeye başladım ve Nabokov'un yaptığı gibi ‘serbest çeviri' yolunu izledim. Serbest çeviri; yani kafiyeleri bir kenara ayırıp asıl olarak anlamı, şiirin özünü vermeye çalıştım, bunun için de Puşkin'in karakterini olabildiğince vermeye çalıştım. Fakat kanımca kafiyesi olmayan ama yine de kendi iç ahengi olan şiirsel bir çeviri oldu. Onun için çeviriyi, Rus kültürüne yabancı olan okurların yakınlaşabilmesi için dönemle ilgili resimler, tablolar, notlara yer verdim. Dolayısıyla Rus kültürüyle ilgili ne öğrendiysem aktarmaya çalıştım."
Gürses'in edebiyatla ilişkisi çeviriyle sınırlı değil. Çeviriye başlamadan önce yayımladığı şiirleri ve ‘Sevişme', ‘Boşvermişler Bir Bilimkurgu Roman Üçlemesi' gibi romanları bulunuyor. "Her koşulda ciddi bir edebiyat yapmak için insanın doğru dürüst Rus edebiyatı bilmesi gerekiyor. Suç ve Ceza'yı bilmesi gerekiyor, Raskolnikov'u tanımış olması gerekiyor, Ecinniler'i okumuş olması gerekiyor" diyen Gürses, Rus edebiyatının dünya edebiyatı ile ilişkisini şöyle anlatıyor:
"Aslında Rus edebiyatının, modern Avrupa edebiyatını yarattığını görüyoruz. Küçük küçük etkileşimler olduğunu zaten biliyorduk ancak arşiv ve tarih çalışmasına girince daha büyük bir etkisi olduğunu görüyoruz. Örneğin Virginia Woolf'un Dostoyevski ile bağı benim yakın zamana kadar dikkatimi çekmemişti. İlk dönemde İngilizce'ye yapılan Rus edebiyatı çevirilerinin İngiliz edebiyatını nasıl etkilediğini görünce şaşırtıcı şeyler ortaya çıkıyor. Cidden form olarak etkilemiş. Ama tabii karşılıklı bir etki bu. Örneğin Tolstoy'un hayatına bakınca, gidip evini görünce Charles Dickens, Emily Brontë gibi yazarları okuduğunu görüyor insan. Aslında oradaki edebi biçimin Rusça'ya taşındığını, sonra da bunun bu eserlerin İngilizce'ye, Fransızca'ya çevrilince Avrupa'ya geri döndüğünü görüyoruz."
Sosyalist bir aileden geldiğini ve çocukluğundan itibaren Rus ve Sovyet edebiyatı ile iç içe büyüdüğünü söyleyen Gürses, "Benim yazma ile ilişki kurduğum dönem Sovyetlerin çöküş dönemine denk geliyor. Ben tam Sovyetler çöktükten sonra Rus edebiyatına ve diline giriyorum. Ama üzerimde aileden gelme Sovyetlere yönelik bir ilgi var; orada daha eşitlikçi, daha adil, halkın yararına yönelik bir kültür olduğuna dair. Rus klasiklerini algılarken de biz öyle algıladık" ifadelerini kullanıyor.
Rusça'dan Türkçe'ye yapılan çevirilerde Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev gibi Rus klasikleri ağırlığı oluştururken Gorki, Blok, Şolohov, Ostrovski'nin eserlerinin de aralarında bulunduğu Sovyetler Birliği dönemi edebiyatı da büyük ölçüde Türkçe'ye çevrilmiş durumda. Ancak son dönem Rus edebiyatı ise Türkiye'de sınırlı ölçüde tanınıyor.
Gürses, 2000'lerin başında kendisi ve birkaç çevirmen arkadaşıyla ‘Sadece klasikler çevrilmesin, çağdaş Rus edebiyatını da tanıtalım' çabası içinde olduklarını ancak bunda tam başarıya ulaşamadıklarını anlatıyor: "Örneğin 2000'lerde Viktor Pelevin çevrilmiş ama İngilizce'den çevrilmiş. Tamam, tanıtmış oluyorsunuz ama aktarmış olmuyorsunuz. Biz yeni kuşak insanlarız, bunu yapabiliriz diye düşündük, Kayhan Yükseler'le, Koray Karasulu, Günay Çetao ile bir site kurduk. Herkeste bu istek vardı. Ama yayınevine gidince anlatmak zor oluyor. Onun İngilizce'ye çevrilmiş olup oradan referans alıp gelmesini bekliyorlar. Sonra zaman içinde şunu fark ettim; çağdaş Rus yazarları da aslında İngilizce'den, küresel onay alabilecekleri bir dilden onay alarak harekete geçmeyi öncelikli buluyorlar."
Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası edebiyat alanında da Batı'nın kültürel hegemonyasının baskın çıktığını ifade eden Gürses, "Kitapçılara bakınca da onu görüyorsunuz. Örneğin Rusya'da bir kitapçıya gittiğinizde Türkiye'dekiyle çok fazla ortak kitap olduğunu görüyoruz. Amerikan piyasasından gelen, eşzamanlı çevrilmiş kitaplar raflarda. Genelde piyasada bir standartlaşma eğilimi yüksek. O yüzden Rus yazarlar kendi kültürleri içinde de mücadele ediyorlar o raflara girmek, öne çıkmak, kendilerini tanıtmak için. Burada da öyle; yerli yazarlar kendilerini vitrinde göstermek için uğraşıyorlar. İki taraf da o anlamda sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Çok satan belli başlı isimler öne çıkıyor. Biz de bunun dışındakileri tanımakta zorluk çekiyoruz. Evet, çağdaş Rus edebiyatını çevirelim diye uğraştık ama sınırlı bir etkisi oldu. Fakat arada beklenmedik şeyler geliyor; ben şu yazarlar iyi diye bakıyorum, onları öneriyorum; sonra Alisa Ganiyeva diye beklemediğim bir isim çıkıyor. Beklemediğim kadar iyi bir edebiyatçı, teması, anlattığı şeyler ortak. Bunu bulmak, yakalamak gerekiyor. Evet, iki tarafta da eksiklikler var ama rastlantıları örtüştürebilirsek iyi eserler yakalanabiliyor. İsimden çok eğilimler, konular, temalar önemli" diyor.
Gürses, daha önce Türkçe'ye çevrilmiş Dostoyevski, Turgenyev, Tolstoy gibi isimlerin klasik eserlerinin bazılarını yeniden Türkçe'ye çevirmiş. Daha önce çevrilmiş bir eseri Türkçe'ye çevirirken "Yeniden çevirirsem bunda benim katabileceğim yeni bir şey var mı?" anlayışıyla hareket ettiğini şöyle anlatıyor:
"Benim ilk yeniden çeviri yaptığım kitap Beyaz Geceler oldu. Ben Beyaz Geceler'i Nihal Yalaza Taluy'un çevirisinden okumuştum. Klasiklerin yeniden çevrilmesi için yayınevlerinden öneriler geliyordu fakat ben yenileri çevirmek; Andrey Belıy, Mihail Bahtin, Yuri Lotman gibi yazarlara öncelik vermek istiyordum. Klasik çevirilerini reddederken bir gün şunu fark ettim; Beyaz Geceler'in Taluy çevirisini okuduğumda ‘Bu, Dostoyevski değil, burada başka bir şey var, bunu bir de ben yapsam nasıl bir şey çıkar acaba' diye düşündüm. O arada çeviribilim yüksek lisansı yapıyordum, onun etkisi de olabilir. O dönem doğum günüm yaklaşıyordu, kendime doğum günü hediyesi vermiş olurum diye düşündüm. Beyaz Geceler'i çevirdim ve daha önce okuduğumdan başka bir eser olduğunu gördüm. Eser romantikleştirilmiş, cümleler kısaltılmış, kolay okunur hale getirilmiş, temposu düşürülmüş. Ve gördüm ki bu yazar, o yazar değil. Ondan sonra yeniden çeviri teklifi geldiğinde ‘bunda benim katabileceğim yeni bir şey var mı' diye baktım. Yeniden bir şey katmayacaksa zaten yapmaması gerekir çevirmenin. Fakat içimden ‘onu ben de yapayım' dediğim şeyler oluyor."
Türkiye'de çeviride intihal konusu da son dönemde edebiyat çevrelerinde sıkça tartışılan bir konu. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı'nın okullar için ‘100 Temel Eser' listesi yayımlamasının ardından aralarında Rus klasiklerinin de yer aldığı klasik eserlerin çok ucuz fiyatlara satılan bazen çevirmen isminin yer almadığı, bazen de bir çevirmenin çevirisinin başka bir çevirmen ismiyle yayımlandığı biliniyor.
Çeviride intihal konusunu sıkça gündeme getiren isimler arasında yer alan Sabri Gürses, "Tek tek çevirilerin intihalinden öte kitlesel bir intihalle karşı karşıyayız uzun zamandır. Bir gün eski çevirilerin yeniden basımına bakarken okullara 100 temel eseri dayattılar, onun ardından piyasa patladı. Sonra bir gazete kampanya yaptı, o kampanyada kitabı aldım, birebir aynısı. Ondan sonra ağı incelemeye başladım, dehşet bir ağ. Aleni olarak piyasada piyasa aktörlerinin kimin nasıl yaptığını bildiği bir durumla karşı karşıyayız. Bunu durdurmanın yollarını bulamamışlar, ya da işler fazla çetrefil. Takma isimle basılmış bir intihal gazete tarafından dağıtıldığında bunu basanlar da biliyor. Gazete kampanyası sırasından çeviribilim sitesinde düzenli olarak bu intihalleri dile getirdik, daha sonra çevirmenler birliği olarak bu intihalleri ortaya koyduk. Orada yavaş yavaş alenen isim söyleyemeyeceğimizi söylediler; bunun markaya zarar vereceği gibi sorunlar çıkartacağını söylediler. Ardından yayıncılar birliği ve çevirmenler birliği olarak bir rapor hazırladık, orada raporu hazırlayanlar olarak isimleri ilan etmemiz gerektiğini söyledik fakat yine aynı çekinceyle karşılaştık. Daha sonra çevirmenler birliğine üye olmuş isim saptadım ben. Bunu yapan yayınevini alenen uyaramayacağımız söylendi. Şimdi yıllar sonra çevirmen arkadaşın kitabının başka yerde kopyası çıktı" diyor.
Özellikle çeviride intihalle mücadelenin zorluğuna dikkat çeken Gürses, "İşin özü, intihal benim yaralı bir alanım. Durdurmak için çılgınca mücadele ediyoruz. Kitlesel yapılan intihaller var. Şu anda diyelim bir kitap fuarı düzenlenecek, orada satılanlar var. 2-3 TL'ye satılan çeviriler var, çevirmen ismi bile yok. Ama bunu durduramıyoruz" ifadelerini kullanıyor.
Gürses ile çevirmenin çeviride tutumunun ne olması gerektiği, yazar-çevirmen ilişkisini de konuşuyoruz. "Benim görüşüm, bir başka dildeki eser, sadece yazarın değil çevirmenin de eseri. Yazar ve çevirmen orada yan yana duruyorlar. Çevirmenin olabildiğince yazarın yaptığı şeyi kendi dilinde yapabilmesi lazım. Orada biçim olarak, üslup olarak, his olarak neyi gördüyse okura bunu aksettirebilmesi lazım. Çevirmen, edebiyatçı olmasa bile edebiyatı, özellikle kendi edebiyatını bilmeli. Kendi dilinde ifade etme olanakları nereye varmış, kendi kalem gücüne sahip olabilmeli ki onu aktarabilsin. Yoksa bir makineye veririz, aynısını verir, o zaman bir sorun kalmaz. Çevirmen ve yazar yan yana durmalı ve çevirmen, yazarın yaptığını kendi dilinde yapmalı. Çevirmen kendini illa göstersin, öne çıksın gibi bir görüşü de savunmuyorum, ama aslında gerçekte olan şey o. Çevirmen perspektifinden baktığımda, örneğin Calvino'yu okurken doğru anlayabilmem benim için önemli. Onun ne dediği konusunda çevirmenin beni yanıltmaması lazım. Ama Calvino mu çevirmen mi ben onu düşünmemeliyim. O anlamda ikisi yan yana duran kişiler olmalı" diyor.
Sabri Gürses şu anda Tolstoy'un bütün eserlerinin Türkçe'ye çevrilmesi üzerinde çalışıyor. Tolstoy Yasnaya Polyana Müzesi ile ortak bir çalışmaya girdiklerini anlatan Gürses, "Tolstoy'un bütün eserlerinin Türkçe'ye kazandırılması üzerinde çalışıyoruz. Birkaç yıl içinde yaklaşık 33 cilt halinde Tolstoy'un bütün eserlerini Türkçe'ye kazandırmış olacağız. Daha önce dağınık olarak yayımlanmış eserleri külliyat halinde toparlayacağız" diyor.