Avrupa'da bu sene kritik seçimlerin ikincisi de tamamlandı. Hollanda'nın ardından Fransa'da Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen'in karşısında alternatif olarak çıkarılan liberal aday Emmanuel Macron'un kazanması, ‘aşırı sağın püskürtülmesi' olarak yorumlanıyor. ‘Popülizme karşı liberalizmin silkinmesi' olarak da yorumlanıyor. Peki küresel kapitalizmin yarattığı neoliberal düzen alternatif sağa evrilen aşırı sağın yükselişini kesebilecek mi? Avrupa ve küresel düzene etkileri neler olacak? Fransa'da yeni seçimleri, sonuçlarını ve küresel düzene etkilerini gazeteci, yazar ve iktisatçı Ergin Yıldızoğlu ile konuştuk.
Ergin Yıldızoğlu, Fransa seçim sonuçlarının neoliberaller için memnuniyet verici olduğunu belirtirken, ‘popülist dalga' diye tanımadıkları şeyin önünün kesildiğine dair hava yaratmaya çalıştıkları görüşünde. Fakat Yıldızoğlu'na göre bu ‘sistemin son kurşunlarını atması'. "Macron'un ait olduğu blok, o bloğu destekleyen ekonomik koşullar dağılmaya devam ediyor ve o bloğu var eden kültürel duyarlılıklar hızla aşınıyor" vurgusu yapan Yıldızoğlu, liberallerin bir dahaki seçimlerde aynı birlikteliği ve başarıyı göstereceklerinin kuşkulu olduğunu belirterek şu değerlendirmeleri yaptı:
"Buna karşılık, küreselleşme karşıtı, neoliberalizm karşıtı, uluslararası entegrasyona karşı ulusalcılıktan yana olan bir kesim, yerelcilik, yabancı düşmanlığı, güvensizlik, işsizlikten kaynaklanan bir tedirginlik, bunların hepsi güçlenmeye devam ediyor. Bu güçlenmeden sağ partiler yani ırkçı, yerelci, yabancı düşmanı anti-semit ve otoriter eğilimli partiler yararlandılar ve beslendiler. İkisinin arasına girecek herhangi bir üçüncü faktör olmadığı takdirde, bu popülist dedikleri ama aslıda faşist eğilimli akımlar, bu partilerin güçlenmeye devam etmesine yardımcı olacak çünkü bu bir etki tepki meselesi. Eğer bir başka faktör yoksa bu gelişmeye devam edecek."
‘ÜÇÜNCÜ YOL OLMAZSA, FAŞİZMDEN KURTULUŞ İMKÂNSIZ'
Son dönemde liberallerin sürekli gündeme getirdiği ‘popülizm' kavramının her ideolojinin kullandığı bir kavram olduğunu belirten Yıldızoğlu, farklılık yaratan unsurun egemen düzenin yaklaşımı olduğunu kaydetti. Düzenin sağ popülist politikalara müsamaha göstermesine karşılık sol popülizmin ise parçalanmaya çalışıldığına dikkat çeken Yıldızoğlu, bunun da faşizme giden yol olduğu vurguladı:
Yıldızoğlu, "Dolayısıyla, üçüncü faktör ortaya çıkmadığı takdirde de klasik faşizmin aynısı olmayan, çağımıza uyarlanmış bir faşizme doğacak. Bu faşizm ne uluslararası jeopolitik, ne sınıf kompozisyonları, ne kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak 1930'lara benzemiyor. Ama faşist olarak tanıyabileceğimiz bir yapılanmaya gidişten kurtulmak zor gibi geliyor. Madalyonun öbür yüzünde de savaşlar gibi konular var" diye ekledi.
‘EMPERYALİST EMELLERİ GİZLEYEN YENİ SÖYLEMLER'
Günümüzde yaşanan kavram kargaşasına bir başka örnek ise Macron'a ‘enternasyonalist' denilmesi olurken, Yıldızoğlu, ‘küreselleşmeciliğin aslında ‘emperyalizmde' karşılık bulduğunu ve kavramın ‘kibarlaştırılarak' çağa eklendiğini belirtti. "Bir ara Kosova Savaşı sırasında ve daha sonra Irak'ta liberal emperyalizmden bahsediliyordu" diyen Yıldızoğlu "Özgürlükten ve demokrasiden yana olduğunu iddia eden birtakım tipler, Amerikan ve İngiliz askerlerinin gidip oralarda istikrarı sağlayıp demokrasi getirmesi gerektiği, bir önceki sömürgecilikte düşülmüş hataları cezalarının ödenmesi ve gidip oraların tamir edilmesi gibi abuk sabuk, esas olarak da emperyalist politikaları gizlemeye çalışan söylemleri geliştirdiler" anımsatması yaptı.
Macron'a yönelik kullanılan ‘enternasyonalist' mefhumu için "Bunun içinde uluslararası serbest piyasayı, malların ve sermayenin serbest dolaşımı isteği gizli ve bunun adı enternasyonalizm oldu" diyen Yıldızoğlu, "Aksi takdirde bu enternasyonalizm dünya halklarının dayanışması ve dünya çapında yeni bir model ve sistem oluşturulması, Çin, ABD, Rusya ve Avrupa arasındaki çelişkilerin ortadan kaldırılarak yeni bir siyasi düzenlemeye gidilmesi gibi bir plan yok. Bu anlamda bu enternasyonalizm ile nasyonalizmin arasındaki sınır aslında büyük tekellerin çıkarlarının bittiği yerde kendini hemen gösteriyor" vurgusu yaptı.
‘KÜLTÜREL TARTIŞMALARI 1980'LERDE KAYBETTİK'
Bütün mücadelenin kavramların içinin doldurulmasıyla ilgili olduğunu vurgulayan Yıldızoğlu, şöyle konuştu: "Bir zamanlar anti-emperyalizmden bahsedenler, küreselleşmeyi eleştirenler bizim ülkemizde ulusalcı olarak ve liberalizme karşı çıkanlar darbeci ve de dinozor olarak damgalandılar. Ekmek kavgası, sınıf mücadelesi ideolojik ve kültürel biçimler alarak çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla o sınıf mücadelesini, ekmek kavgasını sürdürebilmek için, uygun ideolojik ve kültürel biçimleri geliştirebilmek ve de bunu engelleyen kültürel biçimlere ve ideolojilere karşı mücadele etmek gerekiyor. Ne yazık ki, bizim ekonomist bir damarımız var ve çok kuvvetli. Bu yüzden de kültürel tartışmaları 1980'lerden itibaren kaybettik."
‘GÜÇLÜ EKONOMİLERİN SERBEST PİYASA ARZUSU SAVAŞA YOL YAPIYOR'
Avrupa'daki seçimlerde aşırı sağ önlenmiş gibi gözükse de, tam anlamıyla rahatlama olmadığına da dikkat çeken Yıldızoğlu, vaziyetin küresel ekonomik duruma etkilerini de şu sözlerle izah etti:
‘1930'LARIN AĞIR ÇEKİM VERSİYONU'
Yıldızoğlu, dünya ekonomisinde farklı merkezlerin yükselmekte oldukları ve kendi gereksinimleri doğrultusunda dünya ekonomisinin kurallarını değiştirmek istediklerini anımsatırken, diğer taraftan da var olan egemen güçlerin de, kendi kurdukları dünya düzenini ve kurallarını korumak istediklerine vurgu yaptı. "Bu içinden çıkılmaz bir noktadır ve dağılmaya, sertleşmeye doğru gider" diyen Yıldızoğlu, şu değerlendirmede bulundu:
"Bakıp da ‘şöyle giderse, bundan sonra rahatlarız' diyebilecek bir halde değiliz. En alta, maddi zemine de baktığımızda da dünya ekonomisinde çok ciddi bir durguluk var ve mali krizden bu yana bir büyüme dinamiği kazanamadı. Ama bu durgunluk içinde büyümeye ve gelişmeye devam eden birkaç merkez var ve Almanya da bunlardan bir tanesi. Avrupa rahatlayamayacak dememin sebebi bu. Almanya elindeki kaynakları Avrupa'yı inşa etmek için kullanmayacak çünkü Avrupa'nın geri kalanını kullanarak bu kaynakları inşa ediyor. Dolayısıyla Almanya Avrupa'ya ‘benim dediğim yönde şekilleneceksin ve herkesin hiyerarşik durumu benim saptadığım yerde olacak' diyor ve Yunanistan bunun ilk örneğini gösterdi. Ardından Fransa örneği var. Merkel Macron'a ‘ biz sana yardım ederiz ama önce git reform yap. Benim ekonomimin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde gereken adımları atarsa, sana gereken parayı veririz, sen de bu parayla benden mal alacaksın' diyerek Almanya'nın bu tutumunu gösterdi. Ünlü bir laf vardır' boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor' diye ve büyük güçler arası rekabet, hegemonya savaşları, ciddi ekonomik kriz, mali dalgalanmalar, rejim sorunları sebebiyle çıkmaz bir yerdeyiz. Eğer birtakım olanaklarda değişiklik olursa, belki devrim olanakları olur. Tarihin 1930'ların ağır çekim versiyonlarını yaşıyoruz gibi bir halimiz var."
Peki Türkiye'nin bu düzen içindeki konumu ne? Yıldızoğlu, Türkiye'nin bu düzenin giderek kaotik bir parçası haline geleceği öngörüsünde bulundu:
"Birincisi, Türkiye neoliberal düzenin parçası olmak istiyor ama ekonomisi neoliberal sisteme göre işlemiyor. Neoliberalizmde de piyasa serbest rekabetçi olarak işlemez ama görünüşte piyasanın serbest rekabetçi olarak işlediğini iddia etmek mümkündür. Bizim memlekette artık böyle bir şey kalmadı. Ne ihaleler, ne devlet yatırımları ne de başka bir şeyler birtakım siyasilerin kararları olmadan gerçekleşemiyor ve devletin gelirleri de ulufe gibi dağıtılıyor. Bu durum ahbap-çavuş kapitalizmine dönüşmüş durumda ve rant üzerinden çalışıyor."
‘ÜÇE BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE'
Yıldızoğlu, diğer yandan Türkiye'de artık mülkiyet güvencesinin de kalmadığına "Bir anda mülkiyetinizi kaybedebilirsiniz ve hesap soracak bir merci de yok" sözleriyle işaret etti. Bu durumun ülke dışında dikkat çektiğini belirten Yıldızoğlu, "Bu şartlarda gelip burada yatırım yapmak düşüncesi mümkün değil. Ancak sıcak para gelir, vurur ve çıkar gider, burada bir sorun yok" dedi.
Diğer yandan Türkiye'de ülkenin bir yarısının diğer yarısının yönetimini kabul etmediği, kabul edenlerin diğer kesimden nefret ettiği bir atmosfer yaratıldığına dikkat çeken Yıldızoğlu, "Üstelik bunu aşamayacağı da anlaşılmış durumda ve Kürtleri de katarsak ülkede üç toplum oluşmuş vaziyette. Böyle bir istikrarsız ülkeye, dışarıdaki meşruiyetini uzun süre koruyamaz" diye konuştu.
Yine Türkiye'nin Suriye politikasının ‘yüze göze bulaştırıldığını' anımsatan Yıldızoğlu, "Suriye'de akan kanda bunların da parmağı var. Bu durumu da dışarıdakiler görüyorlar. IŞİD ve diğer radikal gruplarla bağlantılar da şu veya bu biçimde birçok yerde konuşuluyor, ortaya çıkmış vaziyette. Dışarıda özellikle Rubin dışında, Amerikan basınında çokça konuşuluyor ve bunlar çok tatsız" vurgusu yaptı.
Bir diğer faktörü ‘politikacıların bilgisizliği' olarak sıralayan Yıldızoğlu, "Bu ülkenin dış politikasını yönetmeye çalışanların dünyadan haberleri yok" dedi ve şu değerlendirmede bulundu:
"Bu durum o kadar çağrıcı ki, Hindistan'a gidiyor ve Kaşmir konusunda arabuluculuk etmek istediğini söylüyor. Duyar duymaz hayret ettim. Birbirini dibinde, iki nükleer silah sahibi ve birbirinden ödü patlayan iki ülke orada ve senin ne alakan var. Bugüne kadar hiçbir dış politika projeleri başarıya ulaşmadı. En parlak zamanı Davutoğlu idi ve dönüp baktığımızda, Türkiye konferans salonuna dönmüş ve başka da bir şey yok."
Bu tablonun ‘vahim bir durum' ortaya çıkardığını belirten Yıldızoğlu, ‘dış meşruiyet' açısından sorunlu tablonun gidişatına şu sözlerle işaret etti:
"Hata yapmak olasılığı çok yüksek ve bizim bölgede hataların maliyeti çok hızlı artmaya başladı. Siyasal islamın entelijansiyasının yazdıklarını izlemeye çalışıyorum ama yaslandıkları fantezileri gördükçe korkuyorum ve dış politikaya da bunların bir kısmı yön veriyor. Dolayısıyla vahim durumdayız. İçeride istikrar beklemiyorum, 2019 seçimlerinden bahsediyorlar ama bu tarihte seçim olup olmayacağı bile şu anda belli değil. Batı ülkeleri için Türkiye artık stratejik bir ortak değil, hatta müttefik kategorisinde bile üzerinde soru işareti var. Şimdi artık alışveriş ilişkisi kurulacak bir ülke olarak tanımlıyorlar. Böyle bir ilişki kurulduysa, alışveriş bitince başka yere gidersiniz, beraber bir gelecek düşünmezsiniz bir daha onunla alışveriş yapana kadar. Dolayısıyla Türkiye'nin bundan 10 sene evveline göre, meşruiyetini yitirdiğini söyleyebiliriz ya da en azından 10 sene önceki meşruiyetine sahip değil bugün. Türkiye'ye 2007 döneminde meşruiyet sağlayan akıl, yazarlar, çizerler, dış politikacılar, analistler, akademisyenler o dönem söylediklerinin tam tersini söylüyorlar şimdi ve Türkiye'nin dış meşruiyet söylemini şu anda kimse kurmuyor."