‘Trump dış politikasının merkezine Çin’i yerleştirdi’
“Donald Trump’ın Beyaz Saray’a çıkması ile birlikte Çin’in dış politikada yine merkezde yer alacağını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Ukrayna krizine binaen kısa süreli bir yumuşama yaşandı. Donald Trump birkaç mesaj gönderdi; ‘Çin ve Amerika Birleşik Devletleri birlikte olduğu sürece çözemeyecekleri sorun yok’ dedi. Trump başkanlık konuşmasında yine Çin’in adını vermedi. Çin’i bir kez Panama Kanalı üzerinden kullandı ve kararnamelerin imzalandığı, Beyaz Saray’daki törenin olduğu gün Çin’e pek fazla dokunmak istemedi. Bunun arkasındaki gerekçe Çin ve Rusya arasındaki iyi ilişkilerin Ukrayna krizinin çözülmesine yardımcı olacağı varsayımıydı. Fakat belirli bir süre geçtikçe biz aslında Donald Trump ve şükerasının; Dışişleri Bakanı ve altındaki bürokratların attıkları adımın tamamen Çin’e karşı olduğunu görüyoruz. Bunu, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Çin karşıtlığından görüyoruz.
Rubio o kadar Çin karşıtı ki kendisi Hong Kong ve Uygur meselesinden dolayı Çin tarafından iki kez yaptırıma maruz kalmış bir kişi. Bu kadar büyük bir Çin karşıtı, ‘Çin şahini’ bir isim. Trump görevine başlar başlamaz Marco Rubio da Çin mesaisine başladı. İlk olarak Washington’da Quad Dışişleri Bakanlarını ağırladı; Avustralya’dan, Japonya’dan, Hindistan’dan vardı. Quad platformu 2007 yılında bir insani yardımlaşma için formüle edilmişti. Asya’daki tsunami vb. felaketlere karşı Asya-Pasifik ülkelerinin bir araya gelmesiydi. Ama Trump’ın ilk döneminde Quad platformuna bir de güvenlik boyutu eklendi. Dolayısıyla biraz da Çin karşıtı bir hal almaya başladı ve şimdi Rubio gelir gelmez ilk telefon görüşmesini Quad bileşenleriyle Çin’e karşı bir ev sahipliği yaparak göstermiş oldu. Bildirinin neticesinde doğrudan Çin odağa alınmadı ama ‘Asya Pasifik’teki statükoyu bozucu eylemler’ derken doğrudan Çin’e de bir mesaj gönderildiği açıktı.
Rubio ikinci mesai gününde de Filipinler Dışişleri Bakanı ile görüştü. Filipinler denilince akla Güney Çin Denizi geliyor akla. Orada da üstü kapalı bir şekilde Çin’e karşı güvenlik ittifakını daha da sağlamlaştıracağını ilan ettiler.”
‘Rubio Çok kutupluluk vurgusu yaparken 35 kez Çin’i andı’
“Rubio en son ise Megyn Kelly’ye kapsamlı bir mülakat verdi. Toplamda 35 kere Çin’den bahsediyor, yaklaşık 14-15 kez Rusya’dan bahsediyor. Rubio’nun Çin’e ne kadar takıntılı olduğunu da buradan anlayabiliriz. Şu anda uluslararası toplumun en büyük iki beklentisinin ilki Filistin krizinin sona ermesi, ikincisi ise Ukrayna krizinin sona ermesidir. Dünyanın neresine giderseniz gidin insanlar bu iki ihtilafın son bulmasını istiyor. Beklersiniz ki Rubio Filistin ya da Rusya’dan daha çok bahsetsin. Ancak Rusya’dan bahsettiğinin iki katından fazlasını Çin’e ayırıyor ve Çin’e dair mesajlar veriyor. Bize Çin’e dair uygulayacakları politikanın temel çerçevesini sunmuş oluyor. ‘Biz Çin’i durduramayız, büyük bir güç olacak’ diyor.
Zaten röportajında dünyanın artık çok kutuplu olduğunu kabul ediyor. ‘Soğuk savaş sonrası ABD’nin egemenliğine dayanan o dönem bir anomaliydi, şimdi çok kutuplu bir noktaya doğru gidiyoruz’ diye itiraf ediyor ve Çin ile kuracakları ilişkiyi söylüyor. ‘Biz Çin ile ABD’nin ulusal çıkarlarına göre bir ilişki kuracağız. Çıkarımız olduğu noktalarda görüşmeye devam edeceğiz’ diyor ama ilerleyen satırlarda da aslında çıkarlarının nerede kesiştiği ve kesişmediği noktaları görüyoruz.”
‘ABD’nin ‘Çin Panama Kanalı’nı kapatabilir’ söylemi akla hayale gelmeyecek bir varsayım’
“Panama Kanalı meselesinde Latin Amerika’da doğrudan Çin ile bir hesaplaşmaya doğru gitmek istediğini düşünüyorum. Rubio’nun söyleşisinde Panama Kanalı ile ilgili konuya girdikten sonra ‘Panama 2017 yılında Tayvan ile ilişkisini kesti ve Kuşak ve Yol inisiyatifine dahil oldu’ diyor. Burada aslında Panama Kanalı’nın Amerika nezdinde neyi ifade ettiğini anlayabiliyoruz. Panama Kanalı’nın Amerika Birleşik Devletleri için stratejik bir değeri var. Fakat Panama ile ilgili ilk cümlesinde Çin ile birlikte anarak konuşmaya başlıyor.
Latin Amerika’da Kuşak ve Yol inisiyatifine dahil olan ilk ülke Panama’ydı. Bu çok önemli. 2017’de Panama Tayvan ile ilişkilerini kesip Çin’i tanıdıktan sonra Latin Amerika’da adeta bir domino etkisi başladı; Guantanamo, El Salvador gibi o coğrafyadaki ülkeler de Tayvan ile ilişkilerini kestiler ve doğrudan Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişki kurdular. Bu önemli bir adımdı. Kuşak ve Yol’a katıldıktan sonra Çin Cumhurbaşkanı bu ülkeyi ziyaret etti, büyük anlaşmalar imzalandı. Porto Riko sınırına kadar uzanacak bir tren hattı vardı ve bugün de aslında konu olan Panama Kanalı üzerindeki iki şirketin projeleri vardı.
Panama Kanalı için Rubio, akla hayale gelmeyecek bir varsayımdan bahsediyor ve ‘Çin ile ilişkilerimiz kötü giderse ya da Çin istediği anda buradaki şirketler kanalın trafiğini bize karşı kapatabilir’ diyor. Çin ve ABD arasında böyle bir hadise yaşanmadı. Çin ihtilaf içerisinde olduğu herhangi bir ülkeye de bunu yapmadı. Sadece Panama’da değil dünyanın birçok noktasında Yunanistan’daki Pire Limanı’ndan tutalım da Türkiye’ye kadar ya da diğer coğrafyalara kadar birçok limanda işletmeleri var ve Donald Trump da özel bir şirketin sanki askeri bir yetkisi varmış ve kanalı kapatabilirmiş gibi yanlış bir tabloyu bu şekilde resmetmeye çalışıyor.”
‘Panama Kuşak ve Yol Anlaşması’nı ABD baskısı ile dondurdu’
‘Trump ABD’yi Birleşik Krallık gibi ada ülkesine dönüştürmek istiyor’
“Amerika ‘Önce Amerika’ diyordu. Donald Trump ‘Biz kendi evimizin içini düzenleyeceğiz’ diyordu. Şu son 15 günde atılan adımlara baktığımızda Trump’ın evinin içi olarak belirlediği yer şu andaki mevcut Amerika sınırlarının çok daha ötesi; Panama’yı da, Meksika’yı da, Grönland’ı da kapsıyor. Haritaya baktığımızda Trump Amerika’yı tıpkı zamanında hegemon olan Birleşik Krallık gibi bir ada ülkesine çevirmeye çalışıyor ve şu anda ilk etapta kendi ‘evi’ ve kendi etki alanında, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da bir hesaplaşmaya başladı.
Panama Kanalı bunun örneği, biraz daha yukarı çıkarsak Grönland’da nadir elementler var. Ki ben Grönland’ı da iki noktada Çin ile bir hesaplaşmanın yansıması olarak görüyorum. İlki, Arktikte buzulların erimesi ile birlikte yeni ticaret yolları açıldı ve Çin iki yıl önce Arktik İpek Yolu isimli bir proje duyurdu. Geçen sene de Çin gemi ile Avrupa’ya doğru gitti. Şu anda bir Çin limanından kalkan gemi 40 günde Avrupa’ya ulaşıyor, fakat bu Arktik İpek Yolu’nu kullanırsa bunu yarı yarıya, 20 güne kadar indirebiliyor. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri orada Arktik İpek Yolu’na bir set çekmek istiyor.
İkincisi orada bulunan nadir elementler. Lityum, batarya, piller, kobalt, alüminyum gibi malzemelerden bahsediyoruz. Rubio hafta sonu gerçekleştirdiği röportajında ‘Sadece Panama Kanalı değil, Çinliler dünyanın dört bir yanında madenler satın alıyorlar. Nadir elementleri buralarda işliyorlar ve bizim teknolojimizi geride bırakabilirler’ mesajı veriyor. Yani aslında doğrudan Çin’i dünyanın diğer bölgelerindeki nadir element rezervlerini işletmelerine de ‘sopa sallamayı’ ihmal etmiyor. Grönland meselesinin de doğrudan bununla ilişkili olduğunu görüyorum.
‘Biz Çin ile iyi geçinmeye çalışıyoruz’ deseler de birçok noktada bağları kopartmak istediklerini görüyorum; nadir elementler, teknoloji savaşı, ticaret yolları. Tıp ve tarım da buna dahil. Marco Rubio ‘Bizim tıp ürünlerimizin yüzde 90’ından fazlasının içeriği doğrudan Çin’de üretiliyor, Çin istediği zaman bizi ilaçsız bırakabilir’ diyor ve dünyanın dört bir yanında, Amerika Birleşik Devletleri içinde de tarım alanları satın alıyor’ diyor.”
‘Çin ticari riskleri öngörerek ihracatını çeşitlendirdi’
“’Çin ile ABD ekonomisi iç içe geçmiş, bunların ayrılması mümkün değil’ diyenlerin aksine ben ABD’nin bu bağı sonuna kadar koparmaya çalışacağını düşünüyorum. Biden döneminde de ticaret savaşları vardı daha çok yüksek teknolojiyi kapsıyordu. O yüzden Rubio’nun röportajını hatırlattım. Şimdi tarım ürünlerinden tıbbi ekipmanlara kadar çok geniş bir çapta Çin ile ticareti doğrudan koparmaya, köprüleri atmaya dönük hamlelere girişeceklerini düşünüyorum. Bana kalırsa Çin de bunun farkında olacak ki çok uzun zamandır ihracatını çeşitlendirmeye çalışıyor. Eskiden ABD birinci sıradaydı, şu anda kesinlikle öyle değil. Çin’in toplam ihracatının sadece yüzde 15’i Amerika Birleşik Devletleri’ne gidiyor. Bu noktada da bir yanılsama da yaşamamak gerekli. Amerika ve Çin’i düşündüğümüzde iki devasa ekonominin ihracatının yüzde 15’i çok büyük bir rakam ama Çin bu işin nereye gideceğini çoktan öngörmüş durumda. Bu nedenle kendi ekonomik önlemlerini de alıyor; birincisi, ihracatını çeşitlendiriyor, bu noktada ASEAN ülkelerinin öne çıktığını görüyoruz, yine Avrupa Birliği ülkeleriyle sürdürebildiği kadar sürdürmeye çalışıyor. Fakat daha çok bizim Küresel Güney dediğimiz ülkelerle ticaretini devam ettirip diğer yandan da iç piyasayı canlandırmaya çalışıyor, buna ikili dolaşım adını verdiler.
Çinliler bir taraftan da ‘biz artık iç pazara yaslanalım’ diyor. Çinli tüketicilere çok da fazla para harcatmayı başaramadılar. Bu noktada tüketici güveninin hala istenen seviyede olmadığını görüyoruz. Devasa bir orta sınıf var, fakat bu 300 ile 400 milyon arasında olduğu tahmin edilen orta sınıf kendilerinden beklendiği kadar para harcamıyorlar. Bir emlak sıkıntısı da var. Dolayısıyla tam anlamıyla ajandalarını uygulayabilmiş değiller ama Amerika Birleşik Devletleri ile köprülerin tamamen atılması ihtimaline bir hazırlık olduğunu tahmin ediyorum.”
‘Ekonomik gerilimler askeri alana yansımaz’
‘Rusya ve Çin bayat numaralar satın almaz’
“Aslında Rusya-Çin çatışması hayalinin ABD’de bir kökeni de var. Robert Nixon zamanında Çin ile ittifak kurarak Sovyetleri yalnızlaştırmayı denemiş ve belirli ölçüde de başarılı olmuştu. Ancak o zamanlar Çin Halk Cumhuriyeti 1949’da yeni kurulmuş, ülke büyük bir yokluk içerisinde, Çin ve Sovyetler Birliği arasında kimi ideolojik ayrımlar, bir de sınır ihtilafları var. Yani o zamanlar denklem bambaşkaydı. Ve ABD II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki üretimin yüzde 50’sinden fazlasını karşılayabilen bir ülkeydi, parası her şeye yeten ve askeri anlamda oldukça caydırıcı bir güçtü.
Şimdi köprünün altından çok sular aktı. Washington’daki kimi uzmanlar ‘Biz şimdi eskiden Çin’i çektiğimiz gibi Rusya’yı yanımıza çekeriz, bu sefer Çin’e doğru bir hamle yaparız’ diyor. Artık köprünün altından çok sular aktığı gibi Rusya ve Çin’in ordusunun caydırıcılığı oldukça kuvvetli. Çin geçen süre içerisinde piyasasını dünyaya açtı, sonra reform ve dışa açılma süreci geliştirdi, Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu ve gelinen noktada da bundan 5-6 yıl önce satın alma paritesi anlamında ABD’yi geride bıraktı.
Bugün DeepSeek gibi yapay zekâ tartışmalarını yapıyoruz. Amerika bir üretiyorsa Çinliler onu ücretsiz ve Batı’daki muadillerinden geri kalmayacak derecede açık kodlu olarak dünyaya sunabiliyorlar. Sadece Rusya ve Çin değil; Brezilya, Hindistan, Endonezya, Malezya gibi Asya’nın devleri de artık kendi ekonomilerinden daha fazla umutlu hale geldiler. Dolayısıyla ne Rusya’nın ne Çin’in böyle bayat numaraları satın alacağını ben düşünmüyorum.”