Latham, bu üç devin çok kutuplu dünya düzeni adına iyi ilişkiler kurmasının NATO askeri bloğunun çöküşü ile sonuçlanabileceğine dikkat çektiği yazısında şu ifadelere yer verdi:
Tek kutuplu dünya düzeni sona erdi ve yeni bir jeopolitik döneme girdik. Büyük ölçüde çok kutuplulukla tanımlanan bir döneme... NATO ve destekçileri için sorun da bu; İttifakı yeni çok kutuplu gerçekliğe adapte edebilmek. Ancak muhtemelen imkansızdır ve bunun gerektireceği zaman, para ve enerjiye kesinlikle değmeyecektir.
Latham, uzlaşmaya dayalı katı bir karar alma sürecinin, hızla değişen ve dinamik çok kutuplu bir dünya için uygun olmadığını savunurken, çıkarları çatışan bazı devletlerin güçlenmesinin bir dizi güvenlik meselesi üzerinde uzlaşmaya varılmasını zorlaştırdığına vurgu yaparak, “Bu nedenle ABD ve Avrupalı müttefikleri, NATO'nun kurtarılıp kurtarılmaması gerektiğini düşünmelidirler” tavsiyesinde bulundu.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yakın zamanda Kazakistan’da düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, küresel düzende geri dönüşü olmayan değişiklikler yaşandığını ve çok kutuplu dünyanın artık gerçek olduğunu belirtmişti.
Öte yandan ABD öncülüğündeki dünya liderleri, önümüzdeki hafta Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün tarihi 75. yıldönümünü kutlamak üzere Washington'a akın edecek.
Bu vesileyle NATO'nun son üç çeyrek yüzyılda elde ettiği başarılara dair sayısız değerlendirme ve konuşmanın yapılacağı NATO Zirvesi, ittifakın geleceğine olan inancın sınırsız bir şekilde dile getirileceği şov programına dönüşecek.
NATO Zirvesi’ndeki kutlamalara atıfta bulunan Latham, geçmişi hatırlattığı yazısında “Sovyet tehdidi kontrol altına alınmış, Batı Almanya, Batı ittifak sistemine entegre edilmiş ve ABD Avrupa'nın güvenliği ile yakından ilgilenmeye devam etmiştir. Ancak NATO'nun başlangıçtaki hedeflerine ulaşmadaki başarısı, gelecekteki gerilemesinin tohumlarını ekmiştir. İttifak için birleştirici bir güç işlevi gören Sovyet tehdidi uzun zaman önce sona erdi. Soğuk Savaşı ‘kazanan’ ekipte yer alan NATO'nun Avrupalı ve Kanadalı üyeleri, Rusya'nın Ukrayna'daki eylemlerinden sonra bile, güçlü askeri yeteneklerini koruma ve kolektif savunmaya kendi paylarına düşen katkıyı yapma konusundaki kararlılıklarını büyük ölçüde yitirdi. Son olarak, ‘Amerikalıları içeride tutma’ stratejisi, ABD'nin NATO'nun mali ve askeri yükünün orantısız bir kısmını omuzlamasıyla sonuçlandı. ABD tarihsel olarak bu rolü oynamaya istekli olsa da, yeni küresel güçlüklerin ortaya çıkması güvenlik önceliklerinin yeniden değerlendirilmesine yol açabilir. Yük paylaşımında süregelen dengesizlik, ABD ile Avrupalı müttefikleri arasındaki ilişkileri uzun süredir germekte ve Amerika'nın NATO'ya olan bağlılığını zayıflatma tehdidi yaratmaktadır” ifadelerini kullandı.
Latham, NATO’nun iki kutuplu bir dünyada süper güçler arasındaki rekabet gerçeğini ele almak üzere tasarlandığını anımsatırken, katı ittifak yapısı ve kolektif savunmaya odaklanmasının sözde Sovyet saldırganlığını caydırmak için çok uygun olduğunu, ardından SSCB'nin 1991'de dağılmasıyla NATO’nın ‘tek kutuplu dönem’ olarak adlandırılan yeni gerçeklere uyum sağladığını vurgulayarak, “Büyük bir rakibin yokluğu ABD'nin İttifak içindeki baskın konumunu sürdürmesine olanak sağladı ve NATO Amerikan üstünlüğünün bir aracına dönüştü” dedi.
Ancak tek kutuplu dönemin kesin olarak geride kaldığına dikat çeken ABD’li yazar, yükselen Çin, yeniden canlanan Rusya, daha iddialı bir Hindistan ve diğer bölgesel güçlerin yükselişinin daha karmaşık, kaotik ve rekabetçi bir güvenlik ortamı yarattığını kabul etti.
Latham, NATO’nun bu yeni dünya düzenine artık uygun olmadığını ise şu sözlerle açıkladı:
Çünkü NATO’nun sahip olduğu ve tek bir tehdidin bulunduğu bir dünya için tasarlanmış olan katı, uzlaşmaya dayalı karar alma süreci, çok kutuplu bir dünyanın hızlı ve dinamik ortamına uygun değildir. Rekabet halindeki çıkarlara sahip yeni güçlerin yükselişi, bir dizi güvenlik meselesi üzerinde uzlaşma sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Tek bir düşmana karşı kolektif savunmaya odaklanma, artık İttifak'ın karşı karşıya olduğu çeşitli tehditleri yansıtmamaktadır.
Şu anda hantal bir ittifak yapısını sürdürmek için ayrılan kaynakların, 21. yüzyılın zorluklarına karşı daha çevik ve duyarlı bir güvenlik mimarisi oluşturmak için daha iyi harcanabileceğine inanan Latham, bu mimarinin güvenlik işbirliğine daha modüler bir yaklaşımı içerebileceğini, farklı ülkelerin de kendi kabiliyet ve çıkarlarına göre farklı konularda liderliği üstlenebileceğini sözlerine ekledi.