‘Karadeniz’de tanık olduğumuz şey devlet eliyle korsanlık’
‘Bu saldırılar Türkiye’nin çıkarlarına açıkça bir tehdit’
“İkinci tehlikeli yönü; münhasır ekonomik bölge. Karasuları bir devletin toprağı sayılır ve o devletin yasaları o karasularında geçerlidir. Yani ha altı millik, on iki millik karasularınıza bir devlet girmiş de orada bir hareket yapmış, ha sizin ülkenize, karaya ayak basıp da o hareketi yapmış; bunlar arasında bir fark yok. Onun dışında kıta sağlığı ve ekonomik bölge kavramları, kıyı devletine belli mesafelere kadar, özellikle doğal kaynakların işletilmesi, balıkçılık gibi faaliyetler açısından özel yetkiler ve haklar tanıyan bölgelerdir. Yani o bölgelerde sizin karasularınızda ve ülkenizin kara kısmında uyguladığınız yasaları o şekilde uygulamamanız gerekir. Ancak oradaki çıkarlarınızı korumak için herhangi bir harekette bulunmayacaksınız demek değildir. İkinci yönü dediğim budur. Yapılan hareket, Türkiye'nin ekonomik çıkarlarının bulunduğu, sınırları belli bir bölgede, bize ait, bizim hakkımız hukukumuz olan, çıkarımız olan bölgede, devletlerin ister kıyıdan olsun ister kıyısı bulunmasın o denize, bu tür farklılıkların bizim çıkarlarımıza doğrudan doğruya tecavüzdür, haklarımıza tecavüzdür. Bu ikinci yönü.
Ama bunun bir başka yönü daha var; bu hareketlerin bizim ekonomik bölgemizde süre gitmesi ve bunlara bizim hiçbir şekilde müdahale etmememiz, bu hareketlerden zarar gören üçüncü ülkelerin Türkiye'ye bakış açısını değiştirir. Yani söylemek istediğim gayet açık. Rusya Federasyonu'nun bir noktada Türkiye'ye, ‘sen ne yapıyorsun kardeşim, bunlara göz yumuyorsun herhalde’ demesine yol açar. Herhalde bu çok arzu ettiğimiz bir şey olmasa gerek.
Olayın Türkiye açısından üçüncü vahim yönüne bakalım; Montrö Sözleşmesi. Montrö Sözleşmesi gayet açık. İkinci maddesinden altıncı maddesine kadar ticaret gemilerinin boğazlardan geçişini düzenler. Buradaki kural son derece açıktır; yükü ne olursa olsun ticaret gelirlerinin savaş dönemleri dahil, Türkiye savaşan taraf dahi olsa boğazlardan serbest geçişlerini engellemek mümkün değildir. Montrö buna izin vermiyor. Montrö Konferansı’nda İngilizlerin özellikle üstünde durdukları husus buydu; ticaret gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesi. Şimdi hal böyle olunca boğazlardan serbestçe geçen bu ticaret gemilerinin Rusya'ya dahi ait olsa, hatta Rusya'ya silah dahi götürüyor olsa, çünkü ‘yükü ne olursa olsun’ diyor. Kısıtlama sadece şu; iki tane kısıtlaması var: Gemide hastalık olması, salgın hastalık olması halinde bazı tedbirler almak zorunda. Bir de Türkiye kendisini savaş tehdidi altında görürse, bu gemiler Türkiye'nin belirleyeceği rotalardan geçerek çıkmak zorundalar. Sınırlamaların hepsi bu. Dolayısıyla ticaret gemilerinin hele bugünkü koşullarda, Rusya-Ukrayna savaşında, hele üçüncü ülkelere ait gemilerin herhangi bir biçimde saldırıya uğraması, savaş nedeniyle saldırıya uğraması kabul edilir bir davranış değildir. Deniz haydutluğu bu, açıkça söyleyeyim.”
‘Türkiye bu tabloyu ciddiye almazsa hem caydırıcılığı hem Montrö riske girer’
“Durum hiç hafife alınacak şekilde değil, bu açıkça söyleyeyim. Türkiye’nin çıkarları açısından üç noktada çok ciddi tehdit var. Hele hele yarın öbür gün Türk tankerinin veya herhangi bir gemisinin vurulması halinde, buna istemese de, yani Cumhurbaşkanının açıklamasını ben biraz gönülsüz de olsa mecbur olduğu bir açıklama olarak görüyorum. Ki, gerçek durum budur. Türkiye'nin tabiri caizse eli mahkûmdur. Şu anda zaten Türkiye’ye yapılan hareket, sınırlı dahi olsa çıkarlarının ve haklarının bulunduğu bir bölgede gemilerin bir devlet tarafından batırılması ve bunu engelleyememesi gibi bir görüntü verilmiştir. Bu zaten yeterli bir kayıptır. Yani bu bir caydırıcılık kaybı, itibar kaybıdır. Türkiye bunun ilelebet sürmesine ve daha da ileri gidip, kendi çıkarlarını korumaktan aciz devlet durumunda eli kolu bağlı beklemesine izin vermez. Yani hiçbir şey yapmak istemeyen bir hükümet dahi olsa kendisini bunu yapmak zorunda hissedecektir. Çünkü birçok koşullar bunu zorlayacaktır. Onun için Türkiye'nin gerçekten bu işi çok ciddiye alıp bunu yapan ülkeleri ve onların destekçilerini açık bir şekilde uyarması lazım. Bunu ille basın yoluyla yapması şart değil, hatta yapmamasında da yarar var. Ama yüz yüze ‘Bunu yapmayın, ben tedbir almak zorunda kalacağım’ demekle yükümlüdür. Bu ülke çıkarlarını korumak açısından bir mükellefiyet.
İkinci husus, Türkiye bu tür olaylarla, Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasına izin vermemesi lazım. Bu bizim açımızdan yaşamsal bir konu ve bizi Ukrayna savaşının dışında tutan elimizdeki tek koz ve yetki bu sözleşmeden geliyor. Montrö özellikle Türkiye'nin istemeden bazı savaşlara dahil olmasını önleyen sözleşmedir. Nitekim Ukrayna savaşı bunun böyle olduğunu bir kez daha en açık biçimde kanıtlamıştır. Şimdi burada benim mutlaka böyle olmuştur demek istemediğim, fakat büyük ölçüde böyle olduğu inancında olduğum bir husus var. O da, ben Ukrayna'nın bu etkinliklerinin arkasındaki devletin Amerika Birleşik Devletleri olduğunu düşünüyorum. Bunun tek nedeni var; ABD yıllardır ısrarla bu sözleşmeden kurtulmak… çünkü taraf değil ve bu sözleşmemi getirdiği kısıtlamalara tabi olmak istemiyor. Neden? Çünkü dünyanın her yerinde olduğu gibi Karadeniz'de de Rusya'nın karşısına çıkmak istiyor. Çıkmak istiyorsun ama sen bunu başka yerlerde yap, benim burnumun dibinde yapma. Çünkü bir hır çıkarsa bundan ben etkileneceğim. Türkiye'nin tutumu budur ve bu olmak zorundadır. Türkiye, Atatürk'ün ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesi hiçbir şey olmayan bir ülkenin kalkınmasını, refahını sağlamak için her türlü savaşın ve çatışmanın dışında kalmak ihtiyacından doğmuştur. Bugün de durum değişik değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin savaşlarda, kavgalarda yer almak çıkarına değildir. Türkiye Cumhuriyeti bütün bu çatışmaların dışında kalıp kendi refahını, kalkınmasını sağlamaya çalışmak zorundadır. Buna devam etmek zorundadır. Onun için burada Türkiye'nin hakikaten bu konuyu çok ciddiye alıp bu işin içinde olduğunu düşündüğü… ben eminim Dışişleri Bakanlığımızda bu konuda benim sahip olduğumdan çok daha fazla bilgi vardır ve ben son yapılan Dışişleri Bakanlığının yaptığı açıklamayı bu bilgilere sahip olduğu için yaptığını düşünüyorum. Yani durumun ciddiyetinin farkında. Bu doğru bir harekettir, sürdürülmesi lazım ve katiyen bundan geri adım atılmaması gerektiğine inanıyorum.”
‘ABD’nin diplomatik çizgisi ulus devletleri zayıflatmaya, bölgeleri istikrarsızlaştırmaya dayanıyor’
“Ben böyle herhangi bir büyükelçi görmedim. Böyle büyükelçi olmaz. Yani büyükelçinin bir görev tanımı var, bir davranış biçimi tanımı var. Tabii kalıpların içerisinde sıkışıp kalmak gerekmiyor belki ama öyle kalıplar var ki bunlardan da vazgeçemezsiniz. Amerikalı dostlarımız biliyorsunuz köylüdürler. Yanlış anlaşılmasın, köylüleri aşağılamıyorum. Bunu şunun için söylüyorum; dünya hakkında bilgileri ve görgüleri oldukça eksiktir veya birtakım yanlış varsayımlara dayanmaktadır. Duymuşlar; İpek yolu varmış, baharat yolu varmış filan ama ‘kardeşim bu baharat yolu nereden başladı, nereye gider, sonra bunlara ne oldu?’ deseniz bunları bilmez. Yani bunların dünya siyasetine, dünyadaki ilişkilere nasıl bir etkisi olduğunu bilmez.
Şimdi onların söylemek istediği şey şu, ‘Biz elimize sopaya aldık, yeni bir düzen kuracağız. Yugoslavya'da yaptığımız gibi, başka yerlerde yapmaya çalışıp da yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız gibi. Bunu yapabilmemiz için de bizim karşımızda güçlü ulus devletler olmamalı, kabileler olmalı, etnik gruplar olmalı. Onları istediğimiz gibi eğip bükmeliyiz, kullanmalıyız. Önce İran’da şimdi, sonra Irak’ta, şimdi Suriye'de yaptıkları gibi Kürtleri hareketlendirip, ondan sonra bir noktaya gelince onları bırakıp perişan olmalarına yol açmak filan gibi."
‘ABD’nin politikaları yıkım üretiyor; en büyük risk Türkiye için’
“Yakın tarihe baktığımızda ABD’nin herhangi bir politikayı başarıya ulaştırdığını söylemek mümkün değil. Bilakis, attıkları her adım hem kendilerini hem de dünyayı perişan etmiştir. Altını üstüne getirmiştir. Ama zaten emperyalizm böyledir, kuralı budur. Oraya gider, perişan eder, sömürür. İşte Ukrayna'ya bunu yaptı. İlk olarak ‘Madenleri, değerli elementleri ver’ dedi. Aldı, şimdi de ‘Hadi bakalım şu toprakları da Rusya’ya ver’ diyor. Çünkü bir yandan çatışmaya, bir yandan da anlaşmaya çalışıyor. Çünkü Rusya’yı ikinci plana koydu. Rusya’yı şu veya bu şekilde pasifize edecek… Ben bunların ham hayal olduğunu düşünüyorum. ABD öyle hatalar yaptı ve yapmaya devam ediyor ki sessiz, sedasız oturuyor gibi davranan, fakat her şeyi yapan o Çin denen dev her geçen gün daha da güç kazanıyor ve ABD her geçen gün biraz daha şansını yitiriyor. Benim görebildiğim kadarı ABD ve Batı’nın tek çıkarı, aynı şekilde Rusya'nın da Çin'in de, Çin bunun farkında, Rusya da farkına varmaya başladı. Yapmalı gereken şey iş birliği ve birlikle hareket etmektir. Aksi takdirde ne olacağını biliyoruz. 1919'a kadar koşullar değişikti. Bir defa Amerika buralarda yoktu. Olmadığı zaman dünya çok farkıydı. Bu dünya denilen yer zaten Avrupa ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan müteşekkildi. Şimdi ABD işin içine girdiği günden beri… İngilizler zaten bir alemdir. Ama İngilizler her şeye rağmen akıllıdırlar. Onlar başarılı emperyalistlerdir. Hindistan'dan, Pakistan'dan, her taraftan… Hatta o küçük Belçika gibi Afrika'yı sömüren ülkeler bile bugünkü Amerika'dan daha akıllıdırlar. Epey zarar vermişlerdir tabii oranın halklarına.
Benim gördüğüm kadarıyla büyük bir hızla çok arzu edilmeyen bir dünya düzenine doğru sürüklenmek isteniyoruz. Türkiye açısından bu çok önemli. Çünkü bu sürüklenmeden en büyük zararı görebilecek ülkelerin başında Türkiye Cumhuriyeti geliyor. Eğer Türkiye Cumhuriyeti aklını başına toplayıp da Atatürk'ün politikalarına, moto mo değil ama bugüne uyan politikalarına dönüp kendi çıkarlarını, ülkesini ve devletini korumaya çalışmazsa, bunun için zamanında gerekli önlemleri almazsa, böyle Amerika'nın peşine takılıp Suriye'yi alt üst edip ondan sonra, İran'a böyle şeyler yapmaya kalkarsa, böyle açılım süreçleri, çözüm süreçleri filan gibi şeylerle Türkiye'yi içeriden bölmeyi beceremeyen PKK'nın bu sefer Suriye'den hareketle Türkiye üzerinde bir takım işler yapmasına izin verilirse başımız çok dertte olacaktır.”