26 Mart'ta gerçekleşen ve Tusk'ın da vurguladığı üzere ‘somut anlaşmaya varılamayan' zirveyi uzmanlar Sputnik'e değerlendirdi. Sputnik'e konuşan Doç. Dr. Can Ünver, Avrupa Birliği'yle ilişkilerin bir süredir iyi gitmediğine, hatta ilişkilerin iyi gittiğine inanılan 2004-2005 yıllarında bile Türkiye karşıtı aykırı seslerin yükseldiğine işaret ederek "Avrupa cenahı bu süreci sürüncemede bırakmak için hiç bir fırsatı ellerinden kaçırmadı. İşlerin iyi gitmeyeceğine yönelik en büyük işaret, Kıbrıs Rum Kesimi'nin 2004'te Avrupa Birliği'ne kabul edilmesiydi. Türkiye'yi karar verme mekanizmalarında önleyecek bu aktörü de bünyelerine dahil etmiş oldular. Bu, süreci yürütmeye niyetleri olmadığına işaret eden önemli bir göstergeydi" dedi.
AB açısından Türkiye'den vazgeçmenin bir hayli zor olduğuna işaret eden Ünver "Türkiye'nin AB'ye girme iradesi, son yıllarda moral bozukluğuyla zarar görmüş olsa da; Türkiye bu zirveyle AB'den vazgeçme niyeti olmadığını ortaya koydu. Zira Türkiye AB'ye ‘Bizden vazgeçeceksiniz, siz vazgeçin' şeklinde yaklaşıyor. Ancak AB, Türkiye'den vazgeçmekte zorlanır. Çünkü Türkiye, önemli bir aktör ve bu önemi son günlerde gerek Rusya ile olan ilişkileri gerekse Afrin harekatı başta olmak üzere kendini bölgesel bir güç haline getiren hamleleri dolayısıyla daha da çok artıyor" dedi ve şöyle devam etti:
"Dolayısıyla Avrupalıların ‘ne umdurma, ne öldürme' taktiği kabul edilebilir olmasa da Nisan 2017'den beri ilk defa üst düzey bir temasta bulunulan bu zirvenin yapılabilmesi bile AB'nin (süreci) ‘öldürme' noktasından uzaklaştığını gösteriyor."
AB üyesi ülkelerinin Türkiye'ye yönelik farklı turum ve tavır içerisinde olduğuna işaret eden Ünver "Fransa, Sarkozy'den sonra pragmatist bir tutum içerisinde gibi gözüküyor. Başta Avusturya ve Almanya olmak üzere Türkiye'ye karşı net tutumu olanlar var. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Almanya ne diyorsa onu yapıyor gibi görünüyor. Almanya'da ise Merkel koalisyon protokolüne bile Türkiye'yle ilgili hükümler ekletti, ki bu protokol çok da vaka-ı adiye değil. Bütün bunlar hem Türkiye'nin hem önemine işaret ediyor hem de AB-Türkiye ilişkilerine Avrupa ülkelerince nasıl yaklaşıldığına…Gümrük Birliği konusunda haksız yere Hollanda'nın yarattığı sorunlar var. Çok dürüst bir tutum içerisinde değiller. Buna benzer bir tutumu da Kıbrıs'ın güneyindeki doğalgaz alanlarını Güney Kıbrıs'a ait gibi gösterirken de sergilediler. Avrupa Birliği'nin 'Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ege'deki yasa dışı faaliyetlerinin durdurulması gerek' şeklindeki açıklaması da tam bir skandal niteliğindeydi. Kendi sularımızda yaptığımız tatbikatın nesi yasa dışı? Kısacası siyasileşmiş bir AB ile karşı karşıyayız ancak bu siyasileşmenin kendilerine de bir faydası yok. Çünkü AB'nin Türkiye olmaksızın dünya aktörü olması zor görünüyor" dedi.
‘VİZE SERBESTİSİ GELMESİN DİYE AB 73. VE 74. KRİTERİ DE GETİRİR'
AB'nin Türkiye'ye emsali görülmemiş zorlukta taleplerle geldiğine işaret eden Ünver "Vize serbestisi için bile 72 kriterle geldiler. 72 kriter nedir? Böyle bir talepname hangi ülke için söz konusu oldu? Doğu Avrupa ülkelerine birliğe üye olmadan vize serbestisi koymuşlardı. Bırakın Avrupa'yı, başka coğrafyalara bile vize serbestisi getiriyorlar. Serbest dolaşımı hep farklı bahanelerle reddettiler. 1986'da başlayacaktı bu serbest dolaşım. Bu yüzden biz alışığız, AB'nin bu geri adımlarla kendi kalesine gol atmasına. Vize konusunda umutlu değilim. Bu 72 kriter karşılansa bile başka kriterler de eklenecektir; 73. ve 74.'sü…"dedi.
AB'nin son derece büyük bir çifte standart içerisinde olduğunu savunan Ünver "Katalonya lideri Carles Puigdemont göz altına alındı. İspanya'yı bölmek isteyen birisi göz altına alınırken; Türkiye'yi bölmek isteyenler Avrupa'da baş tacı ediliyor. Artık şaşırtıcı bir yanı bile kalmadı. Almanya'da son 2-3 haftada 40 camiye saldırı yapıldı. Bunlara ses çıkarmak şöyle dursun, neredeyse bu eylemleri meşrulaştırıyorlar. Kısacası, insan hakları konusunda kimsenin eli çok iyi değil. Bunu enstrüman haline getirip, ortaya döktüğünüz zaman birileri çıkar ‘siz önce kendinize bakın' der.
Konuya yönelik değerlendirmede bulunan bir diğer isim ise Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Milli Savunma ve Güvenlik Enstitüsü Eş-Direktörü ve AB Uzmanı Tolga Sakman oldu. Sakman "Türkiye-AB Liderler Zirvesi'nin aşağı yukarı hangi konular çerçevesinde seyredeceğini tahmin ediyorduk ve bu çerçevenin çok dışına çıkılmadı. Bir süredir Avrupalı liderlerin sıklıkla dile getirdiği konular üzerine görüşmeler yapıldı. Uzunca bir süredir durma hatta bitme noktasına gelen ilişki ve müzakere süreci üzerine yapılan toplantının içeriğinden önce varlığı bile dikkat çeken bir gelişme. Hatırlarsanız bu zirvenin iptali bile gündeme geldi bir süre önce. AB Konseyi Başkanı Tusk'ın somut bir çözüme ulaşılmadığını tek seferde söylenmesi biraz hayal kırıklığının ifadesi olabilir. Ama bu kadar gergin başlayan bir toplantının hızlıca çözüme gitmesi, Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu iç ve dış dengeleri bilenler için zaten beklenmiyordu. Buna rağmen Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kötü giden süreci sonlandırma niyetiyle bu toplantıya katıldığı ve devamının bu yönde geleceğine dair söylemi müzakere sürecini biraz rahatlatacaktır" dedi.
‘TÜRKİYE AB'NİN PARÇASI OLARAK GÖRÜŞMEK İSTİYOR AMA AB YETKİLİSİNİN VAATLERİN KARŞILIĞI YOK'
Zirvenin kilit konularından birinin ‘göçmen sorunu' olduğunun altını çizen Sakman "Görüşmelerin ilk konusunun göçmenler olması ev sahibi ülke Bulgaristan'ın da transit ülke olarak mustarip olduğu bir konu olduğundan etkili. Göçmen konusu hem AB hem Türkiye için bir süreç aracı olarak kullanılmaya devam ediyor. AB'nin bu göçmenlerin kendi hukuk alanına girmeden çözülmesi için Türkiye'ye ‘göz yumduğu' algısını artık AB de reddetmiyor söylemlere baktığımızda. Türkiye de bu süreçteki gördüğü zararları tazmin maddiyattan öte ilişkilere pozitif etkisi olarak tazmin etmek istiyor. Türkiye, Avrupa'nın güvenlik sınırlarına büyük katkısı olan bu tampon görevi karşısında AB'nin bir parçası olarak görülmek istiyor" dedi.
"Türkiye ile müzakerelerin devamının garantörüydüm ve öyle olmaya da devam edeceğim" diyen AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker'in sözlerinin herhangi bir bağlayıcılığı olmadığına işaret eden Sakman "Juncker'in verdiği taahhüt kurumsal bağlılık oluşturabilecek bir şey değil. Ayrıca AB gibi kurumsal bir yapıda kişilerin verdiği sözlerden şimdiye kadar pek bahsetmedik" dedi.
Türkiye ve AB ülkeleri arasında anlaşmaya varılamayan önemli konular arasında AB'nin Türkiye'deki OHAL sürecine yönelik endişeleriyle Kıbrıs ve Ege Denizi'ndeki gerilim ve Afrin harekatı olduğuna işaret eden Sakman şöyle devam etti:
Türkiye'deki hukukun üstünlüğü konusunda OHAL ilanından beri sorunları dile getiriyor AB. Genel olarak yapılan eleştiriler tutuklu gazeteciler, tutukluluk süreleri gibi birkaç konu üzerine odaklanmaya başladı. Bu öznel konular da süreci kişiselleştirdiğinden karşılığı çok fazla yok Türk hükümeti tarafından. Kıbrıs sorunu ve Ege Denizi'ndeki gerilim ise neredeyse müzakere sürecinin başından beri belirli aralıklarla gündeme gelen konular arasında Kıbrıs'la ilgili sondaj gerilimi ilişkilerin bu maddelerini tamamen içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Bu konular aslında ikili ilişkilerdeki sorunların en somut olanı ve üyelik süreci ile ilgili en geçerli konulardan diyebiliriz. Üye ülkeler arasında böyle gerginlikleri istememesi temele baktığımızda çok normal ama Türkiye bu süreçlerde milli çıkarlarının doğrudan zarar gördüğüne inanıyor ve birlik fikrinin olabildiğince zayıf olduğu bir dönemde böyle bir sebeple yumuşamaya gitmeyecektir."
AB'nin Afrin konusundaki tutumunun da Ankara açısından bir hükmü olmadığına işaret eden Sakman "Türkiye'nin Afrin müdahalesi ile ilgili AB'nin söyleyeceği sözlerin Türk tarafı nezdinde bir değeri yok. Müdahale öncesinde Türkiye'nin batıdan istediği desteği görememesi bu konuda AB'nin önerileri ve uyarılarına negatif yaklaşmaya neden oluyor. AB'nin Türkiye'nin konu hakkındaki hassasiyetini paylaşmadığını düşünmenin yanında bazı kesimlerce karşıdaki gruplara AB'nin destek verdiği fikri iç politikada AB karşıtlığını körüklüyor. İnsani güvenlik nezdinde AB'nin ön planda tuttuğu konularda ise Türkiye gerekli önlemleri aldığını gösteriyor" dedi.
Türkiye'nin AB'den Gümrük Birliği anlaşması ve vize serbestisi konularında beklediği somut adımların atılması yönünde somut bir gündemin oluşmadığına değinen Sakman "Türkiye'nin ise tüm bunların karşısında ana gündemi adil bir müzakere sürecinin hızlıca devamı ve ilk adımı olarak vize serbestisi konusu. Vize serbestisi konusunda AB ile yapılan geri kabul anlaşmasının uygulanmasını isteyen Türkiye'nin önüne konan terörle mücadele yasasındaki değişimin içinde bulunduğumuz güvenlik ve politik durum göz önüne alındığında yakın zamanda gerçekleşmeyeceği görünüyor. Bu durumda da AB verdiği bir sözü daha yerine getirmemiş olacağından Türk toplumundaki karşılığı da buna göre olacaktır. Varna Zirvesi'nde görüşülmesi beklenen Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve Türkiye'nin bu anlaşma çerçevesinde piyasasına yansıyan negatif etkilerden sıyrılma ve dış ticaretini destekleyecek bir süreci başlatma isteği doğrultusundaki gelişmelerden bahsedecek gündem oluşmadığı anlaşılıyor" dedi ve şunları ekledi:
"Ayrıca genel olarak bakıldığında AB Türkiye'yi ne kadar eleştirse de ilişkileri koparmanın kendisine aşamalı olarak getireceği zararların da farkında olduğundan ilişkilerdeki bu muğlaklıktan faydalanıyor. Ama bu sürecin uzaması ilk aşamada AB için iyi görünse de orta vadede Türkiye'nin elini güçlendirdiği görülecektir."