Avrupa Birliği'nin (AB) 25-26 Mart zirvesinde Türkiye'ye yönelik 'kademeli, orantılı ve geri döndürülebilirlik' yaklaşımı benimsenirken, uzun süredir donmuş haldeki ilk üst düzey temaslar da gerçekleşti. AB'nin en üst düzey iki yetkilisi, Konsey Başkanı Charles Michel ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Ankara'yı ziyaret etti. Ankara, görüşme sonrası 'AB'ye tam üyelik' vurgusu yaparken, Avrupa kanadından Gümrük Birliği'nin ve sığınmacı anlaşmasının güncellenmesiyle daha fazla fon aktarımına yeşil ışık yakıldığı mesajları verildi.
Ziyaretin hemen ardından Alman hükümetine danışmanlık da yapan Almanya Bilim ve Politika Vakfı'nın (SWP) Türkiye raporu da dikkat çekti. Raporda, Türk tipi cumhurbaşkanlığı sistemiyle TBMM'nin güçsüzleştiği, güçler ayrılığının baltalandığı, yargının siyasallaştığı, kurumların felce uğratıldığı, ekonomik sıkıntılar artarken, otoriter pratiklerin yükseldiği eleştirileri yer aldı. Buna karşı AB'nin elinden telkinlerden öte bir şey gelmediği de vurgulandı.
Öte yandan Beştepe'deki görüşmelerde protokol krizi de yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Michel ile ayrılmış iki koltuğa otururken, 'AB Başbakanı' konumundaki von der Leyen'in ayakta kalması ve buna tepki sergilemesi, ardından uzun bir koltuğa, Dışişleri Bakanı'nın karşısına oturtulması Avrupa'da tartışmaları tetikledi. Mesajlarında von der Leyen Türkiye'nin kadın haklarını güvenceye alan İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmasını eleştirmesi dikkat çekti. Çavuşoğlu, protokolde AB'den gelen taleplerin uygulandığını söylerken, Türk diplomatik kaynakları, isim kullanmadan medyaya protokol sorununun Michel ile von der Leyen arasındaki rekabete bağlayan açıklamalar yaptılar. Olay AB-Türkiye ilişkileri tarihine şimdiden 'kanepe-gate', 'sofagate' ifadeleriyle geçmiş görünüyor.
AB'yle üst düzey siyasi diyaloğun başlaması ve kanepe-gate vakasının yankılarını Avrupa Birliği ve Küresel Araştırmalar Derneği Başkan Yardımcısı Can Baydarol ile konuştuk.
'Tersine mehter yürüyüşü durumu var'
Can Baydarol, AB'nin mart sonundaki zirvesinde Türkiye-AB ilişkileri için pozitif gündem ortaya konulmuş olunsa da 'bir ileri iki geriyi' ifade eden ber yönelim, son kaleme aldığı yazıdaki 'tersine mehter' durumu söz konusu. Türkiye'nin AB için artık 'üçüncü ülke' pozisyonuna geldiğini, 'koşullu iyi komşuluk' ilişkilerine dönüldüğü izlenimi bulunduğunu belirten Baydarol, son olarak gümrük birliğinin güncellenmesi meselesinde bile Avrupa Komisyonu'na sadece çalışma yetkisi verildiğini vurguladı:
‘Türkiye-Avrupa ilişkileri şu anda 1963 yılından daha geride bir pozisyonda’
AB'nin en korktuğu alanın sığınmacı meselesi olduğunu belirten Baydarol, birlik içinde yeni bir göçmen krizi olursa dağılma eğilimine girer miyiz endişesinin yer aldığını dile getirdi. Baydarol'a göre von der Leyen ve Michel'in gelişiyle fiili olarak siyasi diyalog başlamış olsa bile şu anda ilişkilerin 1963'dekinden de geride bir pozisyonda:
"Sonuçta bir sığınmacı meselesi var. Bu da AB’nin en korktuğu alan. İngiltere’nin Brexit sürecini başlatan olgu AB’nin göç politikasının tartışmaya açılmasıydı. Yeni bir göçmen krizi olursa başka bir dağılma eğilimine gidebilir miyiz endişesi Avrupa’da çok fazla hissediliyor. Onun için ‘Sığınmacıları topraklarınızda tutun, size biraz daha para verelim’e gelecek önümüzdeki günlerde bunun çalışması yapılıp meblağ açıklanacaktır. Bir başka beklentimiz Schengen vizesinin kaldırılmasıydı. O konuda da pek ağızların açılmadığını gördük. Alt alta yazdığımızda üst düzey siyasi devre başlamış oldu. 25-26 Mart Zirvesi’nde üst düzey siyasi devreleri başlatalım artık lafı vardı. Von der Leyen ve Charles Michel’in Ankara’ya gelmesi fiili olarak üst düzey siyasi devrelerin başladığını gösteriyor. Sonuçlarına bakarak da her şey çok güzel diyecek halimiz de yok. Avrupa ilişkilerimiz açısından şu anda 1963 yılından daha geride bir pozisyondayız.”
Alman hükümetine tavsiyelerde de bulunan SWP'nin son Türkiye raporunun fazla bir anlam ifade etmediği görüşündeki Baydarol, AB'nin artık Ankara'ya karşı 'sopası' da 'havucu' da kalmadığı değerlendirmesini yaptı. Gümrük Birliği güncellenmesi meselesindeki iki taraflı sorunlara dikkat çeken Baydarol, bu konunun da Türkiye'den çok AB'ye yarayacağını ve Türkiye'nin yılda 5 milyar dolar kadar kar edecek olmasına karşılık AB tarafının 25 milyar dolar kadar kar eder hale geleceğini vurguladı:
“Bu raporlar çok fazla anlam ifade etmiyor. Çünkü malum AB’nin tam üyelik müzakerelerindeki taktiği 'sopa-havuç' meselesidir. Eğer bunları yapmazsan, demokrasi, insan hakları kötüye giderse, o zaman tam üyeliğin olmayabilir; bu 'sopa'dır. 'Havuç' da bunları yaparsan, şu tarihte tam üye olacaksın der. Bizde ortada 'havuç' yok o zaman 'sopa' ne işe yarar diye sorguluyorum yıllardır. 'Havuç' olarak Gümrük Birliği’nin güncellenmesinden bahsediyorlarsa, o 'havuç' AB’nin daha fazla işine yarayacak bir 'havuç'. Tarım ürünlerinde ticaretin daha serbest hale gelmesi, AB’nin izlediği tarım politikası nedeniyle tam Gümrük Birliği’ne giremez. Ama bir karşılıklı tarım ticareti olur. Avrupa’da zaten izledikleri politika yüzünden tarım stokları var. 'Süt gölleri, tereyağı dağları' diye yıllarca anlatıldı. Hizmetlerin serbest dolaşımına bakıyoruz. Bizden onlara gidecek pek hizmet yok da onların hizmetlerini daha fazla bize gelme ihtimali var. Kamu ihalelerin karşılıklı serbestleştirilmesine bakıyoruz. O da Türkiye’de pek çok güzel işler, Avrupa gelecektir oraya da, Türklerle ortak çalışacaklardır. Geçenlerde öyle bir hesap yapmışlardı bir raporda. Bu iş gerçekleşirse Türkiye, yılda 5 milyar dolar kadar kar eder ama AB tarafı da 25 milyar dolar kadar kar eder. Bu iyileştirme bize verilen bir taviz midir, yoksa Avrupa’nın çıkarına bir şey midir? Şu anda Türkiye’nin en büyük sorunu belirsizlikler. Siyasi belirsizlik var, hukuki belirsizlik, ne olacağı belli olmayan bir yargı sistemi var. İktisadi belirsizlikler hat safhada. Belki bu güncelleme sayesinde biraz moraller yerine gelebilir, Türkiye’de işler daha öngörülebilir bir hale dönüşebilir umudu var. Hakikaten emek şu anda çok ucuzlamış vaziyette. İnsanlar büyük zorluklar içinde yaşıyorlar.”
Baydarol, Beştepe'de AB heyetiyle görüşme sırasında Ursula von der Leyen'e yönelik 'kanepe-gate' diye anılan protokol krizini de değerlendirdi. Bu konunun Erdoğan ile Michel'in görüşmesi üzerine yapılan bir ön düzenlemeden yahut AB daimi temsilciliğinden kaynaklanmış olabileceğini belirten Baydarol, Ankara'nın kasti bir tutumu olduğunu zannetmediğini dile getirdi:
"İsim vermeyeyim, eski bir dışişleri bakanı Avrupa Komisyonu'ndan bir 'komiser' Türkiye'ye gelecek. 'Komiser', Avrupa Komisyonu’nun 'bakan' seviyesindeki adamı anlamına geliyor. Bakan, ‘Ben komiser parçasıyla görüşmem, o gitsin başka komiserle görüşsün’ dedi. Bir dışişleri bakanı bunu söylediği zaman insan bir garip oluyor. Yani orada Michel sonuçta Avrupa Konseyi'nin başkanı. Dolayısıyla AB’nin en yüksek temsilcisi olarak cumhurbaşkanı seviyesinde düşünülebilir. Ama Ursula von der Leyen de yürütmenin başında, onun mevki için de 'başbakan' diyebiliriz. Protokolde cumhurbaşkanı ile konsey başkanı baş başa görüşecek de von der Leyen o görüşmeye katılmayacak gibi bir ön düzenleme mi yapıldı? Tahmin ediyorum öyle bir şey yapıldı, çünkü böyle büyük bir protokol skandalı olmaz. Bir tane koltuk mu eksik, üç tane konur. O zaman da Türkiye’den katılacak bir 'başbakan' olmadığı için garip bir durum ortaya çıkacak. Orada bir temsil sorunu var. Bir ihtimal Ankara’daki daimi temsilciliğin de bu işe atlamış olması olabilir. Ama bir protokol sorunu olduğu açık. Yoksa 'Türkiye kasten von Der Leyen’i ayakta bıraktı' gibi garip bir algı mümkün değil, böyle bir şey yapılamaz. Şu anda bizim dışişleri de bir alem. Kafalar karmakarışık. Maalesef liyakat çok fazla ön planda değil. 'Monşerler kriziyle' beraber 'monşer olmayan' bir yapıya geçildi. O monşerler aslında baya işler hallediyorlardı. Ama protokol dışişlerinin en iyi bildiği alanlardan birisidir. 1815 Viyana Kongresi aklıma geldi. Masa başına kim oturacak meselesini atlamak için yuvarlak masayı icat eden biziz."
Baydarol, Türkiye'nin çok zor bir dönemden geçtiğini, dış politikada ciddi açmazlara girmiş durumda olduğu değerlendirmesini yaparken, AB'nin bu koşullar altında ne yapıp edip Türkiye'yi kendi yanında demirli tutmaya uğraştığını söyledi. Baydarol, "Türkiye'yi yeni süreçte yeni bir tampon bölge olarak tutabilmek gayretinde olduklarını görüyoruz" ifadelerini kullandı:
"İstanbul Sözleşmesi ile ilgili şeyler söyleyecekler tabii. İstanbul Sözleşmesi’ni insan olan savunur. Ama bizim savunmamız yetiyor mu, onlar da söylüyorlar. Kimsenin dinlediği yok. Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Dış politikada çok ciddi açmazlara girmiş vaziyetteyiz. İçeride ekonominin nereye gittiği bilinmiyor. Pandeminin etkisi bambaşka bir durum. Lebaleb toplantılar ve sanki oradan hiç yayılma ihtimali yokmuş gibi bambaşka telden çalmalar var... Türkiye’nin gündemi çok hoş bir gündem değil. AB de ne yapıp ne edip Türkiye’yi iki kutuplu düzene giden çağda kendi yanında demirli tutmaya çalışıyor. 3 Ekim 2005 müzakere çerçeve belgesinde, 'Türkiye ucu açık müzakerelerin sonunda tam üye olamasa bile mutlak suretle AB limanına demir atmalıdır' denilmişti. O demiri nasıl attıracaklarının yolunu arıyorlar. Türkiye’yi bu yeni süreçte yanlarında yeni bir tampon bölge olarak tutabilmek istiyorlar. Şu anda onun gayretini görüyoruz.”