‘ABD askerlerinin Güney Kıbrıs’a yerleşmesi, Türkiye’yi çevreleme politikasının son aşaması’
‘ABD askerlerinin Güney Kıbrıs’a yerleşmesi, Türkiye’yi çevreleme politikasının son aşaması’
“Öncelikle Kıbrıs’ta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde devam eden faaliyetler bizim açımızdan yeni şeyler değil. Hızlı bir şekilde sizi 2019 Aralık ayına götüreceğim. Trump dönemi. Donald Trump, görevi Ocak 2020’de teslim etmeden önce, 2020 savunma bütçesi içerisinde güvenlik ve enerji yasası adında bir yasa imzalıyor Güney Kıbırs Rum Yönetimi’ne ilişkin olarak. ABD Başkanı Joe Biden da seçimi kaybetti, ocak ayında görevi Trump’a devredecek. Devretmeden önce Güney Kıbrıs Rum Yönetimi başkanını Beyaz Saray’da ağırladı. 2019’daki konuya dönersek, güvenlik ve enerji işbirliğinin bir arada olduğunu görüyoruz. Sadece uçaklar ve helikopterler gelmiyor. Yanında enerji de var. Bu denklemde Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail var sahada. 2019’da şöyle bir şey oldu: 1987 yılından beri Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uygulanan ABD silah ambargosu gevşetildi. Ama tam olarak 2022 yılında silah ambargosu kaldırıldı. 2020 ABD savunma bütçesi onaylandıktan sonra, Ocak 2020’de yani, henüz Gazze olayı yokken, ABD özel kuvvetlerinin yaklaşık 400-500 kişilik personeli, Apache, Chinook, Skorsky helikopterlerle ve zırhlı personel taşıyıcılarla beraber Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne geldiler ve kaldılar. Bu dört yıl önce oldu.
Günümüzde yine aynı şekilde, 11 Eylül 2024’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve ABD arasında ‘ikili savunma işbirliği antlaşması’ imzalandı. Özellikle bu savunma işbirliği anlaşması sonrasında, Amerika’nın amfibi hücum gemisinin ve helikopterlerinin, Güney Kıbrıs’ta Baf Meydanı’nı ve Kıbrıs’taki İngiliz askeri üssü olarak değerlendiren Akrotiri’de özel kuvvetler personelleriyle beraber bulunduklarını görüyoruz. Yani Amerika Birleşik Devletleri, 2020’den günümüze kadar olan süreç içerisinde Güney Kıbrıs’taki üsleri ve Kıbrıs Adası’ndaki İngiliz üslerini rahatlıkla kullanmaya devam ediyor. ABD önümüzdeki süreçte sadece Baf Meydanı’nı değil aynı zamanda İngilizlerin Akrotiri Üssü’nü ve daha önce Fransızların Güney Kıbrıs’tan kullanma hakkı istediği Mari Deniz Üssü’nü de kullanmak için inşaatlar yapmayı planlıyor. Kıbrıs’ın en güneyindeki bu Mari Üssü’nü şu anda Güney Kıbrıs Rum Kesimi personeli kullanıyor. Mari’nin Türkçe adı Tatlısu’dur. ABD dikine iniş kalkış yapabilen uçaklarını da buraya taşımayı düşünüyor.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar olan dönemde Tatlısu nüfusunun çoğunluğu Türk soydaşlarımızdı. Yani o dönemler Türk sayısı Rumlardan fazlaydı. Fakat günümüzde Mari olarak adlandırılan bu yer ile ilgili geçmişe döneceğim. 2007 yılında Suriye’de Esad’a yardıma gittiği, silahlar bulunduğu iddia edilen bir gemi ABD tarafından durduruldu ve Mari’ye demirlettiler. Bu gemideki konteynerler boşaltıldı ve Mari Üssü’ne yakın Güney Kıbrıs’ın üç elektrik santralinden birisi vardı. 2011 yılında bu konteynerler içindeki barutlar ve silahlar patladı. Rum deniz üssü komutanı öldü. Böylece bir olay meydana geldi. Yani Mari Üssü’nün sicili geçmişten bu yana bozuk. Nedeni de şu: Doğu Akdeniz coğrafyasında ABD’nin rahatlıkla kullanabileceği, yine İngilizlerin ve Fransızların da kullanabileceği üslerden birisi. ABD her ne kadar uçaklarını İngiliz Akratori Üssü’ne konuşlandırabiliyor olsa da, kendisinin yaptığı ikili anlaşma ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne konuşlanıyor. Ağırlıklı olarak özel kuvvetler ile konuşlanıyor. Savaş gemilerinin yanaşması için de faaliyetler yürütülüyor.
Burada Yunan-Rum ikilisini kesinlikle ayırmıyoruz. Nasıl ki Yunanistan adeta bir ABD eyaleti gibi Amerikan Silahlı Kuvvetleri unsurları tarafından kullanılıyorsa; bunun Ortadoğu’ya ulaşım, hidrokarbon transferi ve Süveyş’in kontrolü açısından kritik olan ve ‘uçak gemisi’ niteliğinde olan, Türkiye’nin güvenliğini çok yakından ilgilendiren, Dedeağaç’tan Ege Denizi’ne, oradan Güney Kıbrıs’a uzanan ‘Türkiye’yi çevreleme’ faaliyetinin son aşaması olarak görülüyor Güney Kıbrıs. Bu faaliyet güvenliğimizi de zorluyor. Bu şekilde özetleyebilirim.”
‘Artık Kıbrıs’ta iki devletli çözümden başka Türkiye’nin güvenliğiyle alakalı hiçbir Kıbrıs konuşması içine girmememiz gerekir’
“Özellikle Yunan-Rum ikilisinin oyunları bitmez. 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumda Güney Kıbrıs Rum Kesimi vatandaşları ‘hayır’ dedi. İşin ilginç tarafı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarımızın yüzde 65’i ‘evet’ dedi. Bu fırsatı kaçırmalarına rağmen hemen arkasından Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs’ı AB’ye aldı. Adanın tümünü temsilen aldılar. Orada Türk toplumunu ne ABD, ne Avrupa Birliği ne de Batı kabul etmiyor. Yapılan bütün görüşmeler hep federal çözüme yönelikti. Fakat artık o aşamayı geçtik. Referandum sonrası ortaya çıkan durum, adada bir federasyon yapısından öte iki devletli çözümle çözülebilir. Türkiye’nin güvenliği açısından iki devletli çözüm gerekiyor.
Yunan-Rum tarafında oyun bitmediği için NATO üyeliği üzerinden, AB’yi de devreye sokarak, Türkiye’nin AB’ye girmesinin önündeki engel aslında Güney Kıbrıs’ın NATO’ya girememesiymiş gibi süreci uzatmaya devam edecekler. Yunan ve Rum tarafı çözüm istemiyor. Onların hayatta kalma ve beslenme yöntemi, sorunlarla birlikte ön plana çıkmaktır. İşin ilginç yanı NATO’nun ‘stratejik ortak’ demesine rağmen ABD, hem PKK’ya, hem FETÖ’ye, hem YPG’ye, YPJ’ye, SDG’ye destek veriyor. Yunanistan ve Rum ikilisi de destekleniyor. Amerika’daki başkanlar seçim kaybetse dahi Yahudi, Ermeni, Rum lobileriyle ilişki içerisine girerek Türkleri yok kabul etmektedir. Bu yok kabul etme, Kıbrıs’ta da Türk toplumunun yok kabul edilmesini kapsıyor. Kıbrıs’taki gelişmeleri takip etmek gerekiyor. Kıbrıs tekrar silahlanıyor. Güney Kıbrıs, ufak bir muhalefet hariç tamamen ABD ve İngiliz kontrolüne girmiş durumda.
Dolayısıyla Türkiye’nin güvenliği açısından önümüzdeki dönemde burada silahlanmayı göz önünde bulundurarak, can alıcı nokta olan hidro-karbon kaynaklarının Türkiye tarafından kontrol edilmesinin istenmemesi en önemli meseledir. Yani Doğu Akdeniz’in en önemli ülkesi Türkiye’yi, Ege’de de olduğu gibi dışlamak istiyorlar. Bütün bu silahlanma ile, ABD-İngiltere’nin yanı sıra Güney Kıbrıs’ın Rusya ile bağlarını kesip İsrail gibi ülkelerden silah almaya başlamasıyla birlikte, Güney Kıbrıs Rum Kesimi adanın tamamına sahip olma algısını da tekrar canlandırıyor. Türkiye, KKTC ile deniz ve hava üssü konusunu tekrar gündeme getirebilir. Doğu Akdeniz’deki haklarımızdan vazgeçersek, Dedağaç’tan başlayan bu çember ile Türkiye karaya hapsedilir. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin tekrar karadan denize çıkması, Mavi Vatan projelerini hayata geçirmesi, münhasır ekonomik bölgelerden Türklerin faydalanması gibi konular dikkatle takip edilmesi gereken konular olacaktır.
Türkiye, artık federatif bir yapı içerisinde konuşmalarını tamamlamayacak. Von der Leyen’in Türkiye’ye gelmesi, AB’nin devreye girdiğini gösteriyor. İkili anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’yi baskı altına almaya kalkacaklar. Türkiye’nin yumuşak karnı olan siyasi, ekonomik alanda ve terörle mücadele konusunda Türkiye’nin karşısına çeşitli zorluklar çıkartacaklar. Artık Kıbrıs’ta iki devletli çözümden başka Türkiye’nin güvenliğiyle alakalı hiçbir Kıbrıs konuşması içine girmememiz gerekir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasıyla ilgili sesin yükseltilmesi gerekir. Türkiye bu konuyu diplomatik olarak yakından takip ediyor fakat ben bir Türk vatandaşı olarak dışişlerinden beni tatmin edecek bir davranış göremiyorum.”
‘Ben her daim ileriden savunma gerekliliğini savunurum’
“Zaten Türkiye, Suriye’deki iç savaşın başladığı 2011 yılının mart ayında, ABD ve Batı ile devam etti. 2015’in başında IŞİD tehdidi ve PKK türevi PYD’nin ortaya çıkmasıyla Türkiye, politikalarında frene basarak kendi güvenliğini öne çıkarmaya başladı. Ben her daim ileriden savunma gerekliliğini savunurum. İsrail nasıl ki tehdit kabul ettiği konuları ileriden tehdidi yok etmeye yöneliyor; bu İsrail’e haksa, bölgesel güç olan Türkiye’nin de haklarından birisi, terörle mücadele için Suriye’de güvenlik boşluğundan ortaya çıkan, Suriye’de otoritenin de kalmaması sebebiyle, harekatlar yapmaktır.
Örneğin Tel Rıfat’ın PKK’dan tamamen arındırılması lazım. Türkiye’de bazı siyasilerin ve PKK’nın Ayn El Arab için ‘Kobani’ diyerek selamlar yolladığı şehir dahil Suriye’nin kuzeyinde güvenlik hattı çizilmek zorunda. Bu, işgalci olmak değil. Suriye’de düzenin çökmesinden sonra Türkiye’nin önce kendisinin güvenliğini ele alması lazım. Elbette komşumuz olması nedeniyle Suriye’de ortaya çıkabilecek kargaşalar için de Türkiye’nin çözüm önerisinde bulunması lazım. Balkanlar’dan itibaren başlayalım. Yunanistan’dan Ege’ye, oradan Kıbrıs’a geldik. Suriye ve Irak var. Sonra Kafkaslar var. Gürcistan var. Karadeniz. Rusya’nın tekrar Karadeniz’de Ukrayna ile yapabileceği bir uzlaşma veya sürtüşme ile Türkiye önümüzdeki on yıl çevresinde güvenlik sorunlarıyla uğraşacak. O nedenle Suriye’de ortaya çıkabilecek durumlara, milli menfaatlerimizi ve güvenliğimizi dikkate alarak müdahil olmak zorundayız.
2011’den itibaren parçalanmakta olan Suriye’de toprak bütünlüğü görüntüsü yok. Fırat’ın doğusunda CIA/ABD destekli PKK/PYD, garnizon terör örgütü olarak bölgeyi kontrol ediyor. Herkes kendi güvenliğini sağlarken Suriye’deki petrol yataklarını PKK’yı finanse etmek isteyen ABD kullanıyor. İsrail, önümüzdeki dönemde su kaynaklarından pay isteyecek. Türkiye bunun ceremesini çekecek, milyonlarca düzensiz göç sahibi olacak ve bunlara bakmaya çalışacak. Bu ortaya çıkan durumdan faydalanmadan, büyük devlet ayaklarına yatmak gibi bir şey olamaz. Öyle bir güzellik yok. Türkiye, önümüzdeki dönem içerisinde buradaki kaynakların paylaşılması konusunda taleplerini Kamışlı’ya uzatacak kadar müzakereler yapmak zorunda. Kıbrıs bir uçak gemisidir. Türkiye’nin güvenliği açısından çok önemlidir.
Türkiye eğer Kıbrıs’ta kaybederse, Suriye’den en çok faydalanacak ABD-İsrail orada da kaybedilmesini sağlar. Irak’taki haklarımız da zora düşer. Türkiye’yi bekleyen kritik güvenlik sorunları var. Tüm vatandaşlarımıza bunların anlatılarak birlik sağlanması gerekiyor. İçte birlik, vatandaşların milli konularda bir olmasıdır. Nasıl ki konu Türkiye olunca Yunanistan bir oluyorsa, bizim de vatandaşlarımızın çoğunu kapsayacak bir iç cephe oluşturmamız gerekiyor. Eğer bu iç cephe bir parti iç cephesi olarak algılanırsa aşağı seviyeye iner ve birlik sağlanamaz. O zaman güvenlik sorunlarından ortaya çıkabilecek sorunlar çözülemez. Uzlaşının büyük çoğunukla sağlanması gerekiyor. ‘Ben yaptım, ben ettim, Emevi Camii’nde namaz kıldım’ söylemleri bizleri aldatmasın. Rusya bu coğrafyada kenara çekilmiş olabilir fakat yakından takip ediyor. İran için ‘dizlerinin üzerine çöktü’ diyenler var. Bu yanlıştır. Bu coğrafyada kimse yatağında rahat yatamaz. Belki on yıl düzen sağlanmaya çalışılabilir fakat bu sorunlar yine karşımıza çıkacaktır.”