‘İsrail’in konvansiyonel açıdan Türkiye’ye tehdit oluşturduğu görüşüne katılmıyorum. İsrail yanlış hesaplar içine girmesin’
“Suriye’de HTŞ’nin yönetimi ele geçirmesine müteakip yaşanan şeylere bakalım: İsrail, Suriye’nin güneyinde varlığını artırdı. Adeta ‘kurtarılmış bölge’ ilan etti. İstediği an ayrılıkçı gruplara helikopterlerle mühimmat taşıyor. İstediği an askerleriyle giriş yapıyor. Golan Tepeleri’ni ve bir kısım bölgeyi idame ediyor. Bu ayrı bir sıkıntı. Batı Suriye’de takip edildiği kadarıyla basına düşmese de Arap Alevilerine yönelik baskı devam ediyor. Sanki Esad Rejimi’nin bedelini onlara ödetmek ister gibi baskı uyguluyorlar. Geçen seneki katliamlar gibi olmasa da şu anda evlerine işaret konması, mahallelerin boşaltılması gibi olaylar yaşanıyor. Bir de SDG/YPG, Amerika desteğiyle idame ettiği varlığını daha da tescillemeye çalışıyor. 10 Mart anlaşmasına uyup uymadığı tartışılırken entegrasyon’dan caydı. Karışık bir kriz bölgesi oluştu. Bunların her biri Türkiye açısından ayrı bir güvenlik sıkıntısı. İsrail uçaklarının Şam’ın 10 kilometre güneyindeki bir bölgeyi bombalıyor ve arkasından hava hücum harekatıyla askerlerini indiriyor. Ne zaman Türkiye ve Suriye askeri işbirliği görüşmeleri yapsa, bir şekilde Suriye’deki askeri tesisler vuruluyor ve Türkiye’ye mesaj veriliyor.
Tabii ki şimdiye kadar bir Türk varlığı bombalanmadı. İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı diğer ülkelerle, varlıklarla karıştırmaması lazım; hesap hatası yapmaması lazım. Bunlar ciddi bir kriz durumu oluşturuyor. Ama bu Suriye ölçeğinden daha geniş bir ölçeğe yayılmak üzere. İsrail’in Türkiye ile konvansiyonel harbe girme durumu yok. İsrail’in kara kuvvetlerinin, deniz kuvvetlerinin çapı belli. Hava kuvvetleri etkin görünüyor ama İsrail şu ana dek eğitimli bir hava kuvvetiyle karşı karşıya gelmedi. İsrail’in Türkiye’ye konvansiyonel beka sorunu olduğu anlayışını kabul etmiyorum. Fakat İsrail ne yapabilir? Siber saldırı yapabilir, Türkiye’deki hassasiyetleri manipüle etmek için çeşitli girişimlerde bulunabilir. Çeşitli suikast girişimlerinde de bulunabilir. İsrail bir beka sorunu derken bu tehditlere karşı varlığımızı, iç huzurumuzu, iç istikrarı ve iç barışı idame ettirmemiz lazım.”
‘İsrail hiçbir gayret göstermeden, gemisini kuzeye göndermeden, hiçbir uçağını bölgede uçurmadan Türkiye ile ilgili hava resmine ve taktik hava durumuna sahip olabilir’
“1997 yılında S-300 hava savunma sisteminin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne getirilmesi planlanmıştı. O dönem askeri ve diplomatik tedbirler alındı. Hatta caydırıcılık teşkil edecek bir askeri eylem planı yürürlüğe kondu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu kararından vazgeçti. S-300’ler Yunanistan’a konuşlandırılmıştı. O dönem bu kriz sönümlenmişti. Fakat Barak gelişmiş hava savunma sisteminin tedariki aylar öncesine dayanıyor. Barak füzesi ve bataryaları alarak silah etkinliği sağlayacaklarını söylemiştik. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin daha önceki hamlelerini hatırlamak lazım: Ne yaptı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi? Fransızlarla anlaştı, Fransız uçak gemisi geldi. Güney Kıbrıs askeri teçhizatı modernize ediliyor. Fransız Uçak Gemisi geliyor, savaş uçakları Akdeniz’de uçuş gerçekleştiriyor. Amerikan gemileri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi limanlarını ziyaret ediyor. İngilizlerin zaten üssü var. Güney Kıbrıs, 7 Ekim 2023’ten sonra NATO devletlerinin özel kuvvet harekat üssü oldu. Orada personel eğitim yaptı, İsrail’i korumak için oradan müdahale edilecek şekilde planlamalar yapıldı. Bunun haricinde KKTC’de emlak satışı iddiaları mevcut. Barak MX sistemi, ‘tedbir alıyoruz’ denilecek kadar basit bir hadise değil. Türk Silahlı Kuvvetleri elbette güçlü. Allah muhafaza eğer bir çatışma olursa Türk Hava Kuvvetleri, savaşın birinci dakikasında bu hava savunma sistemini etkisiz hale getirebilecek kabiliyete sahip.
Ama bu Barak MX sisteminde hava radarı bileşeni var. Son teknoloji. F-35’lerin çok övülen radar teknolojisini karada düşünün. Yaklaşık 500 KM menzili olduğu iddia ediliyor. Bu radarı savaşta değil barışta yani şu anda aktive ettilerse, Güney Kıbrıs’tan KKTC’den Türkiye sahillerine kadar tüm hava trafiğini takip edebilecek durumdalar. Ağ desteği ile İsrail’e bu bilgiler aktarılabilir. İsrail hiçbir gayret göstermeden, gemisini kuzeye göndermeden, hiçbir uçağını bölgede uçurmadan Türkiye ile ilgili hava resmine ve taktik hava durumuna sahip olabilir. Bu bir durum üstünlüğü yaratır. Türkiye’nin hazırlık durumunu, hava devriye sistemini takip edebilirler. İsrail için müthiş bir istihbarat kaynağı bu. Teyit edilmeyen bir iddiaya göre İsrail bu Barak sistemini Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne daha ucuza satmış. Neden? Çünkü müthiş bir istihbarat kabiliyeti kazanıyorlar. Aralık-ocak aylarında bu sistemin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne geleceği belliyken Türk Dışişleri’nin buna gereken tedbiri alması gerekiyordu. Elbette günümüz konjonktüründe askeri eylem en son hal tarzı ama burada diplomatik yollarla mesela ABD veya NATO devreye sokularak müdahale edilebilirdi. Veya caydırıcılık amacıyla askeri eylem planı uygulanabilirdi. Ama geç kalındı. Şu anda durum üstünlüğü ve istihbarat kaynağı İsrail’e yaratılmış oldu.”
‘O iş zaten geçti: sistemi konuşlandırdılar’
‘Gelecekte Mısır, Lübnan ve Suriye ile deniz yetki anlaşmaları gündeme gelebilir’
“Mısır ile yapılacak deniz tatbikatı son derece önemli. Harekat anlamında bize bir şey katmasa da politik ve bölgedeki varlık anlamında çok önemli bir tatbikat. Dolayısıyla bunu çok önemli bir gelişme olarak görüyorum. Balyoz-Ergenekon kumpasları başlamadan önce Türk Deniz Kuvvetleri, çok etkili bir duruş sergiledi. O duruş hala devam ediyor, hiçbir geri adım atılmadı. Birleşmiş Milletler’e 2019’da ilan edilen deniz yetki alanlarımıza ne İsrail, ne ABD, ne Almanya, ne İtalyan hiçbir araştırma gemisi sokulmadı. Maalesef biz de araştırma yapmadık. O da büyük bir acı. En son 2020 yılı Aralık ayında Akdeniz’de araştırma faaliyeti yaptık. O tarihten beri araştırma ve sondaj faaliyetimiz yok. Ancak Deniz Kuvvetleri başka ülkelerin araştırma gemilerini sokmadı. Her ne kadar Güney Kıbrıs ve İsrail deniz yetki alanı anlaşması yapsa da buna izin vermedik. Şimdi önümüzde büyük bir fırsat var. Mısır ile bu tatbikatın başlamasıyla kademeli olarak Doğu Akdeniz yetki alanları bağlamında ilişkilerin düzelmesi mümkün olabilir.
Suriye her ne kadar Avrupa Birliği baskısıyla deniz yetki alanında anlaşma imzalayamadıysa orada da bir fırsat var. Lübnan’la da gerçekleşebilir. Ama şunu sormak lazım: 2012-2013 yılından beri Mısır ile kaybettiğimiz 12 senede, iç politika odaklı dış politika hataları nasıl telafi edilecek? Mısır ile eski gelişmiş ilişkilerimiz devam etseydi, İsrail Gazze’de insanlık dramını bu kadar kolay yapabilir miydi? En azından yardımların ulaşmasında katkımız olabilirdi. Bu kayıpları önümüze koymalıyız. Kimse bize 13 sene sonraki tatbikatı büyük başarı olarak sunmamalı. 13 yıl bize ne kaybettirdi? Buna bakmamız lazım. İşbirliği çok önemli. Somut bir örnek vereyim: Karadeniz’de Deniz Kuvvetleri önderliğinde yürütülen bir Karadeniz Uyumu Harekatı var. Bu harekata Rusya, Ukrayna ve Romanya katılmış durumda. Bilgi paylaşımı var. Bunun benzeri Akdeniz Kalkanı olarak da var. Tamamen milli olarak yürütüyoruz. Belki ileride Mısır’ı, Suriye’yi, Lübnan’ı, Libya’yı bu harekata dahil edebiliriz. Bu düşmanca bir harekat değil. Deniz güvenliği harekatı. İnsan kaçakçılığına, terörizme karşı bir harekat. İç politika malzemesi yapılmadan tutarlı dış politika ile ve NATO gücü eğitimli etkin askeri gücümüzle bunları desteklememiz lazım. U dönüşleri ile bu olaylar toparlanmaya çalışılıyor. Milli güvenlikte bu kadar U dönüşü olmaz.”