'Türkiye, 2018'deki krizin uzatmalı devamı olarak görülebilecek kendine özgü bir durumu yaşıyor'
Doç. Akçay'a göre, maliye politikalarının belirleyici olduğu pandemiden çıkarken dünyada belirsizlik var. Kimi ülkelerin enflasyonist etkileri faiz artırımıyla önlemeye yöneldiğini belirten Akçay, Türkiye'nin faiz indiriminin sonuçlarıyla yüzleştiğini söyledi.
Sitede okuYeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemesinin de etkisiyle küresel ekonomik kriz dünyanın pek çok ülkesinde enfasyonist ortam, tedarik zincirlerindeki aksamalar ve enerji krizi eşliğinde kendisini hissettiriyor. Pandemide duran ekonominin etkilerini gidermek için kamu harcamalarını artıran hükümetler, kitlesel aşılamalar eşliğinde yeniden işler hale gelen ekonomilere çeki düzen vermek hedefiyle ekonomi politikalarını yeniden kalibre etmeye çalışıyorlar.
ABD ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) şimdilik faiz artırımı karşısında temkinli dururken Birleşik Krallık, Norveç ve Rusya gibi ülkeler enflasyonist ortamın önüne geçmek üzere faiz artırımına gitti.
Türkiye ile tam aksi yönelimi seçmiş durumda. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslam'ın faizi yasakladığı gerekçesi eşliğinde sert bir faiz indirimine gitti. Bunun sonucu olarak Türk Lirası'nda değer kaybı ayyuka çıkarken, derin bir kur krizi yaşandı. İktisatçılara göre, kamu bankalarının 'arkadan satışı' aracılığıyla kurun kısmen geri çekilmesi sağlanırken, 'yeni ekonomi modeli' adı altında bir model açıklandı. Ankara TL'ye güvensizliğin tetiklendiği bu ortamda bankalarda yüzde 70'e varan oranlarda bulunan dolar mevduatlarının TL'ye çevrilmesi hedefiyle 'kur garantili TL mevduatına' güveniyor.
Dünyada uygulanan ekonomi politikaları ve Türkiye'deki Erdoğan yönetiminin seçtiği yolu Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu'ndan Doç. Ümit Akçay ile konuştuk.
‘2008'de uygulanmazken pandemiyle devreye giren maliye politikalarının ardından bugün belirsizlik hakim'
Doç. Ümit Akçay'a göre, dünyada henüz pandemiden çıkışın nasıl gerçekleşeceği yönünde belirsizlik hakim. 2008'de para politikası araçlarının kullanılarak piyasaya müthiş bir para sürüldüğünü ve firmaların yoğun biçimde kurtarıldığını belirten Akçay, maliye politikalarına ise başvurulmadığını anımsattı. Akçay pandemiyle birlikte tam aksinin yaşandığını, derin sosyo-ekonomik sarsıntı karşısında hükümetlerin maliye politikalarına yönelmek durumunda kaldığını söylerken, bugün pandemiden çıkışta para politikaları bağlamında tartışmaların yoğunlaştığının altını çizdi:
“Şu anda yaşanan sorun aslında epeydir tartışılan ve nasıl planlanacağı henüz netleşmemiş bir konu. O da pandemiden çıkış sürecinin nasıl gerçekleşeceği. Eğer 2008 kriziyle karşılaştırırsak esasında büyük ölçüde para politikası araçları kullanılmıştı. ABD Merkez Bankası Fed’in yaptığı miktarsal genişlemelerle ve diğer büyük merkez bankalarının da eklenmesiyle piyasaya müthiş bir para sürülmesiyle sonuçlanmıştı. Türkiye gibi ülkelerde de 2010-13 arasında yoğun bir sermaye girişiyle sonuçlanmıştı. Bir diğer adım, merkez ülkelerde firma kurtarmalar idi. Krizin ilk başlarında Amerika’daki otomotiv firmaları kurtarıldı. Daha sonra merkez bankaları firma kağıtlarını almaya başladı. Maliye politikası tedbirleri çok devreye girmemişti. Şimdiye baktığımızda yine benzer para politikası araçları kullanıldı. Ancak bu sefer maliye politikası araçları da kullanıldı. Pandeminin etkisiyle duran sektörlerde büyük gelir kayıpları, alt gelir gruplarının da yaşadığı büyük mağduriyetler oldu. Pek çok ülkede buna yönelik doğrudan gelir desteği programları da oluştu. Maliye politikaları ana akım çerçeveler bakımından kabul edilmeyen, uygulanmayan bir politika aracıyken pandemiyle birlikte bu sınırlar da aşılmış oldu. Devletler bütün politika araçlarıyla ekonomiyi yavaşlatmaya çalıştılar. Şimdiyse tam tersi bir süreç yaşanıyor. Ertelenmiş talebin yarattığı baskılar var. Petrol ya da enerji fiyarlarının getirdiği baskılar var. Pandemi sürecinin bizzat kendisinin yarattığı tahribat nedeniyle artan fiyatlar var. Buradan çıkışta büyük merkez bankaları arasında bir eşgüdüm olacak mı konusu tartışma konusu. Çünkü Amerika’da 2022 için faiz artırımı öngörüsü var, şu an bir miktar genişlemenin daraltılması var.”
'Avrupa Merkez Bankası temkinli ama merkez bankalarının zorlamasıyla mecburen faiz artışı gelebilir'
Akçay, Avrupa Merkez Bankası'nın ekonomik toparlanmanın uzun süreceği öngörüsüyle faiz artımına karşı temkinli durduğunu aktarırken, eninde sonunda fiyat artışlarının merkez bankalarını zorlamasıyla mecburen faiz artışının gelebileceği görüşünde. Böyle bir durumda gelişmekte olan ülkelere giden paranın yön değiştirmesinin söz konusu olacağını belirten Akçay, ziresi 2018'de yaşanan artırımın Türkiye ve Arjantin'deki etkilerini anımsattı:
“Avrupa Merkez Bankası hala çok temkinli davranıyor, ekonomik toparlanmanın çok daha uzun süreceğini öngörerek böyle erken bir faiz artışının olası bir ekonomik toparlanmayı boğabileceği, yeni iflas dalgalarının ortaya çıkabileceğini öngörerek daha temkinli davranıyor. Pandemi sürecinde hem hane halkının hem firmaların hem de devletlerin borçları öncesine göre çok daha yüksek bir orana geldi. Böyle bir ortamda faiz artışına gitmek kriz öncesi faiz artışlarından çok daha büyük etkisi olabilir, o nedenle Avrupa daha temkinli. Ama eninde sonunda bu fiyat artışları merkez bankalarını zorlayabilir, mecburen faiz artışı gelebilir. O durumda da farklı coğrafyalarda yeni krizlerin tetiklendiği görebiliriz. Eğer faiz artışı olursa gelişmekte olan ülkelere giden paranın da yönünün değişmesi söz konusu olabilir. Örneğin 2018’deki gibi olmasını da istemiyoruz. Fed 2013’te anons etti, 2015’te faiz artırımına başladı, zirvesi de 2018’deydi. O sırada Türkiye ve Arjantin krize girdi. Şimdi o dönemki kur krizinin en önemli nedenli yabancı sermayenin çok hızlı şekile çıkmasıydı, yerliler de dövize geçtiler."
'Faiz artışları enflasyonun kontrolden çıkabileceği düşüncesiyle geliyor'
ABD'de FED'in faiz artırımının Türkiye'ye etkisi sorulunca, Akçay, doğrudan etkide bulunmasa da borçlanma maliyetlerinde mutlaka artışa yol açacağını belirtti. Akçay, pandemide doğrudan gelir desteği gibi harcamaları artıran hükümetlerin sonraki süreçte enflasyonist ortama girilebileceği kaygısıyla faiz artırımına yöneldiklerini vurguladı:
"Türkiye’de o kadar yabancı sermaye yok. Fed’in para politikasının etkilerinin doğrudan olması beklenemez ama elbette borçlanma maliyetinin artışı mutlaka etkileyecektir. Faiz artışları önümüzdeki dönemde enflasyonun kontrolden çıkabileceği düşüncesiyle geliyor. Çünkü pandemi döneminde pek çok ülkede oldukça yüksek miktarlarda hem doğrudan gelir desteği sağlandı hem vergi afları gerçekleşti hem de firma kurtarma adına çeşitli desteklerde bulunuldu. Dolayısıyla şu anda talebi şişiren bir ekonomi politikası uygulanmış durumda. Önümüzdeki dönemde gerçek gelir artışlarıyla desteklendiğinde enflasyonist bir ortama girilebilir diye temkinli davranıyor pek çok merkez bankası. Esasında faiz artışlarının gerisinde bu var.”
‘Erdoğan yönetimi faiz indirimi politikasını sonuçlarıyla yüzleşti, TL’nin değersizleşeceğini bilmemeleri mümkün değil’
Akçay'a göre Türkiye ise 2018'deki krizin uzatmalı devamı olarak görülebilecek kendine özgü bir durumu yaşıyor. Akçay Türkiye'nin Erdoğan yönetiminin eylülde girdiği faiz indirimi politikasının sonuçlarıyla yüzleştiğini belirtirken, bu kararın TL'deki değersizleşmeyi getireceğini bilmemelerinin mümkün olmadığını vurguladı. Belki böylesine bir düzeyin tahmin edilmemiş olabileceğini söyleyen Akçay, üçüncü faiz artırımından sonra ekonomiyi durduran panik havasının ortaya çıkması ile tam bir krizin tetiklendiğini belirtti:
“Türkiye kendine özgü bir durumu yaşıyor. 2018’deki krizin uzatmalı devamı olarak görebiliriz. İktidar eylül ayında girdiği faiz indirim politikasının sonuçlarıyla yüzleşmiş durumda. Geçtiğimiz Pazartesi pek çok açıdan kritik bir dönüm noktasıydı. İktidar bu döneme kadar yerleşiklerin dövize olan talebini durduramadı. Merkez Bankası’ndan doğrudan satış gibi yöntemler kullanmasına rağmen bunu gerçekleştiremedi. Bunu isteyip istemediği konusu, ayrı bir tartışma. Bence eylülden itibaren faiz indirmlerine gittikleri zaman bunun TL’deki değersizleşmeyi getireceğini bilmemeleri mümkün değil, tahmin ediyorlardı muhtemelen. Ancak bu düzeyi tahmin edemiyor olabilirlerdi. Özellikle 3. faiz artışından sonra aralık ayında tehlikeli bir kulvara girdi. İnsanlar döviz almayı sürdürdükçe döviz artmaya başladı ve daha fazla insan almaya yöneldi. Artık firma iflaslarının bir ucunda olabileceği bir noktaya geldi. Fiyat tespitinde büyük sorunlar yaşanmaya başladı. Bu modelden yararlanacak kesimler olarak düşünülen ihracatçılar dahi TL’deki sert hareketler nedeniyle fiyat veremez hale geldiler. Fiyat verilemeyince pek çok sektörde 4-5 gün ticaret durdu. Bu insanlarda panik havasına neden oldu. Pazartesi gününden beri banka müdürleri ekonomi programlarında konuşuyorlar. Anladığımız kadarıyla geçtiğimiz çarşambadan cumaya kadar sistemden dışarı para çıkışı olmuş. İnsanlar döviz mevduatlarını çekmeye başlamışlar. İnsanların sisteme olan güvensizliğinin arttığını anlıyoruz. Alarm zillerini çaldıran konu bu oldu."
'Bu sistem insanlar sisteme dahil olursa işler, olmazlarsa TL değersizleşmeye devam ederse kamu borç krizine dönüşür'
Akçay, hükümetin açıkladığı modelin, dövize talebi durdurmayı ve ticaretin dönmesi için fiyat oluşumunu sağlamayı hedeflediğini söylerken, bunun koşulunun insanların sisteme katılımı olduğunu vurguladı. İhracatçı sektörler için bir çeşit döviz sabitleme sistemine geçildiğini anımsatan Akçay, 'kura endeksli TL mevduatının' ise belirsizliğine dikkat çekti. Akçay, bu sistemin TL'nin değersizleşmeye devam etmesi halinde hazineye kamu borç yükü olarak geri döneceğini anımsattı:
"Hafta sonu Maliye Bakanı ile banka müdürleriyle uzun bir toplantı yaptılar. Şu anda uygulanan sistemin pişirildiği ya da son rütuşlarının yapıldığını anlıyoruz. Anlaşılan iki temel hedefi var. Biri, dövize olan talebi durdurmak, bunun durdurabildiği noktada sistemin devamı olabilir. Bunu durdurmak ilk hedef. İkincisi de ticaretin dönmesi için fiyatın oluşmasını sağlamak. Özellikle ihracatçı sektörler için yapılan bir düzenleme var. Merkez Bankası’nın doğrudan ihracatçılara açtığı kredilerle bir çeşit döviz sabitlemesi sistemine geçiş oldu. Onlar için önümüzdeki dönemde fiyat belirleme sorunu büyük ölçüde ortadan kalkmış oldu MB kaynakları sayesinde. Diğer taraf hala belirsiz. İşleyişin nasıl olacağı insanların sisteme girmesiyle orantılı olacak. Eğer daha fazla insan TL’ye geçip sisteme dahil olursa ve TL uzunca bir süre belirli bir aralıkta istikrarlı kalabilirse, bunun sonucunda MB’nin söylediği örneğin politika faizi 14, mevduatın baz faizi oldu. 14 mevduat faizi üzerine oluşan kur farkının hazine tarafından devralınması söz konusu. Bu devralınan kısmın az olması mümkün olaiblir. İnsanlar sisteme dahil oldukça işleyecek bir mekanizma bu. Olmazlarsa TL, kasım ve aralıkta olduğu gibi değersizleşmeye devam ederse bu farkın hazine tarafından eşitlenilmesi söz konusu olur. Bu da büyük bir kamu borç sorunu yaratmış olur. Bütün şey bu sefer kamu borç krizine dönüşür.”
'Organik miydi değil miydi, anlayacağız; öyleyse hükümet 3 aylık bir zaman kazandı'
İktisatçılara göre kur atağının geri döndürülmesinin arkasında insanların dolar hesaplarını TL'ye çevirmesinden ziyade kamu bankalarına satış yaptırılmasının etkili olurken, Akçay, bunun organik bir düşüş olup olmadığının kısa sürede anlaşılacağını belirtti. İnsanların açıklanan sistemde TL mevduatlarını 3 ay bağlamaları gerektiğini anımsatan Akçay, dolayısıyla hükümetin 3 aylık zaman kazandığını da belirtti:
“Bu pazartesi ve salı günkü düşüşler organik bir düşüş müydü, yani insanlar gerçekten gidip TL’ye geçtiler mi yoksa suni bir TL değerlenmesi mi yaşanıyor? Financial Times’dan tutun Türkiye’deki gazeteci arkadaşlara kadar pek çok insan 5 küsur bazılarına göre 7 küsur milyar dolar satıldığını ve TL’nin bu nedenle değerlendiğini ileri sürüyor. Bunu görmemiz çok uzun sürmeyecek. Bu tempoyla satışın devam etmesi mümkün değil. Önümüzdeki hafta bunun organik mi suni mi olduğunu anlayacağız. Ondan sonra önümüzü biraz daha görebileceğiz. Eğer TL’ye gerçekten geçtilerse bu sistemden faydalanmak için minumum üç ay mevduata koymaları gerekiyor. Dolayısıyla iktidar 3 aylık zaman kazanmış olacak. Önümüzdeki haftanın en az bu hafta kadar kritik olacağını düşünüyorum.”