Suriye'de IŞİD sonrası bölgedeki yeni konumlanışı tartışılırken, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan çıkış bölgede yeni ittifak hamlelerine yoruluyor. Rusya ve İran ile koordinasyonunu artıran Türkiye'nin YPG ile ilgili kaygıları ve önceliklerine rağmen Moskova'nın Ulusal Diyalog Kongresi girişimine verdiği destek dikkat çekerken, bölgede yeni dengelerin sonuçlarını kestirmek de zorlaşıyor. Suriye Ulusal Diyalog Kongresi girişimi, ABD'nin tutumu, YPG ile Rusya ilişkileri ile Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın ‘hain' çıkışını Ortadoğu uzmanı gazeteci-yazar Fehim Taştekin ile konuştuk:
Fehim Taştekin, ABD'nin Suriye üzerinden yürüttüğü bölgeyi dizayn etme operasyonunda başarısız olduğunu ve bu yüzden İran karşıtlığı üzerinden yeni bir oyun kurgulamaya çalıştığını belirtti:
"Gündemde Suriye krizinin devamı olarak nitelenebilecek bir gelişmeler dizini var. Suriye'de bir oyun oynanıyordu. Bu Ortadoğu'nun düzeniyle alakalıydı. Yani Suriye'de sadece Beşar Esad devirmek meselesi değildi. Yeni bir dizayn operasyonuydu ve bu operasyon başarılı olamadı. O yüzden Suriye krizinin bir devamı olan başka bir krizle karşı karşıyayız. Orada tutmayan hesapları başka alanlarda tutturmak için bir takım müdahale alanları ve kriz noktaları yaratılmaya çalışılıyor. Kudüs meselesi de bundan ayrı değil. Diğer taraftan baktığımızda da İran'ın Rusya, Suriye, Hizbullah ile birlikte ABD düzeni dışında kazanan bir pozisyonda durduklarını görüyoruz. Bunun karşısında tabii ki İsrail var. İsrail açısından, Suriye için çok farklı bir beklentiler söz konusuyken birden bire Suriye üzerinden güçlenen ve işgal altındaki topraklarla da ilgilenmeye çalışan direniş unsurları oluştu. Suudi Arabistan her şeyden önce İran'ın Ortadoğu bölgesindeki kazandığı güçten dolayı son derece rahatsız bir durumda. Kudüs'ü ve Filistin'i unutup önceliğini İran'a veren bir Suudi Arabistan var. Bu veriler tabii ki Trump yönetiminin dış politika yönelimiyle de örtüşüyor. Yani Suudi Arabistan'ın bu histerik İran karşıtlığı Trump yönetimin üzerine yatırım yapabileceği bir dış politika zeminini oluşturuyor. Haliyle Yemen, İran'a bir yanıt olarak görülen bir cephe haline dönüştürüldu. Trump yönetimi ısrarla buradaki savaşı desteklemeye devam edecek. İran öncelikli hale gelirken Suudi Arabistan ile İsrail arasında ortaklık şekilleniyor. Çünkü iki ülke İran karşıtlığında buluşuyorlar. Bu ortaklığı ilerletmenin şartı Filistin meselesi ve bu meselede yeni bir yol haritası çizmektir. Bu tabii ki Trump'ın da İsrail'in de istediği bir şey. Suudi Arabistan, İsrail ile farklı, gözden ırak bir ortaklık geliştirdi. Bunun olabilmesi için Yemen savaşından kurtulmaları gerekiyordu. Orada birtakım şeyler denediler. Abdullah Salih'in Husilerle kurduğu ittifakı bozmaya çalıştılar ama olmadı ve Salih öldürüldü. İsrail ile kurulan ortaklıkla bağlantılı olarak da Kudüs'ün Filistinliler namına gözden çıkarıldığı ve müzakerelerde yeni bir çıta belirleyecek bir duruma getirmiş oldular Bunun genel çerçevesini Suriye ve Irak'ta kaybetmiş olan ABD ve müttefiklerinin oyunu yeniden kurgulaması yine İran'ı burada bir karşıtlık-düşman olarak konuşlandırıp Ortadoğu'da yeni bir müdahale zemini bulma diye çizebiliriz. Ama bu oyun oynanmaya çalışılırken karşıda yeni bir ağırlık belirleniyor. Orada da Rusya var."
Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerinin normalleştiğine dikkat çekip bu yüzden İsrail'e yönelik sert açıklamalarda bulunulmasının iç politikadaki sıkışıklıktan kurtulma isteğinden kaynaklandığını belirten Taştekin'e göre bu sert retoriğin ardında Sarraf davasından dolayı açıktan tepki gösterilemeyen ABD'ye yanıt vermeye çalışma gibi sebepler de var:
"Türkiye'nin Kudüs meselesinde kullandığı retoriğin altı dolu değil. Kuşkusuz Erdoğan'ın şu koşullarda İsrail ile ilişkileri normalleştirdiği, Mavi Marmara Davasını 20 milyon dolara 'sattıktan', (Ağırlarına gidiyor ama durum böyle) hatta bu konuda 'Bana mı sordunuz?' şeklinde azarlaması gibi bir dönemden sonra İsrail'i bu şekilde hedef almasının çok temel nedeni elbette Filistin davası değil. Asıl mesele ABD'de görülen Zarrab davasıdır. Bakanların da isminin geçtiği ve bir aşama sonra işin Erdoğan'a geleceği bir süreç var. ABD ile ilişkileri kesme ya da ABD ile ilişkilere zarar verme anlamında daha ileri adım atılamıyor ama Filistin meselesini bayraklaştırarak bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Birinci olarak ABD'ye yanıt veriyor ve daha kitlesel bir destek alabileceği bir retorik kullanıyor. Zarrab davasının ve Man adası skandalının içeriye yansıyıp, konuşulmasını ötelemiş oluyor. Dünyada Erdoğan'dan başka hiçbir lider meydan meydan dolaşıp Kudüs meselesini konuşmuyor. Yani Erdoğan'ın buna içeride başka meseleleri örtmek için ihtiyacı vardı. Ve tabii ki Suriye konusunda sürekli çark ediyor-çark etmek zorunda kalıyor. İslam dünyası 'Erdoğan ve Türkiye bu muydu?' diye sorgulama içerisinde. Özellikle Sunni dünyanın bayraktarlığına soyunup arkasından Rusya ile birlikte yeni, başka bir çözüm sürecine girmiş olmak şu ana kadar desteklediği, ümit verdiği birçok kesimi hayal kırıklığına uğrattı. O yüzden Kudüs meselesini bayraklaştırarak onların gönlünde yeniden bir imaj operasyonu da gerçekleştirmiş oluyor."
"Türkiye'nin zorlandığı bir şey var. Ama Rusya, Türkiye'nin bu durumda başka bir noktayı görmesini istiyor. Kürtlerle, Erdoğan'ın istediği şekilde bir çatışmaya girmek bölgede hem Rusya'nın hem İran'ın hem Türkiye'nin hem de Suriye'nin istemediği şekilde ABD'yi orada daha fazla kalıcı hale gelmesine yardımcı olur. Yani Rusya olası bu durumun Erdoğan tarafından görülmesini istiyor. Kürtlerle bir uzlaşma zemini sorunun çatışma değil de barışçıl bir şekilde çözümü açısından son derece önemli. Şimdi bunu söylerken tabii ki Kürtlere de 'Bizimle anlaşmazsan bak yukarıda Türkiye var' denilerek Türkiye sopası gösterilmeye çalışılıyor. Bunu aynı şekilde Suriye de yapmaya çalışıyor ama burada herkes ikili kart gösteriyor. Birinci kartta 'Kürtlerle uzlaşabiliriz, uzlaşmalıyız, Kürtlerle uzlaşmazsak ABD bölgeye hakim olur bunu görmek gerekiyor' deniliyor. İkinci kartta ise Kürtlere 'eğer bizimle çalışmazsan Türkiye ya da aşağıdan İran'ın desteklediği unsurlar ve Suriye ile birlikte yok eden yeni bir tablo ortaya çıkar' deniliyor. Gerçeğe dönersek burada herkesin çıkmazları olduğunu kabul etmemiz gerekir. Kürtlerle savaş kolay değil. Kürtlerin bir savunma ve direniş kapasitesi var."
ABD'nin Ortadoğu'da her zaman bulunmak isteyeceğine ve Suriyeli Kürtlerin de bunun için yeni bir kanal olduğuna dikkat çeken Taştekin'e göre ABD'nin Kürtlere yardımı sürecek:
"Kürtlerin savunma ve direniş kapasitesi olmasa ABD ortaklık tesis etmezdi. Yani Kürtler, ABD için ÖSO gibi gruplarla karşılaştırıldığında daha istikrarlı bir ortaklık vaat ediyor. ABD, Suriye ve Ortadoğu'da her zaman olmak isteyecektir. Kürtler yeni bir kanal. Kürtler bu ortaklığı onlara sunduğunda ABD bazı konularda fikrini değiştirdi ve 'biz burada eğer Suriye'yi şekillendirmek istiyorsak buradan yol alabiliriz' dediler ardından YPG'yi desteklediler. Bu destek de sürecek. Hem ABD'li komutanların demeçlerinden aldığım izlenim hem bu komutanlarla müzakere yapan YPG'lilerle defalarca konuştuğumda onların da edindiği izlenim ABD'nin desteğinin bir çözüm bulununcaya kadar süreceği yönünde."
'SURİYE ORDUSU, ABD PLANLARINI BAŞARISIZLIĞA UĞRATTI'
Suriye ordusunun Rusya ve İran'ın desteğiyle ABD planlarını başarısızlığa uğrattığını söyleyen Taştekin'e göre Suriye'nin kuzeyi için çözümden kasıt şu anki fiili özerkliğin hukuki bir çerçeveye kavuşmasıdır:
"Bu çözüm nedir? İşte Türkiye bu çözümü istemiyor. Burada bir tuhaf durum da var. Rusya çözüm istiyor, Kürtlere bir tür özerklik ya da başka bir formda bir şey verilmesinin karşılığında çözüm istiyor. ABD de görünürde bunu istiyor. Çünkü çözümden kasıt mevcut şu anki yapının hukuki bir statüye dönüştürülmesi. Yani fiili bir özerkliğin hukuki bir çerçeveye kavuşmasıdır. ABD de bunu istiyor gözüküyor fakat başka istekleri de var. Yani buradaki orduyu İrani unsurlara karşı kullanarak, İran'ın nüfüzunu engellemek gibi istekler var. Ama herkes farkında o hikaye yürümeyecek. Çünkü Suriye ordusu Rusya ve İran'ın desteğiyle çok hızlı hareket etti ve o planları biraz başarısızlığa uğrattı. Karşı taraftan da Irak ordusu geldi ve Suriye ve Irak güçleri buluştu. Bu da çok önemliydi. En sonunda da Irak ordusuyla, YPG sınırın kontrolünü birlikte yapmak üzere anlaştılar. Bu da gösteriyor ki ABD'nin öcü olarak göstermeye çalıştığı Haşdi Şabi ya da Suriye'de İran'ın desteklediği gruplar sahada kolay kolay yok edilemezler. O yüzden işbirliği yapmak daha fazla kan akıtılmaması için önemli."
Suriye'nin bazı esneklikler yapsa da Kürtler konusunda Türkiye ile birlikte hareket etmeyeceğini söyleyen Taştekin'e göre Şam yönetimi bu meseleyi kendi kapasitesiyle çözmek istiyor:
"Bu çözümü istemeyen Türkiye var ve seçenekleri de sınırlı. Şu an yapılacak bir silahlı müdahale Rusya'nın istediği bir şey değil. Çünkü bunu idare etmek ve bundan sonuç almak mümkün değil. Türkiye böyle bir savaşı göze alabilir mi sorusunu da sormak gerekir. Çünkü bir başka ülkenin topraklarına girmiş olunacak ve burada farklı karşı mekanizmalar da devreye girmiş olacak. Orada sadece Kürtler değil, başka unsurlar da var. Suriye de bunu istemiyor. Kürtlerle sorunlar olabilir, Devlet Başkanı Esad, Kürtleri kastedip 'Hainler' demiş de olabilir fakat bununla Kürtleri kendi tabirlerince masaya ve yola getirmeye çalışıyorlar. Kürtlerin, ABD ile kurduğu ortaklık Şam'da bir ihanet olarak algılanıyor ve bunu çözmeleri lazım. Bu açıklama çözüm için baskı formasyonudur bana göre. Suriye, Türkiye ile bu konuda birlikte hareket etmez ama Türkiye ile belli noktalarda Kürtlerin tehdidi hissetmesini sağlayacak bir takım esneklikler gösterebilir. Ama bu Şam yönetiminin Suriye genelinde Türkiye ile büyük bir işbirliği yapma iradesini olduğu anlamına gelmez. Şu andaki işbirliğinin çerçevesi bu işi daha fazla uzatmadan özellikle İdlib'de El-Kaide'nin bir şekilde yok edilmesidir. Kürtlerle alakalı meseleyi Şam yönetimi kendi kapasitesiyle çözmek istiyor. Bunu en son gittiğimde Şam'da da birçok kişiyle konuşmuştum. ABD ile ortaklık onları son derece kızdırmış durumda fakat diğer yandan son derece gerçekçi bir yaklaşım görmek de mümkün. Bu çok açıkça söylenmiyor ama siyasi değerlendirmelerde görmeye çalışabiliriz. Hatta bir Baas yetkilisi bana açıkça 'Kürtler çok önemli bir şey başardı biz bu yüzden beraber çalışmalıyız' dedi. Yani bu konuyla alakalı olarak 'Suriye'nin geleceğini yeniden şekillendirmek istiyorsak bu çok önemli bir veridir ve burada çok tepkisel olmamak gerekir' demişti. Ancak mesele kolay değil tabii. 50 bin kişilik bir silahlı güçten bahsediyoruz, ABD'nin ordu güçlerinden bahsediyoruz. Bütün bunlarla uzlaşmayı zorlayan bir mekanizma olarak tehdit unsurunun devreye sokulduğunu görüyoruz. Bir taraftan arka planda da Rusya aracılığıyla bu işi müzakere ile çözmenin yollarının arandığını görüyoruz."
Medyada 'Suriye'de Putin ne derse o olur' şeklinde çizilmeye çalışılan resmin Suriye siyasetini bilmemekten kaynaklandığını belirten Taştekin, Rusya'nın Şam'ın hassasiyetlerini dikkate alarak onunla koordineli bir şekilde çalıştığını söyledi:
"Rusya burada Şam'dan bağlantısız bir şekilde çalışmıyor, Şam ile koordineli bir şekilde çalışıyor. Putin ne derse Şam'da o olur resmedildiği gibi değil. Böyle bir şey yok ve olamaz. Putin'de bütün gücüne rağmen Şam'ın hassasiyetlerini dikkate alarak, paslaşarak yol almaya çalışıyor. Yani en son Hmeymim üssünde Esad'ın Rus subaylar tarafından durdurulduğu bir fotoğraftan hareketle bazı şeyler söylendi. Fakat böyle ufak şeylerden büyük sonuçlar çıkarılamaz. Bu söylenenler Suriye'deki siyaseti bilmemekten kaynaklanıyor. Ben Rusya'nın burada her şeyi koordineli bir şekilde yaptığını düşünüyorum. Tabii ki Suriye'yi bir şeylere zorluyor. O da bir vakıa. Yani Suriye'nin de bir şeyleri kabul etmesi için elinden gelenleri yapıyor ama, 'ben burada bir anayasa hazırladım, burada Kürtlere özerklik verdim bunu kabul edeceksin' şeklinde bir anlayış değil bu."
Rusya'nın Ortadoğu'daki politikasının köşeli olmaktan uzan bir şekilde esnek olduğunu söyleyen Taştekin'e göre Rusya'nın Kudüs meselesindeki tavrı da bu politikanın bir yansıması:
"Rusya'nın Ortadoğu politikası son derece ilginçtir. Her zaman köşeli olmaktan uzak, daha esnek, daha likit bir dış politika izler ve bu Suriye içinde geçerli olmuştur. Bakın şimdi İsrail konusunda da öyledir. Filistinlilere Rusya'nın desteği her zaman açıktır ama diğer yandan Rusya, İsrail ile de her zaman diyalog içerisinde olmuş bir ülkedir. Bunu İsrailliler de kabul ederler, Rusya da bunu söylemekten çekinmez. Mesela en son Kudüs konusunda 'Trump'ı kınıyoruz ama Erdoğan'ın da çıkışlarını desteklemiyoruz' denildi. Bu Rusya'nın Ortadoğu politikasının yansımasıdır."
Fehim Taştekin son olarak, Suriyeli Kürtlerin Soçi'de düzenlenmesi planlanan Diyalog Kongresine katılabilmesi için bir formülün bulunmak üzere olduğunu berlitti ve Rusya'nın sunduğu bu formülasyona Erdoğan'ın çok fazla itiraz etmediğini söyledi:
"Bu noktada Rusya 'Kürtlere bir şey vermeden bu meseleyi çözemeyiz' diye düşünüyor. Bunu görüyor ve bunun için anayasal bir çerçeve çizmeye çalışıyor. Bunun için Kürtleri Soçi'ye götürmeye çalışıyor. Bunun için bir formül bulmak üzereler. PYD'nin orada kendi bayrağıyla ya da eş başkanlarıyla masaya oturması değil şeklinde değil tabii. Kürtler de bunun farkındalar. Daha geniş bir şekilde Arapları da, Kürtleri de, Süryanileri de, Asurileri ve diğer halkları kapsayan bir heyetten bahsediyorlar. Böyle bir heyete Türkiye 'istemiyorum' diyerek sonuna kadar diretemez. Yani onun içerisinde çok sayıda etnik, dini gruplar var. Tabii ki içinde oranın aktörleri olan PYD'liler de var. Ama kimse 'ben gideceğim PYD şapkasıyla masaya oturacağım, kendimi kabul ettireceğim' şeklinde bir anlayış içerisinde değil. Kimse başından beri bunu böyle sunmadı. Rusya da bunu Türkiye'nin kabul edeceği bir formülasyon olarak Erdoğan'a anlattı ve o da buna çok fazla itiraz etmedi."