ANKARA FARKI

Prof. Dr. Oyan: Nüfusun yüzde 60’ı milli gelirin 3’te 1’inden azını alıyor

Prof. Dr. Oğuz Oyan, TÜİK’in enflasyon verilerinin baz etkisiyle düşük gösterildiğini belirterek gerçek fiyat artışlarının halkın alım gücünü her geçen gün erittiğini söyledi. Ücretlilerin enflasyona ezdirildiğini dile getiren Oyan, “Gelir adaletsizliği derinleşiyor, üretim çöküyor, yük yalnızca emekçinin sırtına yükleniyor” dedi.
Sitede oku
Radyo Sputnik’te yayınlanan İsmet Özçelik’le Ankara Farkı programının konuğu İktisatçı, Prof. Dr. Oğuz Oyan oldu. Programda ekonomi gündemini değerlendiren Prof. Dr. Oyan, şunları söyledi:

‘Enflasyon rakamlarında manipülasyon var’

TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyonun baz etkisi nedeniyle düşük göründüğünü, aylık enflasyonun ise hala yüksek olduğunu söyleyen Prof. Dr. Oyan, bunun halkın gerçek alım gücünü perdelediği görüşünde:

“Enflasyon düşünce fiyatlar da düşer algısı yanlış. Enflasyonun düşmesi bir eğilim. Bir ay önce yüzde 35’ken şimdi 33.5 olunca düştü deniyor, ama aylık olarak bakarsak haziran ayında 1.37’ydi, şimdi 2.06 olduğunu görüyoruz. Aslında tahminin de altında geldi, 2.06 oldukça düşük. Enflasyon neden yıllıkta düştü? Çünkü baz etkisi var. Geçen yılın temmuz ayında 3.23’tü, bunun üzerinde gelse yıllıkta artış olurdu, ancak 3.23’ün epeyce altında geldiği için 35’ten 33 buçuğa gerilemiş gözüktü. Baz etkisi önümüzdeki aylarda da devam edebilir. Baz etkisi önümüzdeki 4 ay boyunca yıllıkta enflasyonu aşağı çekici bir rol oynayabilir. Aralık hariç. Geçen sene aralık ayında enflasyon yıllıkta düşük çıksın diye baskıladılar. Ocak ayında ise 5’in üzerinde çıktı. Bu, enflasyon farkları olmasın diye yapılan bir manipülasyon. Ama geçen yılın verilerine ve TÜİK’in bu konudaki ‘hünerine’ bakarsak öyle anlaşılıyor ki enflasyonu yüzde 29 bandına düşürebilecekler. Bu neyi ifade eder? Merkez Bankası’nın alt limiti olan yüzde 19 ile üst limiti olan yüzde 29’un ortalaması yüzde 24 olarak öneriliyor. Ama üst limit tutarsa da ‘limitin içinde kaldık’ diyebilirler. Ama bu hem manipülasyonları içeriyor hem de gerçek anlamda milletin satın alma gücünü iyice kısan bir etkisi var.”

‘Ücret artışları enflasyonu körüklemez’

Prof. Dr. Oyan, ücret artışlarının enflasyonda bir ‘körükleme’ etkisi yaratmadığını, aksine ücretlerin enflasyonun gerisinde kaldığını ve çalışanların ekonomik yükün büyük kısmını taşıdığını vurguladı:

“Temmuz’da maaşlar arttığı için bunun etkisi Ağustos’ta görülür. Ama 2 buçuğu geçer mi, onu göreceğiz. Burada ‘ücret artışı enflasyonu körükler’ diye bir şey söylemiyorum. Elbette bir etkisi olur, ama bu etki düşüktür. Çünkü ücret artışları enflasyonun gerisinden geliyor. Bu yılın ilk 7 ayı geçti, bu 7 ayın ücret farklarını yeni verdiler. Yani 7 ay boyunca çalışanlar enflasyona ezdirildi.”

‘Ekonominin yükü emekçinin omuzlarında’

Gelir adaletsizliğinin giderek derinleştiğini ve emekçi kesim üzerindeki baskının arttığını ifade eden Prof. Dr. Oyan, şunları kaydetti:

“Ekonominin yükü hep işçinin, memurun, emeklinin sırtına bindiriliyor. Bu kesimlerin milli gelirdeki payı nedir? Nüfusun en düşük gelirli yüzde 20’sine baktığımızda yüzde 6 civarında bir milli gelir payına sahip; ikinci yüzde 20’ye baksak orada da yüzde 9 civarında bir pay çıkıyor. Yani nüfusun yüzde 40’ı çok küçük bir kısmını alıyor. Öbür tarafta ise yüzde 84’ü alan bir kesim var. Onların da bir bölümünü kısıyorlar, bunlar üçüncü yüzde 20 dediğimiz bir kesim. Sonuç olarak nüfusun yüzde 60’ı milli gelirin 3’te 1’inden azını alıyor. Ama bütün baskı bu kesim üzerinde kuruluyor. Bu da ücretleri sınırlandırarak ve geniş halk kesimlerinin borçlanma imkanlarını daraltarak yapılıyor.”

‘Sanayide gerileme yaşanıyor’

Prof. Dr. Oyan, sanayide kapasite kullanım oranlarının ve üretim hacminin düştüğünü, bunun düşük gelir seviyeleri ve talep eksikliğinden kaynaklandığını söyledi:

“Sanayide kapasite kullanım oranından tutun üretim kapasitesine kadar bir gerileme olduğu doğru. Bu uygulanan program ile ilgili. Sadece ücret meselesi üzerinden değil, talep eksikliği üzerinden de gelen bir şey. Gelir seviyeleri çok düşük olduğu için talep eksikliği var. Bir taraftan talebi baskılıyorsunuz, öbür taraftan da sanayicinin kredi alıp yatırım yapmasını bekliyorsunuz.”

‘İhracat zorlaştı, ithalat cazip hale getirildi’

Prof. Dr. Oyan, Türkiye’nin özellikle tekstil sektöründe ücret ve kur baskısı nedeniyle ihracatta zorlandığını, ithalatın ise çoğu sektörde kolaylaşarak cari açığın büyümesine yol açtığını anlattı:

“Özellikle emek yoğun sektörlerde ücret ve kur baskısı daha fazla. Tekstil sektörü olarak söyleyebiliriz. Türkiye’nin lokomotif sektör olarak hala tekstili görüyor olmasında bir sıkıntı var. Türkiye’nin tekstilin lokomotif olduğu bir ekonomik yapıdan kurtulması gerekiyor. Çünkü tekstilde çok düşük ücret düzeylerinde ülkeler rekabet ediyor. Bangladeş’ten, Vietnam’a bir yığın ülke var. Dolayısıyla orada rekabetçi olmak için sizin asgari ücreti ortadan kaldırıp sefalet ücreti açıklamanız gerekecek. Tabii kur meselesi de etkili. Özellikle tekstilde düşük kâr marjlarında rekabet ediyorlarsa bu ikinci faktör olarak önemli. Hala doların bulunduğu yer olması gereken yer değil. Türk lirasındaki dövize karşı değer kaybı enflasyonun altında oluyor. Bu da tabii ithalatı cazip kılıyor, ihracatı düşürüyor. O nedenle otomotiv ithalatı durdurulamıyor. Bu nedenle de ÖTV artırılıyor."

‘Türkiye ekonomisinde 'dışa kanama' var’

Yabancı sermayenin yüksek faiz garantisiyle Türkiye’den para çektiğini, bunun ekonomide ‘dışa kanamaya’ neden olduğunu ve sürdürülebilirliğin zayıfladığını kaydeden Oyan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye ekonomisinde dışa kanama var. Yabancı sermaye bir yerden düşük faizle kredi alıp Türkiye’ye gelip devlet tahviline bil yatırsa yüzde 45’lerde, pazarlık etse yüzde 55’lerde faiz alıyor. Üstelik de ona şu garanti veriliyor; ‘Türk lirasının değerini sabit tutacağız. Enflasyon yüzde 30 olacaksa ben yüzde 20’de tutacağım. Yani sen paranı tekrar dolara çevirdiğinde kaybetmeyeceksin, tam tersine kazanacaksın’ deniyor. Böyle dışa kanayan bir ekonominin kurtulma ümidi yok. Bütün meselesi o yılı kurtarmak. Halının altına süpürmekle meşgul bir ekonomi anlayışı var. Şu anda Şimşek’in yaptığı o.”

‘25 yıldır tarımın altı oyuldu’

Prof. Oyan, tarım sektörünün uzun süredir ihmal edildiği, desteklerin azaldığı ve çiftçinin zor durumda olduğu, acil yapısal reformların şart olduğu görüşünü belirtti:

“Tarımdaki durum kötü. Çünkü çeyrek yüzyıldır tarımın altı oyuldu. 2000 yılından itibaren tarıma dönük destekleme kurumları tasfiye edildi, tarıma dönük girdi üretimi bitirildi, tarıma dönük iş yapan kamu iktisadi teşebbüsleri özelleştirildi. 2006’da ‘milli gelirin yüzde 1’ini tarıma destek vereceğiz’ diye bir tarım kanunu çıktı. Ama bunu hiç uygulamadılar ve giderek de azalttılar. Binde 2 dolayında gerilemiş vaziyette, yani 5’te 1’ini veriyorlar. Desteksiz kalmış çiftçi de bankalardan kredi alıyor. Krediyi de ipotek karşılığı alıyor. Bankalar şimdi arazi zengini hale geldi. Bu durum tüketiciye de yansıyor. Tarımda yaş ortalaması 57’yi geçti. Buna çözüm için sosyal güvenliği daha garantili bir hale getirilmeli, çiftçilerin zarar etmeyeceği koşullar hazırlanmalı, köylerde hayat standardı yükseltilmeli. Yeni kamu iktisadi teşebbüsleri oluşturmak lazım ya da satılanların bir bölümünü geri almak için harekete geçmek lazım. Bu şekilde büyük bir dönüşüm gerekli. Çiftçiyi toprakta tutmanın yolunu bulmak lazım.”

‘CHP kararsız, dönüşmesi lazım’

Prof. Dr. Oyan, CHP’nin izlediği politikayı ise şöyle eleştirdi:

“CHP’nin yaptığı bir tercih. Ekonomiyi eleştirmiyor değil. Ama sadece ekonomi üzerinde duramaz. Ekonomiye ağırlık vermesinin şöyle bir handikapı var; kendini bir sınıf pozisyonuna sokması gerekiyor. ‘Asgari ücret artsın’ demekle olmuyor. Hangi kaynaklarla sağlanabileceğini de söylemeli. Mesela sermayenin vergilendirilmesi üzerinden kaynak sağlanabileceğini çok açık söylemesi lazım. Bunu söylediği zaman sermaye kesimini karşısına alacağından ürküyor. CHP iki kesimi birden idare etmeye çalışıyor. Burada fazla adım atamıyor. Milletvekili saflarında da daha inandırıcı olmak için daha fazla ücretli kesimi bulundurmak lazım.”

Yorum yaz