AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, Bölgesel Kürt Yönetimi'nde (IKBY) 25 Eylül'de yapılması planlanan bağımsızlık referandumunu Sputnik'e değerlendirdi. Miroğlu'nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Günlerdir Kuzey Irak'taki referandum kararı tartışılıyor. Önceleri bu referandum kararından geri atılacak gibi bir takım iddialar da gelmişti ama 25 Eylül'e çok az vakit kaldı, IKBY yönetimi de vazgeçmeyeceğini söylüyor. Siz gelinen bu nokta itibariyle referandumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barzani'nin bu sürece giden aşamayı ifade ederken söylediği bir şey var. Diyor ki; biz Irak'ta bir demokrasinin kurulabilmesi için bütün farklılıkların kendilerini ifade edebileceği, eşit ilişkilere sahip olabileceği bir demokrasi için mücadele ettik ama 2003'ten beri gelişen süreç, 14-15 yıllık bir süreç bunun mümkün olmadığını bize ortaya koydu, ne Irak hükümetiyle bizim savaşmak gibi bir niyetimiz var ne de komşu ülkelerle, her birisinin birer Kürt sorunu olan ülkelerle bir alıp veremediğimiz var. Şöyle diyor; aslında biz Pankürdist bir hareket değiliz, biz kendi yani Kuzey Irak'ın sorunları çerçevesinde Kuzey Irak'ın Kürt nüfusun çıkarları çerçevesinde bu adımları atıyoruz. Tabi İran, Türkiye ve Suriye'den farklı yorumlar yapılıyor. KDP açısından durum bu, biz tecrübe ettik ama başarılı olamadık, bağımsızlığa giden yolu açan bu kötü tecrübe oldu. Yani Irak'ın milli gelirlerinin paylaşımında adil bir şey göremedik, Kerkük'ün statüsünde anayasa konulmuş olmasına rağmen bir ilerleme sağlayamadık, şu an defacto bir durum yürüyor ama bir anayasal statü değildir bu, onda da anlaşamadık.
Tabi süreç içerisinde çok farklı şeyler oldu. Bağdat hükümeti ile Erbil hükümetinin anlaştığı temel konu DAİŞ'e karşı ortak mücadeleydi. Yani Peşmerge gücü Irak ordusuyla beraber DAİŞ'e karşı operasyonlarda görev aldı. Türkiye açısından da tabi durum şudur aslında, Peşmerge gücünü Türkiye eğitti biliyorsunuz. Şimdi tabi DAİŞ sonrası dönemde herkesin kendi pozisyonunu yeniden gözden geçireceği muhtemeldi. Yani bu bir sürpriz değildi. Ben doğrusunu isterseniz 2-3 yıl önce köşe yazarıyken bunu söylüyordum. DAİŞ sonrası dönem farklı bir dönem olacak ve bu farklı dönemde de siyasi aktörler kendi pozisyonlarını yeniden gözden geçireceklerdir."
Yani Kuzey Irak'taki bir referandum kararı sizin için bir sürpriz değil miydi?
"Hayır hiçbir şekilde bir sürpriz değildi. Çünkü anlaşmazlıkların çok büyüdüğünü görüyordum. Sincar bölgesi bir PKK işgali altında ve merkezi hükümetin bu işgale karşı seyirci kaldığını da biliyoruz. Zaman zaman Türkiye ile Erbil hükümeti arasında bilhassa PKK'nin bu Şengal'daki pozisyonunu etkisizleştirmek için birtakım görüşmeler falan da yapılıyordu. Tabi bu askeri bir müdahaleye dönüşmedi. PKK şu an fiili olarak orayı yine kontrol etmeye devam ediyor. Ama bu kontrolü yaparken bile Bağdat hükümeti PKK'yı destekledi. Hatta medyanın yazdığına bakılırsa belli bir para akışı da oldu PKK'ya sırf oradaki varlığını korusun diye.
Dolayısıyla şu an Kuzey Irak ekonomisi ve Kuzey Irak'ın siyasi statüsü bu şekilde devam edemez. Çünkü bu statü ne federal bir statü ne başka bir statü. Federal bir statü merkezi hükümetle iyi anlaşmamızı gerektirir, merkezi hükümetin sizi anlaması sizin de merkezi hükümeti iyi anlamanız lazım. Çünkü merkezi hükümet dediğiniz bugün bu çerçevede baktığınız zaman sadece Irak Şiilerini İran'ın öngördüğü biçimde temsil eden bir hükümet konumunda. Bu da tabi Irak'taki dengeleri sarsıyor. Sadece Kürtler açısından değil bu sarsıntı, Sünni Arap kesim açısından da ciddi bir sarsıntı söz konusu. Nedir? Sünni Arapların temsiliyet sorunu, eşitlik sorunu, bu sürecin bir parçası olmak sorunu, Irak'ta eğer hakikatten yeni bir şey olacaksa. Ama onlar da dışarıda. Dolayısıyla bu tecrübelerin yani 2003'ten sonraki Irak tecrübesinin bize ortaya koyduğu iki şey var. Irak hükümeti kapsayıcı bir hükümet olamadı, Sünnileri yeni Irak'ın inşasında bir partner gibi göremedi. Aynı şeyi Kürtler de kötü bir tecrübe olarak yaşadı.
‘ETKİNİN EN AZ HİSSEDİLECEĞİ ÜLKENİN TÜRKİYE OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'
Bu referandumun bu çerçevede baktığınız zaman Kuzey Irak açısından yeni bir arayış olduğu muhakkak. Şimdi bu arayışın bölge ülkelerindeki işte her biri Kürt meselesi olan bölge ülkelerinde şu ya da bu biçimde etkileyeceğinden şüphe yok. Ama bu etkinin ben Türkiye söz konusu olduğunda en az hissedileceği ülkenin Türkiye olduğunu düşünüyorum."
Ancak Türkiye bu referanduma karşı çıkıyor. Hem Dışişleri Bakanlığı'ndan hem de hükümetten tepki açıklamaları da geldi.
"Karşı çıkıyor ama karşı çıkarken Kuzey Irak'ın haklarını teslim edilmesini de istiyor. Mevlüt Çavuşoğlu'nun (Dışişleri Bakanı) meslektaşı ile yani Irak Dışişleri Bakanı ile Bağdat'ta basın önünde yaptığı o açıklamalar bunu açık bir biçimde gösteriyor. Neydi bu; bizim dış politikamız şu temelde gelişiyor, biz bu referandumun Ortadoğu'daki dengeleri bir çatışmaya dönüştürme potansiyelinin güçlü olduğunu görüyoruz ve bu yüzdende burada bir ihtiyat payı koyuyoruz, ama öte yandan merkezi hükümetin Erbil'deki Erbil'in çıkarlarının, federal hukuk çerçevesinde çıkarlarının yerine gelmesi için de destek veriyoruz. Yani Bağdat'ta da söyleyecek sözümüz oluyor bu şekilde ama Erbil'e de söyleyecek sözümüz oluyor. Ama bu sözleri söylerken bizim medyada çıkan kışkırtıcı ne bileyim çatışmayı körükleyen bir üslupla değil. Bağdat'ta da biz sözümüzü dostane söylüyoruz ama Erbil'e de sözümüzü dostane söylüyoruz. Erbil ‘le yüzde yüz aynı fikirlerin aynı stratejinin elbette ki bir parçası değil Türkiye ve olmaz da. Ama Bağdat'taki bu tek yanlı tekçi Şii yönetimi de Türkiye'nin benimseyebileceği bir şey değil doğrusu."
Size göre çok az süre kaldı ama bu referandum yapılacak mı?
"Ben Kürt kamuoyundaki psikolojiye ki bu psikolojinin altını çizelim, ulusal bir psikoloji, milli bir psikoloji. Nedir? Bunun temelinde de şu var, geçen yüzyıldaki mağduriyetlerin oluşturduğu büyük bir psikoloji. Yani herkesin payına şu, bu düşerken, Ortadoğu'da 35-40 milyon nüfuslu bir halkın payına bir şey düşmedi mantığıyla hareket eden bir yanıyla tabi ki milliyetçiliği öngören bir yanıyla ulus devlet taahhüdü içinde olan bir psikoloji. Şimdi bu psikolojinin etkisi altında olan geniş kamuoyunu, Kürt kamuoyunu yani Avrupa'dan başlayarak Erbil'e, Tahran'a hatta Rojova dediğimiz bölgeye kadar baktığınız zaman bu adımın desteklendiğini görüyorum ben. Referandum destekleniyor. Dolayısıyla Barzani tabi adım atarken Ortadoğu'daki çeşitli aktörlerin bu meseledeki pozisyonlarını mutlaka analiz etmiştir, edecektir de. Çünkü bu önümüzdeki on yılların problemi olmaya aday bir mesele. Ama en çok da Kürt kamuoyu hissiyatının ne yönde işlediğine bakarak hareket edecektir. Kendisine yapılan teklifleri bu yönde değerlendirecektir. Nedir bu teklif, referandumu yapma, İslam örgütü adına yapılan görüşmede de ortaya çıkan farklı bir durum vardı, erteleme talebi vardı, bu da bir makul bir talep bence. Ama kamuoyu hissiyatı ve psikolojisi yani milli psikolojisi, Kürt ulusal psikolojisi diyebileceğimiz bir psikoloji bence Barzani'ye bu referandumdan vazgeçmemesini tavsiye eder gibi görünüyor."
Dolayısıyla bu olacak mı?
"Bu olacak. Ama bu şu an belli Kürt partileri bunu destekleyecek ama belli Kürt partileri de bunu desteklemeyecek."
Irak Meclisi referandumu reddeden bir karar aldı, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Doğal beklenen bir şey. Zaten Irak Meclisi'nin, Başbakanın başından beri açıkladığı şey bunu tanımama yönündeydi, bunu meşru görmeme yönündeydi. Ama bu kararın kendi içerisinde de bir meşruiyeti var. Yani Irak anayasasına da baktığınız zaman Irak'ı oluşturan milletlerin gönüllü olarak bir arada olduklarını ifade eden madde var. Bu maddeyi çeşitli biçimlerde yorumlayabilirsiniz. O da şu; gönüllü olarak Irak'ı yeniden kuruyoruz ama gönüllü olarak bu kuruluşa da ileriki tarihlerde katılmayabiliriz. Yani çekilme hakkımızı kullanabiliriz. İki taraflı yorumlanan bir maddedir bu yani. Hem birliği öngörüyor hem de bu birlik içinde yer alan Kürtler, Araplar gibi milletlerin, Türkmenler gibi milletlerin koşullar elverdiği zaman ayrılabilme hakkını… Çünkü bu gönüllü birlikse o zaman bu gönüllü birlikten bir gün gönüllü birliğin taraflardan birisinin ayrılma hakkı da doğabilir. Bu Irak anayasası. Ama zaten Kuzey Irak anayasasında da bu hak kayda alınmıştır. Daha önce de biliyorsunuz bir referandum yapıldı. 2 milyona yakın imza toplandı, 1 milyon 900 bin civarında bir oydu. Irak anayasasının inşa edildiği dönemdeydi bu, yıl olarak 2003-2004 ve o imzalar BM Genel Sekreterliği'ne gönderildi. Yani biz evet Irak'ın birliği içerisinde yer alıyoruz ama bir gün bu hakkımızı ayrılma yönünde de kullanabiliriz gibi bir şeyi ifade ediyordu."
Referandum olacak diyorsunuz, referandum olur ve bağımsızlık ilan edilirse Türkiye'nin Erbil ve Bağdat ilişkileri nasıl bir sürece girer, neler bekliyorsunuz?
"Ben bu ilişkilerin muhtemelen yine yolunda devam edeceğini düşünüyorum, devam etmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün bizim medyamızda hakikaten üzücü yorumlar vardı, Habur'un kapanmasını tavsiye eden yorumlar. KDP, PKK arasında hiçbir fark görmeyen yorumlar. Ben bunlara katılamıyorum hele ben bölge milletvekiliyim ve Habur'un bir hafta bile kapalı kalması halinde bölge ekonomisinin, bölgedeki Kürt yurttaşlarımızın bundan nasıl etkileneceğini çok iyi biliyorum.
‘TEHLİKELİ TEKLİF VE ÖNERİLER TÜRKİYE'NİN MİLLİ ÇIKARLARINA UYGUN OLMAZ'
Dolayısıyla bu tehlikeli teklif ve önerilerin Türkiye'nin milli çıkarlarına uygun olmadığını da düşünüyorum. Yani tam da 2019 seçimlerine Türkiye bir biçimde üç beş ay sonra girecekken bölge de bu sözünü ettiğim Kürt milli psikolojisini daha da derinleştirmek, ayrılık yönünde derinleştirmek gibi atılımlardan ya da projelerden kaçınmak gerekiyor. Habur kapanmayacak bu yüzden yani ben bunu bir ihtimal olarak da görmüyorum. Sadece Mardin'in 1 milyar dolarlık ihracatı Habur üzerinden gerçekleşen bir ihracattır. Bizim bir yerde aslında Ortadoğu'ya açılan kapımızdır, Ortadoğu'da istikrarın şurada burada sağlanması halinde Habur bizim için çok önemli bir kapı olacaktır. Yine tecride yönelik bir takım teklifler var, bunları milli çıkarlarımıza uygun bulmuyorum asla.
Sonra şu ülkede herkes şunu düşünmeli görmeli; biz Kuzey Irak'ı 90'lı yıllardan itibaren inşa eden tek ülkeyiz ve bu bölgede büyük bir kıskançlık yaratmıştır, İran'da yaratmıştır mesela, hatta Batılı firmalarda da yaratmıştır ama en çok İran bunun kıskançlığını yaşamıştır. Yani Erbil yönetiminin Türkiye ile kurduğu dostane ilişkiler en çok da İran'ı rahatsız etmiştir. Bu çerçevede baktığınız zaman ben bu ekonomik ilişkilerimizin, dostane siyasi ilişkilerimizin böyle bıçak gibi kesileceği bir dönemin hiçbir şekilde Türkiye'de söz konusu olmayacağına inananlardanım. İnşallah yanılmam. Yanılacağımı da düşünmüyorum doğrusunu isterseniz.
Dolayısıyla soğukkanlı bakmak lazım. Bu meselenin bekraundunda olup bitenleri hatırlayarak bakmak lazım ve herhangi bir iktidarın sadece AK Parti'nin değil bugün Türkiye'yi AK Parti yönetmiyor olabilirdi, başka bir parti de yönetse 2019'da iktidar değişikliği de olsa bizim artık, tarihin çanları bize şunu gösteriyor ki, Türkiye'nin milli ve yerli bir Kürt politikasının ve bu politikaya ait bir stratejisinin olması kaçınılmaz. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği işte İran ve Rusya ile birtakım konularda mutabık kalındığı fikri üzerinde durmak gerekirse bu olumlu bir gelişme tabi ki ama Rusya'nın bilhassa bölgeye geri dönerken bir Kürt stratejine sahip olma arzusuyla bölgeye döndüğünü ben görüyorum.
İşte bu Kürt stratejiyi böyle öfkeyle herkese namlunun ucunu göstermeyle oluşturabileceğimiz kanaatinde değilim. En başta kendi evimizden başlayarak bu stratejiyi oluşturmamız lazım. İstanbul'da 4-5 milyon neredeyse Kürt vatandaşımız yaşıyor. Son girdiğimiz seçimler bize şunu açık bir biçimde gösterdi ki, Doğu, Güneydoğu'da istikrar olmayınca bunu Ankara'da da İstanbul'da da Türkiye'nin her yerinde hissediyoruz. Dolayısıyla bizim vazifelerimiz kendi Kürt yurttaşlarımıza yönelik olarak çok fazla ama bu meselenin dış boyutu dış politikayı ilgilendiren boyutu Türkiye'nin önümüzdeki on yıllarının beka sorununu dahi ilgilendiren boyutu da tabi ki ciddi bir biçimde ele alınmalı. Aktörlerin pozisyonları tekrar tekrar gözden geçirilmeli, Rusya dahil olmak üzere.
Burada ipin ucunun kaçmaması için azami gayret gösterilmeli. Yani bugün Erdoğan'a, Erdoğan hükümetine sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde çalışmalarını yürüten bir hükümete ve bir partiye, ‘Esad ile bile görüşebiliriz, bu hamleyi boşa çıkarmak için' demek bana hiç makul görünmüyor. Siz hem diyorsunuz ki, DAİŞ-PKK ve KDP arasında hiçbir fark yok, hem de dönüp diyorsunuz ki Esad ile… Esad da bir projedir bence, Esad bir Batı projesi, Batılılar Esad'ın arkasında durmasaydı Esad rejiminden bugün geriye kalan bir şey kalmayacaktı. Dolayısıyla bizim Kürt meselesinde yol alabilmemiz, bu meselede sağduyuyu hakim kılmamız için ne Esad'a ne da başka diktatörlere ihtiyacımız yok. Yani Esad'ın geleceğinde bir Lahey bile görünüyorken, bir takım medyada ‘yüzümüzü işte Esad'a dönelim'… Bu korkuları anlamak mümkün değil, niye bu kadar korkuyoruz ki? Kendi yurttaşlarımızdan mı korkuyoruz.
PKK, Türkiye'de bölünme fikrini güçlü kılmak için bu fikri Kürtlere kabul ettirmek için 8-9 ilçede hendekler kazdı. Buraya binlerce militanını getirdi ama Kürtler yüzünü dönüp bu fikre bakmadılar. Yine durum budur. Kaldı ki, şu an bağımsızlık asla ve asla Türkiye'deki Kürt nüfusu, Kürtlerin siyasi mücadelesini kapsayacak gibi bir mantaliteyle yürütülmüyor. Sadece Erbil ve Bağdat arasındaki yeniden müzakerelere dayalı, diyaloğa dayalı, siyasi ilişkileri bu defa başka bir biçimde başka bir zeminde gerçekleştirmek için başvurulmuş bir arayış. Bu arayış doğrudur, yanlıştır ama bu arayışı yok saymak, onu görmezlikten gelmek ve tamamen hani ne bileyim elimine etmeye çaba göstermek Türkiye'nin de görevi değil, Türkiye de böyle bir görevi üstlenmeyecektir."