Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kesin bir dille Fransa’da yaşanan “katliamların arkasında ırkçılık, nefret söylemleri ve İslamofobinin yattığını” söyledi.
Olayı birkaç başlıkta tahlil etmek gerektiğini, saldırının faillerinin Fransız vatandaşı olduğunu hatırlatan Erdoğan, “Fransız vatandaşları böyle bir katliamı işlerken faturanın kesildiği yer Müslümanlardır, bu çok manidardır” dedi.
Siyaset Uzmanı Stanislav Tarasov’un konuya ilişkin yorumu şöyle:
Paris’te birçok yabancı ülke liderinin katıldığı sözde “Birlik Yürüyüşü” düzenlendiğinde Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Edirne’de yapılan İl Müftüleri İstişare Toplantısı’nda, kurbanların ulusal ve dini kimlikleri ne olursa olsun uluslararası toplumun işlenen katliamlara eşit derecede tepki göstermesi gerektiğini söyledi. Görmez, “Vahşete dayalı ölümlerin, Şam’da, Bağdat’ta olmasıyla Paris’te olmasının farkı yoktur. Son 10 yılda İslam coğrafyasında acılarla kıvranan 12 milyon insan katledildi, yok edildi. Geçen hafta Paris’te yine hiçbir şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklıselimin kabul etmeyeceği 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik” şeklinde konuştu. Ardından da, “Eğer dünya bu ölümlerin hepsine, katliamların tamamına bir mezhep, coğrafya ayrım yapmaksızın aynı tepkiyi vermiyorsa işte o zaman insanlık tümüyle ölüme mahkûmdur” diye ekledi.
Öte yandan ünlü medya patronu Rupert Murdoch’un, “bütün Müslümanlar cihatçılardan sorumludur” mesajına, Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Bu kolektif suç anlayışı, Nazi hareketinin çıkmasına sebep olan anlayıştır” şeklinde sert tepki verdi.
Sosyologlar, Avrupa ve ABD’de İslam’a karşı düşmanlığın artmasıyla birlikte bu eğilimin kalıcı nitelik kazandığını saptadı. Bu, bir moda veya marjinal bir akım değil. Daha önce toleranslı olarak gösterilen Avrupa’nın “orta kesiminin” de bu eğilime kapılması, Avrupa ülkelerinde iki ve hatta üç kuşaktır yaşayan Müslüman göçmenlerin haklarını savunanlar arasında büyük endişeye neden oluyor. Bu sorun, sistematik bir nitelik kazandı.
İKTİDARA SAĞCILAR GELİYOR
Bu soruna dikkat çekmemizin diğer bir nedeni daha var. Türkiye, AB ile entegrasyon diyaloğunu başlattığında, Avrupa niteliksel olarak tamamen farklıydı. Çoğu politikacıları, ABD gibi Avrupa’nın da kendi “eritme potasında” hak ve özgürlükler açısından herkesi eşitleyeceğine inanıyordu. Oysa şimdi Avrupa’da İslamofobiyi kışkırtan ve özendiren faktörler mevcut. Avrupa’nın birçok ülkesinde, liberal ve hatta sosyalist siyasetçiler yerine iktidara, hoşgörü fikrini reddeden sağcılar geliyor. Sağcılar, Avrupa kültürüne ve kamusal alanına giden yolu Müslüman göçmenler için kapatıyor ve bununla birlikte İslam ve Müslümanlar hakkında bilgi ve anlayışlarını derinleştirmek niyetinde değiller.
Bu yüzdendir ki, Türkiye Başbakanı Davutoğlu, Berlin’de Türk gurbetçilere seslenirken Cumhuriyet’in eninde sonunda Avrupa Birliği üyesi olacağını ve ülkenin böyle bir statü kazanması için gereken reformları hayata geçireceğini söyleyince, hemen sorular ortaya çıkıyor. Türkiye gerçekten de liberal Avrupa standartlarına özenmeye çalışıyor. Ancak mesela şu ki, Türkiye bu süreci tamamladığı zaman Avrupa kendisi Türkiye’den vazgeçebilir. Bu durumda Türkiye’nin yeni reformlar yoluna girmesi gerekecek. Bunun için de daha fazla zamana ihtiyacı olacak.
Doç. Dr. Kürşat Zorlu, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik egemenliğinden vazgeçmek gibi bir niyeti olmadığını söyledi. Uzmana göre, ülkenin Rusya ve Avrasya Birliği dahil yakın coğrafyada bulunan ülkelere yüz tutması ve AB üyeliğinin vereceği kazanç ve kayıpları doğru şekilde değerlendirmeye hazır olması gerekir. Türk uzmanının bu söylediklerine ekleyecek bir şeyimiz yok."