‘ALMANYA’DAKİ TOPLUMSAL YAPI MECLİSE YANSIMIŞ OLDU’
Kenan Kolat’a göre Almanya’daki son seçimde merkez partilerin ittifak haricinde çok az oy olması bir değişime işaret ediyor. AfD’nin zaten Almanya’da belli oranlarda tabanı bulunan bir hareket olduğuna dikkat çeken Kolat, artık bu partinin de federal meclise girmesinin ülkedeki tüm farklı görüşlerin tam anlamıyla meclise yansıtılması anlamına geldiğini belirtti:
“Alman parlamentosuna altı parti girdi. Almanya’daki iç tartışmalar ve uzun süredir devam eden büyük koalisyon dediğimizi Sosyal demokratlar ve Hristiyan demokratlar gibi kurulan koalisyonlar Almanya gibi ülkelerde çok özel durumlarda olur. Bu tabloda muhalefetin başka kanallara aktığını görüyoruz çünkü normalde Hristiyan Demokratlar iktidarda olduğu zaman Sosyal Demokratlar muhalefette oluyordu veya tersi geçerli oluyordu. Bu durumda da bu partiler toplumsal muhalefeti kapsıyorlardı fakat bu duruma katlanmak çok zor oldu Almanya’da. Bu nedenle de büyük bir sarsıntı olduğunu görüyoruz. Almanya’da yüzde 25 civarında bir ırkçı taban hep vardı. Bu kimi zaman partileşmiştir, bazen ırkçı partiler yerel parlamentolara girdiler ama ilk defa federale doğru gelen bir ırkçı akımı görüyoruz. Bu partiyi tam anlamıyla ırkçı olarak nitelemek zor hem de birinci sıralarda seçilenlerin hepsinin ırkçı eğilimi olduğunu görüyoruz. Aslında Almanya’daki toplumsal yapı bir anlamda parlamentoya yansımış oldu ve var olan görünür olmuş oldu.”
AfD’nin faşist olmasa bile, ırkçı bir parti olduğuna ve ırkçılığın yükselmeye devam edeceğine vurgu yapan Kolat’a göre gençlerin ve işçilerin büyük kesiminin oylarının AfD’ye kayması popülist ve yanlış politikaların sonucu fakat Almanya’da bu tarz eğilimler tarihte hep törpülendi:
“AfD’nin eş başkanlarında bir tanesi basın toplantısında fraksiyona dâhil olmayacağını açıkladı, orada bir tartışma oldu ve basın toplantısını terk etti. Kendisi daha liberal görüşlü bir kişi fakat erkek olan eş başkan bu konuda çok katı. ‘Merkel’i önümüze katıp, süreceğiz ve Almanya tekrar Almanların olacak’ dedi. Bu söylemler çok tehlikeli ve bize ırkçı eğilimlerin artacağını gösteriyor. Bu partini bu şekilde oy almasının yoluna bakıldığında, ilk başta erkeklerin yoğun olduğu bir parti. Doğu Almanya’da erkeklerden yüzde 26, kadınlardan ise yüzde 17 oy almış. Batı Almanya’da ise, yüzde 13 erkeklerden, yüzde 8 kadınlardan almış. Sosyal Demokratlar ve Hristiyan Demokratların oy oranlarının üzerinde oy aldıkları yerlerde 55 yaş üstü, yaşlanan bir seçmen kitlesi görüyoruz. AFD’nin ise en yüksek aldığı oy oranı ise yüzde 16-17’lere denk geliyor ve 30 ile 44 yaş grubu arasında. Bu geçici bir fenomen değil ve ciddiye alınması gerekiyor. AFD üniversiteye gidenlerden yüzde 7 oy alırken, işçilerden yüzde 19 oy almış. İşçi partisi olması gereken Sosyal Demokratlar ve Sol Parti işçilerden yana büyük oy kayıpları yaşadı. Burada bakarsak, CHP’nin de işçilerden büyük oylar almadığını biliyoruz ve benzerlikleri burada da görüyoruz. Proleterleşen bir yapıda, eğitim düzeyleri düşük olanlar genellikle bu tür popülist söylemlere de çok çabuk kanıyorlar ama bunun ciddi bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Sol Parti’den 420 bin, Sosyal Demokrat Parti’den 510 bin oy buraya kaydı. Hristiyan Demokratlardan ise 1 milyon oy kaydı. Burada Hristiyan Demokratlardan giden oy anlaşılabilir ama Sol Parti ve Hristiyan Demokratlardan da AfD’ye oy kayması, aslında bu partilerin içinde ideolojik sıkıntıların da olduğunu gösterir. Yeşillerden AfD’ye 50 bin oy kaymış ve bu çok önemli bir oran değil diğerlerinin yanında. Bu anlamda bakıldığında Sosyal Demokrat Parti’nin muhalefete çekilmiş olması doğrudur, muhalefette yenilenmek ve toplumsal muhalefette örgütlenmek zorunda. Almanya bir uzlaşı toplumudur ve aşırı uçlar her zaman törpülenip, toplumun ortasına çekilmeye çalışılır. Burada da özellikle Hristiyan Birlik Partisi, ‘Bu konuları biz tekrar gündeme alacağız ve ortamı yumuşatacağız’ dediler. Bu AfD’nin görüşlerini kendilerinin üstleneceği anlamına geliyor ve bu yanlış bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım geçmişten beri Almanya’da hiçbir zaman sonuç vermemiştir. Bu nedenle aslında Almanya’da çok ciddi bir toplumsal tartışmanın olması, ‘Biz kimiz? Toplumumuz nasıldır? Gibi soruları daha ayrıntılı sorup, konuşmak gerekiyor. AFD ilk ortaya çıktığında, euroya karşı bir hareket olarak çıktı ve bu tutmayınca ırkçı tabana kaydılar ve burada da başarılı oldular. Şu anda Almanya’da ırkçılığı temsil eden bir yapıya dönüşüyorlar. Bütün aşırı sağ partilerden bunlar hiç oy alamadılar ya da çok az oy aldılar. Buraya kaydığını görüyoruz oyların.”
Almanya’nın bu kadar çok göç almasına rağmen, göçmenlere yönelik doğru entegrasyon politikalarının yürütülmediğini ifade eden Kolat, göçmenlere yönelik politikaların Alman toplumlarına yeterince anlatılmadığını ifade etti:
“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya göç almaya başlayınca, ciddi bir entegrasyon politikası gütmedi. ‘Almanya bir göçmen ülkesi değildir’ diyerek insanları geçici olarak gördüler, ‘Çalışsınlar sonra dönsünler’ dediler. Bu yaklaşım toplumda da belli oralarda karşılık buldu. Bu göçmenlerin dönmediğini zaman içinde gördüler ve süreç içersinde işverenlerin de baskısıyla insanların burada kalması ve çalışması istendiği için, bununla birlikte entegrasyon, toplumsal katılım anlamında yeterince sosyal politikalar geliştirilmedi. Toplum dışında kalındı ve böyle olunca bir yabancılaşma oldu. Oysa Almanya nüfusu itibariyle önümüzdeki 40 yıl içerisinde hiç göç almasa, nüfusu 60 milyona iner. Böyle olunca da, bu ülkede yaşayan yaşlıların, emeklilerin aylıklarını ödeyemez duruma gelirler. Almanya’nın göçe ihtiyacı olduğu bilindi ama bundan hep korkuldu ve topluma yeterince anlatılmadı. Burada büyük partilerin de hataları var ve göç politikalarının temelinde ciddi hatalar yapıldı. Bunlar şu anda ortaya çıktı ama ilerisi daha da tehlikeli çünkü şu anda 1 milyona yakın mülteci var, bunlar topluma entegre edilmeye çalışılıyor. Bu insanların hepsi henüz mülteci statüsü elde edemedi, şu anda geçici bir statüleri var. Eğer mülteci statüsü alsalar hemen eşlerini getirebilecekler ve bu 1 milyon 3 milyona katlanacak. Merkel’in düşüncesi Sosyal demokratlar ve kendi partisinin anlayışıyla, toplumda bir etki yaratmak istedi ama toplumdaki tepkileri yeterli oranda görmediler ve topluma yeterli önlemler anlatılmadı. Mültecilerin gelmesiyle birlikte Almanya’da bu dönem insan ve işletmeler bazında toplumsal bir hareketlilik oldu. Bunları yadsımamak gerekiyor ama bunlar yeterince topluma anlatılmadı.”
‘VAR OLAN IRKÇILIK BELİRGİNLEŞTİ’
“Yüzde 13’lük AfD’ye karşı, yüzde 87’lik bir muhalefet, toplumsal kurumlar, demokratik kurumlar ve basın var. Almanya ırkçı olmuyor, ırkçılık hep vardı ama biraz daha belirginleşti. ‘Beyaz yaka ırkçılığı’ dediğimiz, toplumun ortasına tehlikeli bir şekilde gelen ve AfD’yi kuran kadroların aslında toplumun ortasından geldiği, okumuş eğitimli insanlar olması dikkat çekici. Bu insanlarla genel anlamda polisiye yollarla mücadele etmek değil, içeriklerle mücadele etmek gerekir. Almanya artık çok kültürlü bir toplumdur, yüzde 20’si göçmen kökenlidir. Almanya’nın geleceğini bu büyük göçmen kitlesi ve Almanlar birlikte inşa edecekler ve ikna edilmeleri gerekiyor. Buradaki sıkıntı, bu konulara hiçbir parti eğilmiyordu. Etmedikleri için de, AfD gibi bir parti çıktı, bu alanı doldurdu ve bu şekilde bu toplumda ayrışma artacaktır. Almanya’nın yeniden bir birlikte yaşama kültürüne, yeni bir Almanya imajına, projeksiyonuna ihtiyacı var.”
Merkel ile Schulz’ün televizyon programının üçte birinin Türkiye ve mülteci konusuyla ilgili olduğunu belirten Kolat, Türkiye konusunun Almanya’da çok önemli olduğunu ve Erdoğan’ın çağrısının seçim sonuçlarını değiştirmese bile etkilediğini vurguladı:
“Cumhurbaşkanı Almanya’daki Türklere belirli partilere oy vermeme çağrısı yapmıştı ve bunun çok etkili olduğunu söylemek mümkün değil ancak hiç etkisi olmadığını söylemek de zor. Partileri 40 bin civarında oy aldı Kuzey Vestfalya’da. O bölgede yaşayan Türklerin üçte biri bu partiye oy verdi, geri kalanı yine diğer partilere oy verdiler ama burada kendi partilerinin aldığı oy oranı yüzde 0,4. Yunanistan ve Bulgaristan’dan farklı olarak, Almanya’da tarihsel olarak azınlık partilerinin hiçbir şansı olmaz. Bu bakımdan bunlar geçicidir. Burada bir etkisi olsa dahi belki mobilizasyona bir etkisi olmuştur ama Türk kökenli seçmen ağırlıklı olarak yine var olan partilere oy vermeye devam edecektir. Öte yandan, mutlaka ırkçı partinin, Erdoğan’ın buraya müdahalelerini seçim kampanyalarında kullandı. Kendi tabanının mobilizasyonunda da bu argümanları kullandı ve aynı şekilde Erdoğan da buradaki küçük partilerine oy verilmesini istedi. Bu olmaması gereken şeyler ve işe yaramaz, her zaman aşırı uçlara yarar bu söylemler. Merkel’in de Erdoğan’ın da açıklamaları var gerginliği aşağı çekme yönünde. Artık bu ilişkileri yumuşatmak gerekiyor çünkü Türkiye ve Almanya arasında her türlü gerginliğin faturası, buradaki Türkiye göçmenlerine yansıyor. Burada insanlar okulda, mesleki eğitimlerde, çarşıda, pazarda ırkçılıkla karşılaşıyorlar ve bu insanlar artık buna ‘Yeter’ deme noktasına geldiler. Türkiye’nin de bu hassas noktalara daha fazla önem vermesi gerekiyor. Bizim gibi göçmenlerin sırtından politika yapılmaması gerekiyor burada yaşayan insanlar açısından.”
‘AB İÇİN TÜRKİYE DAHA DA ÖNEMLİ HALE GELEBİLİR’
“AB, Almanya gibi ülkelerde kısa dönemde, bugünden yarına politikalar değişmez. Biz Türkiye’de bunu çok yaşıyoruz ama Almanya’da çok uzun dönemli planlamalar yapılır. AB-Türkiye ilişkilerinde, Almanya’nın aracılığıyla yeni bir yapılanmaya, yaklaşıma doğru gidiliyor ama bu sadece Türkiye-AB-Almanya ilişkilerinde değil, AB içinde İngiltere sonrası daha ufak bir grubun oluşması da Türkiye’nin üyelik perspektifini gündeme getirecektir. Türkiye’nin de içinde yer alacağı bir yapının eklemlenme yoluyla yeniden yapılandırılacağı düşünülüyor önümüzdeki 10 yıl boyunca. AB Türkiye’nin bölgede çok önemli bir ülke olduğunun farkında, karşılıklı çıkarları var ama Türkiye devleti ve muhalefetinin de birtakım ulusalcı refleksler yerine, daha ciddi alternatifleri kendisini de oluşturacağı yapıları, tartışmaları yapması gerekir. Bunun eksikliği Türkiye toplumunda çok sık görülüyor ve Türkiye toplumunda AB çalışılmıyor. Yapılan sığ yorumlar da yeterli değil, daha aklı başında, ciddi perspektif gösterici politikanın yapılması gerekiyor.”