- Sputnik Türkiye, 1920
EKSEN
Ceyda Karan’ın hazırladığı Eksen’de her gün dünyanın farklı bölgelerine dair gelişmeler masaya yatırılıyor.

‘Trump için hem İsrail’in hem de Körfez’in güvenliği önemli’

Abone ol
Dr. Bilgehan Alagöz'e göre ABD Başkanı Trump'ın İran meselesine yaklaşımında, İsrail kadar Körfez'in güvenliği de öne çıkıyor. İsrail'in kendi başına İran'ı vurabileceğini ifade eden Alagöz, ABD desteği olmadan saldırıların çok ileri boyutta olamayacağını da sözlerine ekledi.
İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya (5+1) arasında 2015'te Tahran'ın nükleer faaliyetlerinin düzenlendiği ve denetim altına alındığı bir anlaşma imzalandı.
Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşma, Tahran'a yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetini sürdürme ve en çok 300 kilogram uranyumu elinde tutabilme izni veriyordu.
Anlaşma, İran'a 300 kilogramın üzerindeki uranyumu uluslararası piyasada satarak karşılığında doğal uranyum alabilme imkanı tanıyordu. İran anlaşmadan önce en fazla yüzde 20 saflıkta uranyum zenginleştiriyordu.
Washington, Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde, 8 Mayıs 2018'de anlaşmadan tek taraflı çekilerek İran'a yeniden yaptırım uygulamaya başladı.
Tahran yönetimi, Trump döneminde General Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin ardından ilk adım olarak 5 Ocak 2020'de nükleer anlaşmadaki tüm taahhütlerini askıya aldığını açıkladı. Bu tarihten sonra nükleer faaliyetlerini kademeli olarak artırmaya başlayan İran, özellikle Kasım 2020'de İranlı nükleer bilim insanı Muhsin Fahrizade suikastının hemen ardından Mecliste nükleer faaliyetlerin hızlandırılmasını öngören bir yasa geçirdi.
Bu kapsamda uranyum zenginleştirme tesislerine nükleer anlaşma kapsamında kullanılmasına izin verilen eski nesil santrifüjler yerine uranyumu daha hızlı zenginleştirebilen yenil nesil santrifüjleri yerleştirildi. İran Atom Enerjisi Kurumu, söz konusu yasa kapsamında 5 Ocak 2021'de Fordo'daki nükleer tesiste Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerinin gözetiminde uranyumu yüzde 20 saflıkta zenginleştirdiklerini açıkladı. Tahran yönetimi, Nisan 2021'de ise ilk kez yüzde 60 saflıkta uranyum zenginleştirdiğini duyurdu.
UAEA'nın İran'ın nükleer programıyla ilgili yayımladığı son raporda, Tahran'ın yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokunu artırmaya devam ettiği belirtildi. Raporda, İran'ın 17 Mayıs itibarıyla toplam zenginleştirilmiş uranyum stokunun da yükseldiği bildirildi. Buna göre, 3 ay önceki rapora oranla stoklarda 953,2 kilogram artış görüldü. Tahran yönetiminin yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyum üretimini sürdürdüğü belirtilen raporda, Tahran'ın bu oranda 408,6 kilogram zenginleştirilmiş uranyum stokuna sahip olduğu ifade edildi. Buna göre de önceki rapora kıyasla İran, yüzde 60'a kadar zenginleştirilmiş uranyum üretimini 133 kilogramdan fazla artırmış oldu.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın basına sızan İran raporunu, Trump’ın nükleer müzakere stratejisini ve İsrail’in tehditlerini, Marmara Üniversitesi’nden Dr. Bilgehan Alagöz ile konuştuk.

‘Kabiliyetler niyetleri gösterir. İran nükleer bomba yapmak istiyor’

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) İran hakkındaki 31 Mayıs tarihli raporunu değerlendiren Dr. Alagöz, İran’ın nükleer bomba üretme niyetinin gözlemlendiğini aktardı:
“Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan başlayalım. UAEA, tüm üyelerinin nükleer programlarını denetlemekle yükümlü olan, BM’nin çatısı altındaki teknik bir örgüt. Dolayısıyla İran, 1968’den beri NPT’ye taraf olması sebebiyle UAEA’nın takip ettiği bir konu. Ayrıca Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, 2015’te çıkmış olan nükleer anlaşmanın içeriğine dair söz söyleme hakkına sahip. Yılın belirli dönemlerinde iki tane rapor yayınlıyorlar. Bunlar çoğu noktada örtüşse de ayrışan tarafları da var. İran’la ilgili raporlardan birisi, 2015 anlaşmasına ne kadar uyulduğunu takip ediyor. Diğeri de NPT faktörünü takip ediyor. UAEA ABD ile görüşme yapılsa da yapılmasa da bunu takip etmekle yükümlü. 31 Mayıs’ta basına sızdırılan raporda alarm veren sonuçlar var. İran’ın yüzde 60 zenginleştirdiği uranyumun 400 kilogram olarak tespit edildiğini söylüyorlar. Mart 2025’ten itibaren de toplam zenginleştirilmiş uranyumun 950 kilogram kadar arttığını söylüyorlar. Toplam 9 ton kadar zenginleştirilmiş uranyum olduğu söyleniyor. Bu tespit edilebilen miktar. İran, kritik noktalara denetçileri sokmuyor. Bir diğer kritik konu da 2021’den bu yana İran’ın belirli gizli mevzilere denetçileri sokmaması. 2019-2020 aralığında üç tane şehirde, bunların ikisi Tahran’da, biri İran Kürdistan bölgesinde, insan eliyle yapılmış olan uranyum kalıntıları tespit edilmişti. İran, bu konudaki soruları yanıtsız bırakmıştı. Bu, çıkan tüm raporlarda ajansın defaatle tekrarladığı bir konu. UAEA’nın mevcut verilerle yaptığı öngörü, ki ajans oldukça dünya siyasetçilerine kıyasa soğukkalı gidiyor, endişeli bir tablo çiziyor. Biz uluslararası ilişkilerde farklı perspektiflerden olaylara bakabiliriz. Benim baktığım gerçekçi perspektifte, kabiliyetler niyetlerin göstergesidir. Bu kadar gelişmiş bir zenginleştirilmiş uranyum stoğunuz varsa, bu sizin nükleer bomba yapma niyetiniz olduğunu gösterir. O yüzden İran’a ‘nükleer eşik devleti’ diyoruz. İran şu anda eşiğin sınırlarını zorluyor. Bu sadece İsrail için alarm veren bir konu değil. Türkiye’de bu hep gözden kaçıyor. Uzmanlar bunun farkında ama basında konuşulmuyor. Bu sadece İsrial ile alakalı değil. Tüm bölge endişeyle karşılayabilir bunu. Bölgede nükleer bir yapılanma, domino etkisiyle daha vahim gelişmelere sebep olabilir.”

‘Trump için hem İsrail’in hem de Körfez’in güvenliği önemli’

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın sadece İsrail’İn güvenliğini değil, trilyonlarca dolarlık anlaşma yaptığı Körfez ülkelerinin de güvenliğini öncelediğini ifade eden Dr. Alagöz, şunları kaydetti:
“İran-ABD görüşmelerini ele alalım. Trump, ilk döneminin devamı olan bir politika izliyor. Trump’ın o dönemde de hep ikinci döneme seçileceğini düşünerek geliştirdiği bir ‘maksimum baskı siyaseti’ vardı. Baskı altında kalan İran’ın, müzakere masasına oturacağını düşünüyordu. Araya bir Biden dönem girdi, o da aktif diplomasi yarattı. Trump şu anda aktif çatışmaya varmadan İran’ın nükleer mevzusunu çözmek istiyor. Elbette burada esas hedef İsrail’in güvenliğini sağlamak. Ama Körfez ülkelerinin güvenliğini sağlama konusunu da burada unutmamamız gerekiyor. Trump’ın ilk ziyareti Körfez’e oldu. Derin anlaşmalar yaptı. Trump açısından Körfez ile kurulan bağlar çok önemli. O yüzden bu meseleyi çözmeleri gerekiyor. Siyasi çıkmazı çok olan bir süreç bu tabii. Bir kere rakamlar, 2015’ten ileri seviyede. Politika da daha ileri seviyede. 2015’te, Rusya ve Çin’in de ABD ile paydaş bir konumda olduğunu görüyoruz. Fakat bugün UAEA’ına çıkan kınama kararına Rusya ve Çin’in ‘hayır’ oyu kullandığını görüyoruz. İran’ın yanında daha fazla yer alan bir Rusya ve Çin var. Ama bu bloklaşma bizi aldatmamalı. Bu konuyu, Rusya-Ukrayna krizinden bağımsız değerlendirmiyorum. Hatta Rusya-Ukrayna krizi çözülmeden bu krizin çözülmesini oldukça zor görüyorum. Bloklaşma var. Rusya-İran arasında gelişen askeri ilişkiler var. Dolayısıyla İran’ın nükleer programı, nüfuz aracına da dönüşüyor. İsrail’de Netanyahu ile sıkıntıları olan bir Trump da var. Ama burada popülist söyleme hapsolmamalıyız. Trump, Netanyahu ile mesafeli fakat İsrail’in güvenliğini hala öncelikli görüyor. Bu yüzden pazar günü yapılacak görüşmeler oldukça kritik olacak.”

‘Trump iki aylık vade biçmişti. Bu da doldu’

İran’la 2015’te varılan nükleer mutabakattaki tetik mekanizmasının, 2006-2010 arası yaptırımları doğruca geri getirebilecek şekilde tasarlandığını kaydeden Dr. Bilgehan Alagöz, İngiltere’nin bunu uygulayabileceğini belirtti:

“Uranyum zenginleştirmenin çerçevesi çok net. Hangi oranın barışçıl olduğu, hangi oranın nükleer bomba seviyesini işaret ettiği biliniyor. Türkiye örneğin barışçıl seviyeyi koruyor. İran’ın oranları maalesef o aşamanın çok üstünde. Zaten İran da bu imajı yaratmak için oranları gerçekleştiriyor. İran’ın 1979’dan beri iki önemli dış politika dayanağı vardı. Birincisi Direniş Ekseni, diğeri de nükleer program. Bunların ikisi de birbirini besliyor. Edinmiş olduğu bir ulusal rol var. Tüm mazlumlar adına direniş gösterdiği iddiasındaydı. O sebeple nükleer programı bu direnişin bir devamı olarak görüyor. Geçtiğimiz yaz itibarıyla direniş ekseninin yıpranmasından mütevellit nükleer programa sıkı sıkıya bağlanmış durumda. Ancak İran’dan gelen açıklamaların sert olmadığını hatta itidalli olduğunu düşünüyorum. Elbette itirazları olacak. UAEA kararına karşın yeni bir tesis yapacaklarını söylediler. Ama diplomasiye oldukça bel bağlamış durumdalar. ABD ile olan süreci önemli görüyorlar. Bence makul olan da bu. Çünkü eğer bu tren raydan çıkarsa, bunun kontrolü çok zor olur. Bu, hepimizi ilgilendiren bir zorluk yaratır. O sebeple diplomasinin devam etmesi önemli. Trump iki aylık vade biçmişti. Bu da doldu. Bunun arkasında da teknik bir durum var. Önceki yayınımızda da konuşmuştuk. 2015’teki anlaşmanın bir mekanizması var. Tetik mekanizması deniliyordu. 2015’te bu tetik mekanizması, Rusya’nın teklifiyle oluşturuldu. BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı sebebiyle hep kilitlenme oluyor.

Bu yüzden iyi niyet gösterisi olarak, İran’ın nükleer programını politize etmeden, 5+1 ülkelerinin eşit söz hakkı olabilmesi amacıyla bu tetik mekanizması oluşturuldu. Bu nedir? 2006-2010 arasında BM Güvenlik Konseyi 7. Bölümü kapsamında İran’ın nükleer programı aleyhine çıkmış yaptırımlar var. Bu bölüm zaten uluslararası barışı bozan konuları kapsıyor. İran nükleer programı, 2005 UAEA raporu sonrası bu şekilde değerlendirildi. Daha sonra ABD’den ve AB’den yaptırımlar geldi. Üç boyutlu yaptırımlarla İran zorluk içine girince, Ruhani döneminde müzakere süreci gelişti. Tetik mekanizması şunu söylüyor: Eğer 5+1 ülkelerinden birisi, ABD ayrıldığı için 4+1 oldu, İran’ın anlaşmaya uymadığına kanaat getirirse, tetik mekanizmasını çalıştırabilir ve 2006-2010 arasındaki yaptırım kararları tekrar yürürlüğe girebilir. Şu anki koşullarda ne Rusya’nın ne de Çin’in bunu başlatması beklenmiyor. Politik olarak bunu yapmazlar. Geriye İngiltere, Fransa ve Almanya kalıyor. Onlar da konunun tamamen ABD ve İran arasında devam etmesinden rahatsızlar. Eş zamanlı olarak Ukrayna krizinden de etkileniyorlar doğrudan. Dolayısıyla İran üzerinde baskı unsuru olarak bunu masada tutuyorlar. Her ne kadar ABD ile bu ülkeler arasında diplomatik bir mesafe olsa da yine de bu konuda bir paslaşma var. Trump zaten bu 60 günlük müddeti o yüzden verdi. Bu ülkelerin tetik mekanizmasını çalıştırma hakları, ekim ayında dolacak. Konu giderek oraya varıyor. Eğer pazar günü karar çıkmazsa, İngiltere’nin mekanizmayı çalıştırarak konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne getirebileceğini düşünüyorum. Bu belki bölgesel savaşın önünü kesen bir süreç olabilir. İran bu süreci istemiyor. Ancak İsrail ile İran arasında sıcak bir çatışmanın başlaması daha vahim bir sonuç. Belki de bu tetik mekanizması ehveni şer olabilir. En optimum beklentimiz de ABD ile İran arasında pazar günü bir anlaşmanın ortaya çıkması.”

‘İsrail geçen yıl İran’ı yıpratarak avantaj elde etti’

İsrail’in İran’a yönelik ABD desteği olmadan nokta atışı saldırılar ve suikastlar yapabileceği değerlendirmesinde bulunan Dr. Alagöz’e göre, kapsamlı bir saldırı için ABD’nin askeri desteği şart:
“İsrail bir saldırı yapabilir. ABD her ne kadar şu anda İsrail’i o aşamaya getirmemek için çaba sarfetse de, İsrail’in de kendi hesapları var. Kendi açısından avantajları var. İsrail geçen yıl İran’ı yıprattı. Hizbullah yok olma aşamasına geldi. Hamas ortada. Suriye’de Esad rejimi düştü. İran’ın kolları büyük bir darbe aldı. İsrail de hazır böyle bir fırsat varken ahtapotun başını yok etme hesabı yapıyor. Tabii bunun için ABD’nin askeri desteğine de ihtiyacı var. Burada 26 Nisan’dakiBender Abbas Limanı saldırısı önemli. Bu saldırının İsrail açısından aleni bir kabulü olmadı ama emareler bunun İsrail menşeli bir sabotaj olduğu yönünde. Bir yandan İran’a verilen bir mesaj olduğu gibi, İran’ı destekleyen büyük güçlere de bir mesaj verilmek istendi. Asıl mesaj Çin’e oldu. Bu limanda Çin’den nükleer teknoloji ve balistik füze teknolojisi konusunda gelen teknik ekipmanların yer aldığı iddia edildi. Ayrıca Basra Körfezi, ekonomik olarak en çok Çin için önemli. Çin, tüm enerji kaynağını buradan alıyor. ABD ile yapmış olduğu yeni bir uzlaşı var. Burada İsrail’e verilen nokta atışı bir mesaj var. Karşılığında İran da Ben Gurion havalimanını hedef alıp tahribat yarattı. 2024 boyunca gördüğümüz sürecin tekrar başladığını görüyoruz. Yine nokta atışı saldırılar devam edebilir. İran içerisinde başka bir operasyon olup olmayacağını öngörmek zor. Çağrı cihazı saldırısına kadar Hizbullah’ın içine bu denli sızabilen bir İsrail öngörmüyorduk. İran içinde de İsrail’in geniş bir istihbarat ağı var. İsrail saldırmaz diyemem. Netanyahu’nun kendi siyasi kariyeri açısından da bir fırsat var. Ama günün sonunda ABD iradesi de burada önemli. Tüm ABD’nin global vizyonunu da etkileyecek bir gelişme olacak bu. Olabildiğince bu seçenek durdurulabilir. Ama nokta atışları, suikastlar vs. devam edecektir. Bunlar durmayacaktır. Ayrıca İsrail’in böyle bir kapasitesinin olması, Trump açısından İran’a baskı yapmak için avantaj sağlıyor. Yani ‘Destek vermem ama man ide olmam’ demeye getiriyor Trump. Nitekim Kasım Süleymani suikastıyla Trump ve Netanyahu arasında makas aralandı. Ortak bir operasyon olarak planlanırken Netanyahu son anda geri çekildi. Bu yüzden Trump ona güvenmiyor. Ortak bir operasyondan uzak duracaktır. Fakat İran anlaşmaya yanaşmazsa, İsrail engellenmez.”
Haber akışı
0
Tartışmaya katılmak için
giriş yapın ya da kayıt olun
loader
Sohbetler
Заголовок открываемого материала