T24’ten Hazal Özvarış’a konuşan Nazenin Elçi’nin açıklamaları şu şekilde:
Tahir Bey’in ölümü ardından anlatılanlardan hem 1998’de, hem 1993’te JİTEM merkezinde işkence gördüğünü öğrendik. Bu anılar sen büyürken duyduğun, evde anlatılan hikâyelerden miydi?
Hayır. Bir yerlerden biliyordum, ama bunu hiçbir zaman evde açıkça konuşmadık. Beni uzak tutmaya çalışıyorlardı. Çok küçükken bir gün babamın bürosunda, kitaplarının arasında bir bilgilendirme kitapçığı görmüştüm, içinde işkence görmüş insanların resimleri vardı. Onu görünce şok olmuştum. Küçüktüm, ama ne olduğunu anlamıştım. O kitabı karıştırdığımı görünce babam çok üzülmüştü.
1992’den itibaren bölgede insan hakları avukatlığı yapan, katliamları, faili meçhulleri ortaya çıkarmaya çalışan bir babanın çocuğu olmak ne demek; büyürken başka nelere tanık oldun?
Annem ve babam her zaman davaları konuşurlardı. Anlatılanlar ne kadar trajik olursa olsun başka hayatlarla ilgiliydi. Bana farkındalık kattı, ama acıyı kendin yaşamakla aynı değil.
“Sürekli haber takip ediyordum”, bölgede yaşamayan akranlarının sık kurmayacağı bir cümle.
İstanbul’a gelip de Diyarbakır’dan uzak kalmakla ilgili bence. Orada bir şeyler oluyor ve ne olduğunu öğrenmek için haberlere bakıyorum. Mesela, 40’ı aşkın kişinin öldüğü 6-8 Ekim Kobanê olaylarında… O zaman yurtta kalıyordum ve çok farklı bir dünya vardı. Herkes dersleriyle, sosyal hayatlarıyla ilgileniyordu. Ben de bunun parçasıydım. Ama bu durum bana acı geliyordu; insanlar ne olduğunun farkında değildi. Çocukluğumu geçirdiğim sokaklarda insanlar birbirlerini öldürüyordu. İkide bir haberleri açıp ne oldu, ne bitti diye bakıyordum.
Sen Kürt olduğunu ne zaman fark ettin? Bu yüzden ayrımcılığa uğradığın oldu mu?
Fark etmek gibi bir durum yoktu, her zaman Kürt olduğumu biliyordum. Evet rahatsızlık verici tepkilerle karşılaştım.
Hukukçu olmaya ne zaman karar verdin?
3-4 yıldır istiyordum. Babama “Avukat olacağım” dediğimde şaşırdı, durdu, düşündü biraz ve “Yok ya” dedi. Neden diye sorunca, “Çok zor, çok tehlikeli, gerek yok” dedi.
'PİŞMAN DEĞİLDİ'
Tahir Elçi’nin gözaltına alınmasına yol açacak “PKK terör örgütü değildir” dediği CNN Türk’teki programı izlemiş miydin?
Normalde izlerdim. O akşam o programa çıkacağını bilmiyordum. Ertesi gün okulda yanımda oturan arkadaşım Ekşi Sözlük’e bakarken sayfanın solundaki listede babamın adını gördüm. İyi bir şey olsa en çok konuşulanlar arasına girmez diye düşündüğüm için kötü oldum. Açıp okuyunca öğrendim haberi. Sonra aradım, konuştuk. “Böyle bir şey demişsin baba, çok olay olmuş” dedim, o da “Evet, olay oldu da önemli değil” dedi, pişman değildi.
Gözaltına alındığında neredeydin?
Sonra savcının odasından çıktı, beni gördüğünde ilk söylediği şey “Sen neden okula gitmedin?” oldu. Güldüm, “Gelmek istedim baba” dedim. Sonra onu alıp hâkimin yanına götürdüler. Ben de izlemek için ısrar ettim. Ve babamı, hâkim karşısında savunmasını dinledim. Söylediklerinin arkasındaydı, yanlış anlaşılmasına sebep olan o cümleyi hukuki gerekçeleriyle açıkladı. Şimdi diyorum ki iyi ki o gün oraya girip onu dinlemişim. Çünkü o kadar etkilendim ki. Çok kendinden emindi. Duruşu o kadar etkileyiciydi ki… Babama bir kere daha hayran kaldım.
Tahir Elçi gözaltından çıktıktan sonraki 31 gününüz nasıl geçti, neler konuştunuz?
Bir tehlikenin olduğunu biliyordum. O bana “Korkma” diyordu ama sürekli tehditler aldığını biliyordum Twitter’dan. O da söylüyordu ama korkutmamaya çalışıyordu. İçten içe gergin olduğunu düşünüyordum ama bize göstermek istemiyordu. Daha çok annem gergindi. Tedbirli olmaya çalışıyordu. Sürekli dışarı çıkarken “Dikkat et” diyordu. Babam daha rahattı.
‘HALA İNANAMIYORUM’
28 Kasım günü haberi nasıl aldın, neredeydin?
Türkan Elçi ilk konuşmalarında ‘suikast’ dedi, fakat Aralık, 2015’te Amberin Zaman’a “Büyük ihtimalle polis diye düşünüyorum. Kişisel tepki mi, organize mi bilmiyorum. Kaza da olabilir” dedi. Sen ne düşünüyorsun?
Ben şöyle düşünüyorum; bir kaza olduğuna hiçbir zaman inanmadım, inanmıyorum. Kişisel de değildir, organize olduğunu düşünüyorum. Ve ‘neden yapsınlar’ diye sorarsanız da babam her zaman “Barış istiyorum” diyordu. Ve onun gibi düşünen çok fazla insan yoktu. Barış isteyen sadece halk var. Babam da barışı istemeyen, söyledikleri işlerine gelmeyen, sözlerinden rahatsız olanlar tarafından öldürüldü. Suikasttı.
'ADALET YERİNİ BULACAK DEMEK ÇOCUKLUK OLUR'
Hem Tahir Elçi’nin kızı, hem de hukukçu olmak isteyen Nazenin Elçi olarak, sen soruşturma sürecini ne kadar takip edebildin, soruşturmanın gidişatı olayın aydınlatılması yolunda hukuka dair sana bir ümit veriyor mu?
Hiçbir umudum yok. Kaç gün olmuş hiçbir şey bilmiyoruz ve bilmeyeceğiz. “Katili bulacağız, adalet yerini bulacak” demek saflık, çocukluk olur.
'UMUTSUZUM ÇÜNKÜ…'
Bir yandan yıllardır saklanan katliamları belgeleyip yargının gündemine sokan bir Tahir Elçi gerçeği varken bunu demene yol açan ne; örneğin Hrant Dink cinayetinin çözülmemesi mi?
Evet. Umutsuzum çünkü katliamları belgeleyip yargının gündemine getiren bir Tahir Elçi artık yok. Babam gibi cesaretli ve dürüst bir hukukçunun yetişmesi kolay değildir. Bu özelliklere sahip insanların kıymetinin bilinmemesi beni bu noktada üzdü.
Senin, sizin devletten talebiniz ne? Failin bulunması mı yoksa 80 darbesinden önce öldürülen Savcı Doğan Öz’ün “Aile olarak hiçbir zaman tetikçinin peşinde koşmadık” diyen kızı Bengi Öz’ün dediği gibi cinayetin arkasındaki teşkilatın nasıl bir teşkilat olduğunun ortaya çıkması mı?
Aynen öyle. Tetikçiyi bulmak, kurşunun kimin silahından çıktığını bilmek çok önemli olsa da onu kimlerin yönlendirdiğinin bilinmesi çoğu şeyi çözer. Ama işin arkasında kimin olduğunu ortaya çıkarmak bana imkânsız gibi geliyor. Çünkü devlet istemediği sürece bu cinayet çözülmez.
Bunları söyleme konumuna getirişmiş bir insan ülkeye dair ne düşünür; örneğin “Türkiye’de doğmasaymışız” aklından geçen cümlelerden biri mi?
Türkiye’nin nefret dolu bir ülke olduğunun hep farkındaydım, ama babam ölene kadar hiçbir zaman başka bir ülkede doğsaydım diye düşünmedim.
Robert’ten arkadaşlarının ‘Yanındayız’ yazılı bir pankartın arkasında çektirdiği fotoğrafı gördük. Görmediğimiz neler oldu?
O pankart tamamen arkadaşlarımın fikriymiş. Ben yokken öğrencilerin çıkardığı okul gazetesinin o sayısı babama ithaf edildi. Okul yönetiminin de istediği benim okula geri dönüp normal hayatıma devam etmem. İyiliğim için beni bu konulardan uzaklaştırmak, eski hayatıma geri döndürmek istediler.
Şu an hayat senin için, sizin için nasıl devam ediyor?
Bu benim için farklı, annem için farklı, kardeşim için çok farklı… Ben her ne kadar dediğim gibi günlük işlerimi yapsam da, okula gitsem de gelsem de kafamda sorular var.
Senin soruların neler?
‘DİYARBAKIR ÇOK TEHLİKELİ BİR YER OLDU’
Ailen dışında birilerine zarar geldiğinde ne hissediyorsun?
Haberlerden okumak çok ayrı, ben de herkes gibi haberlerden okuyordum. Görmüyorsun çünkü orada ne olduğunu. Geçen hafta İstanbul’dan 106 kişinin geldiği barış toplantısına gittim. Annemle Rakel Dink konuşma yaptı, onlardan sonra Sur’da yaşayan bir aile çıktı ve oradaki anne herkesin karşısında kızının tişörtünü çıkarıp vücudundaki yaraları gösterdi. Ve o an benim için her şey değişti. O savaş, her ne kadar haberlerden okuyup “Bugün yine insanlar öldü”, “O kadın evinde vuruldu”, “Şu kız annesinin cenazesini pencereden izledi ama gidip alamadı” haberlerini okuyorsun ama görene kadar anlamıyorsun. O gün o insanların konuşmasını dinleyince daha bir gerçek oldu ve alt üst oldum, Diyarbakır çok tehlikeli bir yer oldu.
Senin barışa dair bir umudun var mı?
Umutlu olmak çok zor, ama barışı sürekli umut etmek zorundayız.