Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye kapınıza gelip yalvaracak bir ülke değildir. Kabul ederlerse girer, kabul etmezlerse kendi yoluna bakar.” ifadesini kullandı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da Brüksel’de yaptığı açıklamada, “AB bizi almazsa, buzdolabının önünde beklemeyiz, dondurulup dondurulmayacağımızı görmek için. Tarih akar ve biz de tarihin içinde akarız ve bazen tarihin önünde akarız.” dedi.
Aslında Türk liderlerinin benzer açıklamalarını daha önce de duyduk. Ancak bu açıklamalar, her defasında bazı özel olaylara bağlıydı. Örneğin, Erdoğan, 14 Aralık operasyonuna AB’den gelen eleştirilerle ilgili olarak, “Türkiye’ye demokrasi dersi vereceklermiş. Buraya gelsinler de Türkiye demokrasi dersi versin.” demişti.
Siyaset uzmanı Stanislav Tarasov, bu konuda şu değerlendirmede bulundu:
"Türkiye’nin AB’ye baskısı, enerji alanında Rus-Türk işbirliğinin genişlemesiyle ilgilidir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ankara ziyareti sırasında, Güney Akım boru hattını Türkiye’ye yönlendirileceğini açıklamasının ardından Avrupalı uzmanlar, Türkiye’nin hem Ortadoğu’daki etkisinin arttığını, hem de AB ile müzakere sürecinde konumunun güçlendiğini itiraf etmişlerdi. Ukrayna krizi bağlamında Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımlara katılmayı reddeden Türkiye, Rusya ile karşılıklı ödemelerde ulusal paralara geçmeye hazır olduğunu ve Avrasya Ekonomik Birliği ile serbest ticaret bölgesine katılabileceğini açıkladı. Bunun üzerine Batı, ciddi şekilde 'Türkiye’nin kaybedilebileceğini' konuşmaya başladı. Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Joschka Fischer, Batı’nın Türkiye’ye 'bağımlı ortak' gözüyle baktığı dönemin çoktan geride kaldığını söyledi. Ülke, bugün G-20 üyesi ve birçok AB ülkesinden farklı olarak ekonomik kalkınma hızı saygı uyandırıyor.
Ancak tüm bunlar, Brüksel-Ankara ilişkilerini neredeyse hiç etkilemiyor. Neden? Nedeni çok. Birincisi, Türkiye’nin mevcut dış politikası AB’nin işine gelmiyor. Avrupa, Türkiye’nin AB üyeliğinin Ankara'nın Ortadoğu’daki konumunu güçlendireceğinden korkuyor. Böyle bir perspektif AB’ye yaramıyor. Avrupa, eskiden, Türkiye’nin yüz çevirmesi halinde hiçbir şey elde etmeyerek Batı’yı kaybetmekle şantaj yapıyordu. Oysa şimdi, Doğu’da, özellikle de Avrasya’da, katılımı durumunda Türkiye’ye büyük yararlar sağlayacak ciddi entegrasyon süreçleri gelişiyor.
İkinci neden, Avrasya kıtası derinliklerinde Avrupa adına hareket etmek yerine Türkiye’nin öncelikle “işi tatlıya bağlayarak Avrupa’nın kendisini işgal edeceğinden” açık şekilde korkmaları.
Ünlü yazar Orhan Pamuk’un dile getirdiği paradoks da çok ilginç: Türkiye, 10 yıl önce Avrupa’nın bir parçasıydı ve AB üyeliği an meselesiydi, şimdi ise hiçbir zaman olmadığı kadar Avrupa’dan uzak. İngiliz The Guardian gazetesi de, “Avrupa’nın Türkler için yüksek umutları ve efsaneler kıtası olmaktan çıktığı” görüşünde. Üstelik Türkiye’nin ulusal egemenliğinin önemli bir kısmını Brüksel’deki bürokratlara emanet etmeye ve ikinci Bulgaristan’a dönüşmeye hazır olduğu söylenemez.
Zaman gazetesi köşe yazarı Gökhan Bacık’ın, Türkiye’nin garip dönemden geçtiğini, zira diplomasisinin siyasi kutuplar arasında gidip gelme sanatını öğrendiğini ve şimdi yeni bağımsız kararlar alma becerisini kazanmanın zamanı geldiğini söylemesi bir tesadüf değil.