‘Katılım oranı yüksek, ancak merkez siyasi partiler seçimden güçlenerek çıkmadı’
“23 Şubat Almanya’daki seçim sonucunu siyasal sosyoloji olarak değerlendirdiğimizde evet, katılımın son yıllarda en yüksek olduğu bir oranı yakaladı. Fakat sonuçlara bakıldığında geçmiş dönemde oy alan merkez siyasi partilerin bu seçimde güçlenerek çıktığını ifade edemeyiz. Aslında seçimin kazananı sol parti (Die Linke) ve aşırı sağ parti AfD olmuştur. Kaybedeni II. Dünya Savaşı’ndan sonra en kötü sonucu alan sosyal demokratlardır. Merkel sonrası Hristiyan Birlik partileri de çok da başarılı bir sonuç almamıştır. Ama gelinen noktada şunu ifade etmemiz gerekir ki; Almanya’da sosyal demokratlar veya sol nüanslı seçmen kanadının sandığa gittiğini ve sandığa giderken de sanki muhafazakâr siyasi partilere yönelik ve sol partilere yönelik tercihlerini kullandıklarını görebiliyoruz.
Gelinen noktada Hristiyan Birlik partileri ve Sosyal Demokrat Parti’nin bir koalisyonu söz konusu. Ancak Almanya’nın müesses nizamı Almanya’yı hükümetsiz bırakmaz. CDU/SPD koalisyonunda her ne kadar istemez bir durum sergilense dahi Almanya Nisan ayının ilk haftasına, Paskalya dönemine kadar bu büyük koalisyon SPD/CDU Hristiyan Birlik koalisyonu ile yoluna devam edecektir diye düşünüyorum.”
‘Seçim sonuçları Alman toplumunun memnuniyetsizliğini gösteriyor’
‘Doğuda ötekileştirilen topluluk bir lider arayışına girdi’
“Almanya İçin Alternatif Partisi yüzde 21’e yakın bir oy alarak ikinci parti olarak Meclis’e girmiş oldu. Yalnız kamuoyu, AfD’nin Almanya’nın doğusu ile ilgili çok güçlü bir şekilde orada bir siyasal sosyolojiyi oluşturduğunu düşünüyor. 23 Şubat’a kadar o coğrafyada sol ve sosyal demokratlar öne çıkarken bir anda bir siyasal sosyolojinin değişikliğe uğramasını oluşturan elementleri çok iyi bir şekilde görmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor.
1990 yılında Batı Almanya ile Doğu Almanya’nın birleşmesi uluslararası çerçevede büyük bir başarı olarak kabul edildi ve her iki toplum nezdinde de sevinç ile karşılandı. Ama eşit olmayan bir birleşme söz konusu oldu. O coğrafyaya baktığımız zaman totaliter bir rejimden devraldıkları topluluk demokrasiyi tanımıyor, bilmiyor. O topluma Batı tarafı ve Almanya’nın o anki siyasi otoritesi günümüze kadar gerekli katma değeri sağlayamadı, gerekli unsurları oluşturamadı. Yetmez, oradaki toplum kendisini bir süre Batı’dan aşağılanmış hissetti ve siyasi otorite bunu da ortadan kaldırmak için gayret göstermedi. Yetmez, eğitim ve istihdam alanlarında büyük eksiklikler vardı. Gerekli yatırımları hükümetler iyi bir noktaya getiremedi.
Somut olarak şöyle bir örnek vereyim; Almanya’nın Batı’sında kişi başına düşen milli gelir 46 bin dolar. Bavyera eyaletinde daha fazla, 53 bin dolar ile ifade edilirken bu coğrafyada kişi başına düşen milli gelir 38 bin dolar. Yani gelişmemiş. Hem eğitim noktasında toplumun gelişmesini sağlamak için gerekli politikaları oluşturamamışsınız, istihdam alanlarını güçlendirip insanların refah düzeyini yükseltememişsiniz. Bu da yetmez, bunlarla birlikte göç karşıtlığına yönelik politikaların o coğrafyada da başarısız olduğunu görüyorsunuz ve bu coğrafyadaki yalnızlaştırılan, ötekileştirilen topluluk bir lider arayışına da girdi. Bu lider arayışı şu andaki AfD konusunda değil, ama eşit olmayan birleşmenin sonucunda oluşan bu tablo AfD’nin o coğrafyada birinci parti olarak Meclis’e girmesine imkân sağladı.”
‘Göçmen topluma yönelik bir tehdidin olabileceği kanaatinde değilim’
“Teorik olarak kapitalizmin var olduğu sürece milliyetçilik ve aşırı sağ tehlikesi her zaman olmuştur ve olmaya devam edecektir. Çünkü vahşi kapitalizmin refah toplumunun sürekliliğini sağlayamadığını görüyoruz. Bugün Almanya’nın iktisadi yapısı güçlü olsa dahi toplumunun refahını, sürekliliğini sağlamakta 2010 yılından sonra büyük bir kesintiye uğradığını söyleyebiliriz. Almanya İçin Alternatif Partisi de; Almanya toplumunun refah düzeyinin düşmesinde son yıllarda ülkeye gelen göç toplumunun büyük bir sorun ve tehdit teşkil ettiğini söyledi. Diğer taraftan önceki 10-20 yıldır Almanya’da olan göçmen toplumun sağlıklı bir entegrasyonunun sağlanamadığını dile getirdiler. Hem kamu düzeni hem toplumsal barışı tehdit eden unsurların siyasi olarak da kabul edilemeyeceğini ifade etmeleri ve Almanya’nın toplumsal barışı, refahı ve huzuru için yapılması gerekenin, gerekirse göçmen politikalarında kısıtlamalara gidilmesi olacağını ifade eden bir sosyolojik ve siyasal söyleme sahipler.
Bunu tabii iç siyasal tahkimatında ne kadar yerine getirebilir? Çünkü dünyada hâkim olan diğer bir anlayış da popülizm. Bunu da bir popülist söylem altında söylediğini ifade edebilirim. Ancak gelinen bu noktada Almanya’nın Doğu’sundaki topluma ‘sizin refahınızı yükselteceğiz, Batı’da yaşayan Almanya toplumuyla beraber aynı çerçevedeki unsurlara sahip olacaksınız’ gibi bir iç siyasi tahkimat kullanmadı. Böyle bir metafor da kullanmadı. Ama Almanya İçin Alternatif Partisi’nin özellikle ülkenin doğusu olmak üzere sosyolojik olarak belirgin bir siyasetin oluşmasında güç kazandığını ifade edebiliriz. Ama var olan ve hukuksal yapısı oluşmuş göçmen topluma yönelik popülist söylem kullansalar dahi göçmen topluma yönelik bir tehdidin olabileceği kanaatinde değilim. Çünkü iki gün içinde ana akım siyasi partilerin söylemleri bize bunun olmayacağı gerçeğini net bir şekilde karşımıza koyuyor.”
‘Wagenknecht partisinin siyasal programını kamuoyuna mal etmekte eksiklik yaşadı’
“BSW Sol Parti’den ayrılan bir hareketti. Sahra’nın bir liberal demokrasi yönü var. Alman demokrasisine de yakın duran bir siyasal kimlik. Ama siyaset boşluk tanımaz. Sahra Sol Parti’nin sahip olduğu ilke ve prensiplerden yani 2021 seçimlerinde kendisini sanki ciddi anlamda bir iktidar adayı olarak seçmen kitlesinin karşısına çıkmasını eleştirmesi doğruydu. Sol Parti esasında emek kesimiyle, üreten kesimle, sendikayla, diğer kitle kuruluşlarıyla siyasetini yürüten bir siyasi partiydi. Fakat o anlayıştan uzaklaşınca 2021’de birkaç milletvekilinin birinci sıradan liste başı olarak Meclis’e girmesiyle yüzde 5 barajını yakalayabildi. Sahra bu noktada partisinin veya hareketinin siyasal programını kamuoyuna mal etmekte biraz eksiklik yaşadı diyebilirim.
Belki de Almanya’nın müesses nizamı buna bu kadar müsaade etti. Çünkü Almanya’nın müesses nizamının Rusya-Ukrayna savaşına yönelik, Almanya-Transatlantik ilişkilerine yönelik, Almanya-NATO ilişkilerine yönelik politikalarını ve yaklaşımlarını biliyoruz. Sahra bu noktada siyasete bir zenginlik katabilir miydi? Liberal demokrasi çerçevesinde katabilirdi. Ama Sahra’nın şu anda seçilmemesine sevinen en önemli kitlenin de Hristiyan Birlik partileri ile Sosyal Demokrat partilerin siyasi otoriteleri olduğunu söyleyebilirim.”