Güney Asya, Hint alt kıtasının Britanya sömürgesi olmaktan çıkarken Hindistan'in Pakistan adıyla yeni bir ülkenin yaratılması suretiyle bölünmesinin 70'inci yıldönümünde geçmişini tartışıyor.
‘BRİTANYA SÖMÜRGECİLİĞİ KİN EŞLİĞİNDE SONUÇLANDI'
Süleyman Gündüz'e göre Hindistan-Pakistan ayrışması 20. yüzyılın en trajik olaylarından birisi. Farklı inançlardan olsalar bile uzun yıllar boyunca ortak tarih ve kültür coğrafyasını paylaştıklarını belirten Gündüz, bunun Britanya sömürgeciliğinin sona ermesiyle ayrışma ve kine dönüştüğünü vurguladı. Gündüz, tarihi olguları şöyle aktardı:
"Aradaki nefretin, Hindular ve Müslüman Birlik ve Kongre Partisi ile 1916'da İngilizlere karşı bağımsızlığı birlikte kazanma konusunda bir uzlaşma anlaşması imzalamalarına rağmen, efsanevi bir şekilde daha çok iki liderin, yani Gandhi ile Muhammed Cinnah'ın aralarındaki ilişki biçiminden kaynaklandığı söylenir. Müslümanlar Cinnah'ın tarafını tutarlar, Hindular da doğal olarak Gandhi'nin tarafındadırlar. Daha sonraki dönemlerde yazılan tarihlerde ortaya çıkmış olan belgelere göre aslında Gandhi'nin Hindistan'ın birliğini korumak ve Müslümanlar ile Hindular arasında yönetimin ortaklaştırılması gibi konularda yaptığı hamleler var. Nitekim bunlar zaman zaman Gandhi ile ilgili filmlere de konu oldu. Gandhi Cinnah'a 'Eğer problemin liderlikse, buyurun bağımsızlıktan sonra Hindistan'ın ilk lideri siz olun' der ama Cinnah hayallerinde Bangladeş, Keşmir ve Pakistan'ın bir bütünlük içinde olduğu bir devlet fikri beslenir. Çünkü nihai olarak 1789 Fransız Devrimi, ulusların kaderini çok fazla etkilemiştir. Özellikle imparatorluk kültürü üzerinde çok egemen olmuştur ve imparatorlukların dağılması çok sancılı olmuştur. Bahsedilen durumu bizde kendi tarihimizde yaşadık. Birlikte yaşama kültürü daha sonraları İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkmış bir kültür olarak nitelendirilebilir çünkü demokrasilerin daha egemen olduğu, farklılıkların bir zenginlik olarak algılandığı bir dönemdir."
‘GANDHİ CİNNAH'A ‘ASIL MÜSLÜMAN OLAN BENİM' DER'
Nihai olarak ulus devletlerin inşasını istemiş olan liderlerin statik, değişmez olan düşüncelerinin o ulusların birbirlerine karşı kin ve nefret içinde bir tarih oluşturmalarına sebebiyet verdiğini vurgulayan Gündüz, Hindistan'da yaşananları da liderlerden şu anekdotlarla anlattı:
‘BÖLGEDE ESAS ÇATI DİNDİR'
Ulus kriterleriyle bakıldığında Pakistan'ı bir ulus olarak tanımlamanın çok mümkün olmadığını çünkü ulus olmanın kriterlerini tamamlamadığını belirten Gündüz'e göre coğrafya üzerinde farklı bölgelerdeki esas çatıyı kuran asıl unsur din:
"Pakistan'ın kendi iç konumuna baktığımız zaman, da çok homojen bir yapı yok. Esas homojenlik sadece din üzerinde. Urduca ordu dili olarak ortaya çıkmış olan, içinde Türkçeden Farsçaya kadar, Orta Asya ve Hint kıtasının yerel dillerinin de karışımı olan bir dildir. Zaten Pakistan'daki Müslümanlar da kendi içlerinde ikiye ayrılıyorlar. Hatta birkaç mezhebi farklılığa sahipler Sünni Pakistanlılar, Şii Pakistanlılar, İsmaililer vs. olmak üzere ve böyle mezhebi farlılıklar çok fazla mevcut. Bengal ve Pakistan arasında esas çatının temeli sadece din olan bir unsurdur. Bengal de dâhil olmak üzere, Pakistan İslam Devleti'nin muhtemelen o dönemde düşüncesi şuydu; Pakistan ile Bangladeş arasında sınır bütünlüğü sağlanabilecek ve bu Keşmir ve Bhutan üzerinden sağlanmış olacaktı. Fakat daha sonra bölünme haritası hazırlandığında bunun çok olası olmadığı görüldü çünkü İngilizler 1885 tarihinde Keşmir'in yönetimini Hintli bir Mihrace'ye vermişlerdi. Ahalisi Müslüman olan bu yerin yönetimi Hintli Mihrace'deydi."
‘CİNNAH'IN KİBRİ YAHUT GURURU'
Bu tür ulusal durumlarda tarihin geçmiş döneminin getirdiği bagajlar olduğunu ve benzerinin Türkiye'de de görüldüğüne dikkat çeken Gündüz, şu izahatı getirdi:
‘EN UYGUN ÇÖZÜM ÇAĞA UYGUN ORTAK BİR MEDENİYET'
Bugün de İngiltere'den ABD, Çin, Rusya gibi ülkelerin ve bölge ülkelerinin farklı alanlarda Hintliler üzerinde hegemonik güçleri olduğunu ve bu durumun çatışmaları tetiklediğini ifade eden Gündüz'e göre birlikte var olabilecek bir Hintli-Müslüman medeniyeti bölge halklarının sorunlarına çözüm üretebilecek en mantıklı çözüm:
"Bugünkü gerilimin ana unsuru Çin-Hint gerilimidir. Bu gerilimin bir anlamda ortağı Pakistan oluyor çünkü Çinlilerin Bengal Körfezi'ne inebilmek için bir tren yoluna ve bir irtibat noktasına ihtiyaçları var ama bunu Hindistan'ın Bhutan'daki toprakları bölüyor. Dolayısıyla bu gerilim öte yandan bölgede Çin ile Hindistan arasındaki sınır uzlaşmazlığının sonuçlarının da bir uzantısı. Bu dolaylı sorunu nihai yönetimler kendi içlerinde aşabilirler ama geriye dönüp bakıldığında ‘Keşke Müslümanlar ile Hintliler ayrışmasaydı ve bugün o kıtada bu çağa uygun yeni bir medeniyet yaratabilirlerdi' dememek imkânsız. Bu görüşü paylaşan hem Hintliler, hem de Hindistan'da yaşayan Müslümanlar var çünkü bugün Hindistan'da bulunan bir milyar 500 milyon nüfusun içinde aşağı yukarı 300 milyona yakın Müslüman var. Bu Müslümanlar elbette çok sorunlu dönemler yaşıyorlar, bir kısım camilere, mabetlere yönelik saldırılar var. Hindistan ve Pakistan'da farklı inançlar arasında tehlikeli gerginlikler yaşanıyor ama Sovyetler Birliği dağıldığında Rusya Federasyonu çatısı altında kimi devletler birbiri ile çatışmadan bulunabilmişti. Belki Hint havzasında da Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Keşmir, Nepal, Myanmar bir çatı oluşturabilir. Afganistan'a kadar olan bütün bu bölge zaten Hint İmparatorluğu olarak anılıyordu. İngilizlerin bölgedeki yönetim biçimleri üzerine bu bölgedeki insanlar hem kabilevi unsurlar, hem klanlar hem de dini farklılıklar çerçevesinde ayrıştılar. Nasıl ki 20. yy imparatorluklar çağını sonlandırmışsa, 21. yy da sınırları anlamsızlaştıracak ve insanlar arasında zenginlik olarak kabul ettiğimiz dini, mezhebi, etnik farklılıkları bir zenginliğe dönüştürebilecek. Yaşadığımız iletişim çağı buna izin veriyor. Şimdiki kuşak ulus devletlerin, bu sistemin yapısını korumaya çalışıyor ve bunun üzerinden gerginlik üretiliyor. Artık bu bilgi akışının, paylaşımın ve bilgi kültürünün hızla ortaklaştığı, 20. yy ulus devletlerinin, kapitalizmin ortaya koyduğu değer sisteminin yavaş yavaş anlamsızlaştığı, paylaşmanın daha değer kazandığı bir çağda gelecek daha aydınlık ve özgürlükçü olacaktır. Bunu anlayabilen ve iyi değerlendirebilen ülkeler bu yüzyılın en dominant ülkeleri olacaktır. Özgürlüğü, eşitliği, adaleti, merhameti ve barışı önceleyen bir dil hâkim olacak."