Lübnan’da ekonomik OHAL ilanı eşliğinde geçen ay patlak veren kitlesel gösteriler dinmek bilmiyor. Başbakan Saad Hariri’nin istifasıyla mezhep dengeleri üzerine oturan siyasi sistem yine sancılı bir döneme girerken, bütün dikkatler gösterilerin meşruiyetini teslim etse bile, siyasi yapı ile oynayacak bir ‘maceraya’ girmek istemeyen Hizbullah hareketine çevrildi. Lübnan’daki krizde, ABD yönetiminin Hizbullah’ın koalisyon ortağı olması nedeniyle bankalara uyguladığı yaptırımlar ve ülkeye yardım musluğunu kesmesinin de etkisi bulunurken, Beyrut’ta Hizbullah ve yıpranmış siyaset elitlerinin ne gibi adımlar atacakları merak konusu.
Gelişmeleri İstanbul Gedik Üniversitesi'nden Dr. Selim Sezer ile konuştuk.
‘Ortadoğu’da her yerel güce İran’ın vekili denilmesi sıkıntılı’
“Birkaç yıl içerisinde özellikle sadece Lübnan değil Irak, Yemen ve başka ülkelerde de yürütülen tartışmalar, yapılan analizler ya da politik söylemlerde İran meselesinin ön plana çıktığını görüyoruz. Keza 2011’den beri devam eden Suriye savaşı için de aynısı geçerli. Bölgedeki pek çok aktörün İran’ın vekil gücü olarak tanımlandığını görüyoruz. Bu tür söylemlerin sıklıkla aslında ülkelerdeki yerel aktörlerin toplumun geniş kesimlerine dayanan ve bu ülkelerin toplumların kendi içerisinden çıkarmış olduğu aktörler olduğu göz ardı ediliyor. Örneğin Yemen’den bahsederken 2015 senesinden beri süren bir Suudi Arabistan ya da Birleşik Arap gücü işgali ve 4 yıldan fazla devam eden bir savaş süreci tamamen İran’ın vekil gücü Husiler ya da Ensarullah hareketi tanımlamaları üzerinden tartışabiliyor. Oysaki bu hareket İran tarafından üretilmiş var edilmiş, Tahran’da birtakım fabrikalardan mal edilerek Yemen’e gönderilen insanlar değil on yıllardan beri Yemen’de var olan geniş bir toplumsal tabana dayanan tamamen Yemenli olan bir hareket. Ama aynı zamanda İran’dan da siyasi olarak ideolojik olarak da, belki başka yöntemlerle de askeri destek vb. şeyleri göz ardı edebilir durumda değiliz, destekleyen ama nihayetinde egemenliği olan güçler. Irak’taki Haşdi Şaabi için de İran’ın vekil gücü olarak tanımlanıyor. Ancak içindeki unsurlara bakıldığında sadece Iraklı Şiiler de değil farklı mezheplerden farklı inanç gruplarından hatta farklı etnik topluluklardan insanların yer aldığı çok geniş bir koalisyondan bahsediyoruz aslında Haşdi Şaabi dediğimizde. Bunun içinde onlarca farklı grup var. Belki Şii olanları gerçekten biraz daha fazla ağırlık basıyor. Ya da İran’dan belli düzeyde Husiler örneğine benzer şekilde destek görüyor. Ancak bunların hepsi tamamen Iraklı yerel unsurlar ve aynı zamanda Irak yasaları dahilinde belli bir kurumsal çerçevesi olan aynı zamanda aslında orduyla paralel bir şekilde faaliyet yürüten yani resmi bir hüviyet sahibi olan bir oluşumdan bahsediyoruz.”
‘Taifçi sistemin kökleri Fransız mandası hatta Osmanlı’ya gidiyor’
Sezer, mezhepçi bakışın Lübnan için geçerli olduğunu belirtti. Örneğin Lübnan Hizbullah’ın kuruluşundan itibaren ‘kuşandığı’ özellikleri anımsatan Sezer, bunların bizzat Lübnan’ın iç meseleleriyle şekillendiğini vurguladı. Sezer, mezhebi ayrımlara dayanan ‘taifçi sistemin’ ise Lübnan iç savaşından da çok önce Osmanlı ve Fransız sömürgeciliğinden bu yana değişmediğinin altını çizdi:
“Lübnan için de benzer bir durum geçerli. Hizbullah’ın kuruluş ve ortaya çıkışına baktığınızda İran İslam Devriminden kısa süre sonra ortaya çıkmış bir oluşum. 1979 İran İslam Devrimi ve bu tarihte hâlihazırda devam etmekte olan Lübnan iç savaşı vardı. Sonrasında 1982 Sabra ve Şatilla katliamından kısa bir süre sonra ortaya çıkmış, özellikle 1985’lerden itibaren faaliyet alanını genişletmiş bir oluşum. Kuruluşunda İran’ın ideolojik yönlendirmesinin yanı sıra bir siyasi desteğinin olduğu bir gerçeklik olmakla birlikte Irak ve Yemen örneklerine benzer şekilde Lübnan’ın aslında kendi toplumunun özellikle güneydeki Şii toplumundan beslenen bir hareket. Geçmişten beri güney Şiilerin içinde yer aldığı çeşitli siyasi oluşumlar vardı. Emel hareketi bunlardan bir tanesiydi ya da 1960-72 yıllarına baktığınızda enteresan görülebilir bir şekilde Lübnan Şii nüfusunun önemli bölümünün sol grupları desteklediğini de görürüz. Çünkü hem genel sosyoekonomik tablo içerisinde nüfusun en alt kesimlerine düşüyor Şiiler. Özellikle Beyrut’un banliyölerine sonradan göç eden Şiiler ya da güneydeki nüfusa baktığımızda alt sosyal sınıflara denk düşen ve aynı zamanda Fransız mandası döneminde kurulan sistemin işleyişi içerisinde en fazla kendisini sistemin dışında bulmuş bir iktidardı bunlar. Bu yüzden de 60’lar ve 70’lerde sol ve Marksist grupları desteklediklerini görüyoruz Şiilerin önemli bölümünün. Daha sonra Lübnan iç savaşının kendi iç dinamikleri içerisinde İran İslam Devriminin de yönlendirmesi, ilham teşkil etmesiyle 80’li yılların ilk yarısında kendisini Lübnan İslami Direnişi olarak tanımlayan Hizbullah oluşumu ortaya çıkmıştı.”
‘Hizbullah Lübnan’ın gerçekleriyle yüzleşince…’
Selim Sezer, Hizbullah’ın geçirdiği süreçlere atıf yaparken, hareketin ilk kurulduğu dönemlerden farklılaşan noktalara geldiğini de kaydetti. 1982’de Lübnan’da asıl meselenin İsrail işgali olduğunu anımsatırken, Hizbullah’ın hem bu işgali bitirmek hem de İslam devleti kurmaya odaklandığını belirten Sezer, Lübnan’ın gerçekleriyle yüzleşilince ikinci iddiadan önemli ölçüde vazgeçildiğini söyledi.
‘Direniş cephesi sadece Hizbullah yahut İran değil bölgede ittifaklara gidebilen bir koalisyon’
Dr. Sezer, diğer yandan Hizbullah’ın kendisini bölgesel düzeyde ABD ve İsrail’e karşı direnişin cephesinde tanımladığını da anımsattı. Ancak bu cephede sadece Hizbullah’ın bulunmadığını belirten Sezer, geçmişte ittifak edilen Hamas gibi Müslüman Kardeşler çizgisiyle Suriye savaşında Batı ile aynı pozisyonu paylaşmaları nedeniyle kopmalar yaşanmasına dikkat çekti. Sezer’e göre ‘direniş cephesi’ diye anılan mefhum da ‘Ortadoğu’nun pek çok bölgesine yayılmış, bir biçimde aslında ideolojik ve siyasi liderliğini İran’ın yaptığı fakat ülkelerin kendi toplumsal dinamikleri içerisinde üretmiş olduğu oluşumlardan meydana gelen bir koalisyon’:
“Diğer taraftan da kendisini bölgesel düzeyde direniş cephesi olarak adlandırılan hattın bir parçası olarak tarif ediyor. Bu hat esasen İsrail-ABD ve diğer dış unsurların bölgeye yönelik müdahaleleri, işgal vb. girişimlerine karşı güçlü bir direniş oluşturmak. Bu aslında 4 temel noktadan oluşan bir hat diyebiliriz; İran, Suriye yönetimi, Lübnan’da Hizbullah ve dördüncü olarak Filistin direnişi ve esasen İslami cihat. Geçmişte aslında Hamas da bu hattın bir parçası olarak tanımlanıyordu, fakat Suriye savaşındaki bir süreçte durumlar önemli ölçüde farklılaşmaya başladı. Her ne kadar Hamas resmi bir düzeyde Suriye savaşının bir parçası olmadığını ve tarafsızlık çizgisinde olduğunu ifade etse de Hamas’ın birtakım yerel kolları ya da tabanından pek çok kişinin Suriye iç savaşında bilfiil yer aldığını ve Şam hükümetine karşı aktif olarak savaşa girdiğini görüyoruz. Bu Hamas-Hizbullah ilişkilerini de Hamas-İran ilişkilerini de önemli ölçüde yıprattı. Hatta geri dönüşünün olmayacağı yorumları da yapılıyordu. Son bir iki yılda biraz daha toparlanma, eski ilişkileri restore etme yönünde bazı girişimler olmakla birlikte bu zaman alacaktır, tarafların karşılıklı güven inşası oluşturması çok kolay olmayacaktır. O yüzden daha çok sistemli cihat veya Filistinli sol gruplarla birlikte ilişkisi devam ediyor. Bu hattın içerisinde yavaş yavaş bölgedeki farklı ülkelerde de ortaya çıkan biraz önce bahsettiğimiz türden oluşumlar da geniş haliyle direniş cephesinin parçası olarak tanımlanır. Yani Ortadoğu’nun pek çok bölgesine yayılmış, bir biçimde aslında ideolojik ve siyasi liderliğini İran’ın yaptığı fakat ülkelerin kendi toplumsal dinamikleri içerisinde üretmiş olduğu oluşumlardan meydana gelen ve sadece Şiilerle değil farklı kesimlerle de hareket eden, ittifaklar yapan ya da kendi içerisine bilfiil alan geniş bir ittifak ya da koalisyondan bahsetmiş oluyoruz.”
‘Taife sisteminin değiştirilmesi pek mümkün görünmüyor, protestolara yön veren aktörlerin temel hedefi de bu değil gibi’
Sezer Lübnan’daki kitlesel gösterilerde ilk kez ‘ulusal kimlik’ etrafında bir duruş varmış gibi göründüğünü vurgularken, kökleri Fransız mandası ve hatta Osmanlı’ya uzanan taifeci sistemin değiştirilebilmesini ise pek mümkün görmüyor.
‘Hizbullah açısından ortada bir açmaz var’
Sezer, Lübnan’daki protestolarda ise sokaktaki kitlenin genel olarak bütün siyasilerin tasfiyesini dile getirseler bile yönelimin özellikle Hizbullah karşıtlığına evrildiği görüşünü dile getirirken, hareketin de bu durumun farkında göründüğünü belirtti. Sezer’e göre Hizbullah açısından ortada bir açmaz var:
‘Hizbullah bu açmazda eylemsizliğe yönelebilir’
Sezer, Hizbullah hareketinin Lübnan’da kendini bulduğu yeni açmaz halinde neyi tercih etse risklerden etkileneceği görüşünde. Hareketin bir yandan protestoların ‘meşruluğu’ temasını işlerken kendi taraftarlarını sahadan çekmesine atıf yapan Sezer, diğer yandan ‘hükümetsizliği’ de tercih edilebilir bulmadığını anımsattı. Hizbullah’ın şu anki statükoyu tercih edeceğini belirten Sezer, ancak sokaklarda ortaya çıkan durumun da kendi meşruiyetinin altını oyduğunu vurguladı. Sezer Hizbullah’ın kendisi için risk barındıran ve sahip olduğu bazı siyasi ve askeri kazanımları kaybetmeyle sonuçlanacak eylemlere girişmek yerine bir nevi ‘eylemsizlik sürecine’ girebileceği görüşünde:
“Aslında hangisi tercih edilirse edilsin, birtakım dezavantajları beraberinde getirecek. Şu ana kadar son iki haftalık süre içinde aldığı tutum da aslında bununla açıklanabilir geliyor. İlk 7 günde Nasrallah’ın söylemleri ya da benzer şeylere bakıldığında bu protesto gösterilerinin sebebi olan yolsuzluk ve benzeri meselelerin sıklıkla vurgulandığı, göstericilerin talebinin tümüyle meşru bulunduğu ve desteklendiği teması varken, daha sonra kendi taraflarını gösterilerden çekme çağrısına dönüştü. Ama bu aynı zamanda net bir karşıtlık biçimini de almadı. Emel hareketinin biraz daha somut bir şekilde sokağa karşı tavır aldığını görüyoruz. Ama Hizbullah henüz böyle bir şeye de girmedi. Çünkü gerçekten de bir anlamda tam ortada durmasını gerektiren bir durum var. birazcık Hizbullah’ın hareket alanını kısıtlıyor. Her durumda şu anda bir hükümetsizliği tercih etmeyecektir diye düşünüyorum. iki sebepten ötürü; bir, gerçekten de Lübnan’ın uzun sürecek bir hükümet krizine girmesi ki yakın yıllarda zaten bu oldu. başbakanın 8 ay seçilememesi, 2 yıl cumhurbaşkanı seçilememesi gibi şeyler çok ciddi sorunlar üretti. Şu anda yaşanan ekonomik krizin de birazcık kendimizi burada buluyoruz. Hem böyle bir şeyi tercih etmeyecektir hem de şu andaki denklemin içerisinde bakıldığında meclis başkanı müttefik olan emir hareketinden, cumhurbaşkanı yine bir diğer müttefik olan Mişel Avn, hükümet içerisinde kendi varlığını sürdürüyor ve aynı zamanda silahlarına dokunulmuyor. Dolayısıyla şu andaki statüko aslında Hizbullah’ın elbette tercih edeceği bir statüko. Kendileri bakımından tamamen anlaşılır bir şey. Ama bu statükoyu savunmak adına doğrudan sokağa karşı tavır almak da Lübnan’dan çok ciddi kesimleri karşısında ciddi bir meşruiyet yitimine ve şu andaki kendisini gösteren rahatsızlıkların doğrudan doğruya Hizbullah karşıtlığı halini almasına sebep olacaktır. O yüzden çok net olmayan birtakım tutumlar almak ya da birtakım orta yol olarak adlandırabileceğimiz bazı şeylere girişmek ya da eylemsizlik olarak adlandırabileceğimiz sürecin gelişmesini bekleyecek şekilde net bir tutum almama yoluna girmeyi tercih edecektir. Çünkü ortaya koyduğumuz bütün senaryolar Hizbullah için risk barındıran ve sahip olduğu birtakım siyasi, askeri kazanımları kaybetmesiyle sonuçlanma potansiyelini barındıran senaryolar. Bütün bunları dikkate aldığımızda da ihtiyatlı davranması kendileri bakımından anlaşılır olduğunu düşünüyorum.”