Bilindiği gibi AB’nin amacı, Avrupa’ya gelen mülteci akınını Türkiye’nin yardımıyla azaltmak. Türkiye ise buna itiraz etmiyor ancak bir takım şartları var: Türk vatandaşlarına Schengen vizesi muafiyeti, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ilerlemenin sağlanması, mülteciler için 3+3 milyar euro’luk para yardımı vs.
Peki bu şartlarda tarafların zirvede anlaşması ne kadar mümkün? AB, Türkiye’ye yönelik tavizlerde bulunur mu?
Konuyla ilgili Sputnik Haber Ajansı’na konuşan Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanlığı Strateji Geliştirme eski Başkanı, (E) Büyükelçi Murat Bilhan şunları söyledi.
Bu arada kendi aralarında farklı görüşlere sahipler. Aslında şu ana kadar görülen şu: 28 Avrupa Birliği ülkesinin neredeyse tamamı bu mülteci konularında farklı düşünüyor. Bunların lokomotifi durumunda olan Merkel’in başını çektiği Almanya ise, bu işten tamamen bedava sıyrılmak imkanı olmayacağı için mecburen bir takım tavizler verir gibi göründü. Mültecilere ‘açık kapı’ politikası diyorlar. ‘Açık kapı’ politikası değil tabi bu. Merkel’inki de ‘açık kapı’ politikası değil. Ama bazı ülkelere nazaran nispeten daha liberal davranış gösteriyor. Ama Almanya’da seçimlerin yapılması Merkel’in elini biraz zorlaştırdı. Zorlaştırdığı için Türkiye ile olan yaklaşık 10 gün evvel yapılan toplantıdaki teklif değişimi, Türkiye’nin bir teklif getirmesi, liderlerin de onu kabul etmeleri bir mesele oldu. Çünkü buna şiddetle karşı çıkanlar oldu; bizzat Almanya’nın içinde olduğu gibi başka ülkelerde de.
Onun için Avrupa’da tek seslilik ve homojen bir duruş sergilenemiyor. Şimdi bunu nasıl tecelli edecek, nasıl görülecek, bunu yarın göreceğiz. Fakat burada çifte standartlar ve nahoş durumlar var. Şimdi bir kere Türkiye’nin durumu şöyle: Türkiye çok fazla mülteciyi zaten almış durumda, daha fazlasını kaldırabilecek gücü yok, ekonomik gücü de yok, yer bakımından da müsait değil ve güvenlik bakımından da sorunlar yaratmaya başladı. Nitekim Türkiye’nin içinde de tırmanan terörün sebeplerinden bir bölümü Suriye meselesi. Yani Suriye meselesi nedeniyle de Türkiye’nin içinde terör tırmanıyor, sadece Türkiye’nin iç sebeplerinden dolayı değil. Onun için bu, Türkiye’nin sancılarını arttırıyor. Bir de bunun ekonomik boyutu var. Ekonomik boyutunda zaten Türkiye Avrupalılardan ciddi bir yardım talebinde bulunmadı. Şunu söylüyor Türkiye: Çok ağır bir yük altına girdik. Şimdi bu ağır yükün uluslararası toplum tarafından paylaşılması lazım. Çünkü bu, uluslararası bir sorun. Türkiye’nin bizzat kendi sorunu değil. Bunu görmek lazım. Ve bunu görmeyenlere göstermek gerekiyor.
Onun için müzakerelerin çok kolay geçmeyeceğini zannediyorum. Bunun yanında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinden ben kişisel olarak ümitli değilim zaten. Yani Türkiye’nin hala bu arzuyu taşıyıp taşımadığı da soru işareti. Fakat şu var, Avrupa standartları Türkiye’nin çıtasını teşkil etmesi gerekiyor. Avrupa, daha ileri standartları, yaşam düzeyi yüksek olan standartları ile bir gösterge. Bu göstergelere Türkiye’nin ulaşması ve bunları geçmesi lazım. Türkiye’nin bunları, AB üyeliği ile bağlantılı olarak değil, AB üyeliğinden bağımsız olarak bu çıtaları aşması gerekir. Onun için Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ben iki tarafta da bir isteksizlik olduğunu zannediyorum. Yani Türkiye her ne kadar ‘AB projesi Türkiye’nin stratejik bir seçimidir’ dese de, bu stratejik seçimin gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Hem Avrupalılar bakımından hem Türkiye bakımından.
Vize rejimine gelince, vize rejimi konusunda Türkiye, herkese serbest, liberal bir vize rejimini uyguluyor. Ama bazen öyle durumlar oluyor ki, mütekabiliyet gereği Türkiye’nin vize uygulamak mecburiyetinde kaldığı durumlar da var. Şimdi bu geri kabul anlaşması Türkiye’nin önüne bir engel diye çıkarıldı. Bunun 72 tane şartı var. Bu şartlara uyan ülkeler ancak serbestçe, vizesiz olarak Avrupa’ya gelebilirler diye bir standart konmuş. O standartlara da Türkiye ne ölçüde uyar, o da ayrı bir konu. Fakat bu kadar çabuk, Haziran sonu gibi Türklerin talep ettiği süreler içinde vize serbestisinin uygulanmasını ben gerçekçi görmüyorum. Yani bunu Avrupalılar herhangi bir bahane bulup bunu vermemenin yollarını arayacaklardır.
Kaldı ki, Avrupa’da Türkiye aleyhtarı lobi büyümektedir. Çünkü şöyle düşünüyorlar: Türkiye bir İslam ülkesidir. Ve Türkiye’de de bunu İslam ülkesi diye görmek isteyen çok kuvvetli bir lobi var. Yani Türkiye’yi bir İslam ülkesi olarak göstermek ve böyle kabul etmek, böyle değerlendirmek. Böyle değerlendirince Türkiye kültürel bakımından Avrupa’dan farklılaşmış oluyor. Bu farklılaşmayı ben reddediyorum. Çünkü böyle bir şey, Türkiye’nin çoğrafi ve tarihi gerçeklerine uymuyor. Yani Türkiye sadece ve sadece bir İslam ülkesi değil. Türkiye tarihi olarak Avrupa’nın da Asya’nın da bir parçası, aynen Rusya’nın olduğu gibi.
Dolayısıyla, bunları çok gerçekçi bir gözle görmek lazım, gerçekçi bir pencereden bakmak lazım. Bunun bence polemiğini yapmamak, Türkiye’nin talep ettiği parayı da tabiri caizse at pazarlığı şeklinde tanımlamamak lazım. Bu mültecilerden dolayı Türkiye’nin üzerindeki mali yük çok fazla. Bu fazla yükü uluslararası toplum paylaşmak mecburiyetinde. Türkiye mülteci konusunda elini çekerse o zaman sadece köprü haline gelir. Ve köprü olarak olduğu gibi üzerinden geçen bütün mültecileri Avrupaya pass eder. Bu da Avrupa’nın hiç işine gelmez. Şimdi Avrupa burada elini taşın altına koyup bunların mali masraflarını yüklenmek mecburiyetindedir. Yani Avrupalılar için bu bir mecburiyettir, yoksa Türkiye’ye verilmiş bir lütuf değildir.