Avrupa Birliği'nin (AB) Türkiye'ye yönelik Doğu Akdeniz'deki tavizlerin ardından oluşturduğu 'pozitif gündemle' sona eren zirvesinin ardından ilk üst düzey temaslar da başlıyor. Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ile AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in, 6 Nisan'da Türkiye'ye ziyaret edeceği açıklandı. AB zirvesi sonrasında Dış Politika Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell, Türkiye ile ortak çıkar alanlarında çalışma kararı çıktığını ifade ederek, "Bunu sürekli kılmak için Türkiye ile aktif şekilde çalışmaya devam etmeliyiz" vurgusu yapmıştı.
Türkiye'nin AB'nin Haziran ayındaki zirvesine kadar özellikle Doğu Akdeniz'le ilgili AB üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi'ne karşı olumlu iklimi bozmayacak tutum takınması karşılığında birlik, gümrük birliğinin ve sığınmacı anlaşmasının güncellenmesinde bir dizi adımlar atabileceğini vurguluyor.
AB zirvesi sonrası oluşan süreç ve Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerini emekli diplomat Engin Solakoğlu ile konuştuk.
‘Türkiye’nin AB nezdindeki konumu, onun kadar parlak olmamakla birlikte, Mısır’ı andırıyor’
Engin Solakoğlu, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde üç aylık periyodlarla 'yaptırımlar' üzerinden yapılan kurgulamalara yeni dönemde Biden yönetiminin eklendiği görüşünde. AB'nin Biden yönetiminin vereceği sinyaller üzerinden hareket edeceğini zaten söylediğini anımsatan Solakoğlu, AB'nin Türkiye ile ilişkilerde stratejik bir yaklaşım ve ortaklıktan bahsederken artık üyeliği anmadığını vurguladı. Solakoğlu'na göre, Batı 'Ankara'nını davulcuya zurnacıya kaçmasına yol açmadan terbiye edecek bir yaklaşım benimsediği', 'Ankara da buna dünden razı':
“Bizim dış politikamızda üç aylık periyotlarla bir süredir AB zirvesinde ne olacak, yaptırım çıktı çıkacak diye bekliyorduk. Bunun yanında yeni bir unsur olarak da bu yıl başından itibaren Biden eklendi. Genel olarak beklenti Biden’ın vereceği sinyaller çerçevesinde AB’nin hareket edeceğiydi. Oradan sızan haberler de zaten Biden’ın şu anda kafa kafaya girmenize gerek yok, biz Türkiye’yi idare ederiz diye ılımlı bir mesaj verilmesini telkin ettiği yönünde. Zirve kararları büyük ölçüde bunu doğruladı. Türkiye bakımından zirve kararlarına bakarsak aslında başka dış politika analistlerin de bu hafta içerisinde takip ettiğim yaptığı bir yorum var. Avrupa Birliği, Türkiye ile ilişkilerinde stratejik bir yaklaşımdan, ortaklıktan bahsediyor. Bahsetmediği bir tek şey var, adaylık, üyelik. Dolayısıyla bizim aslında şu anda AB nezdindeki konumumuz onun kadar parlak olmamakla birlikte Mısır’ı andırıyor. Çeşitli konularda işbirliği yapılabilecek, Avrupa’nın çeşitli konularda karşılıklı bağımlılık ilişkisine sahip olduğu bir ülke. Bu ülkeyle raydan çıkartmadan ve Biden yönetiminin de en son Blinken’ın da işaret ettiği Çin ve Rusya’nın kucağına Türkiye’yi bırakmadan yani ‘davulcuya, zurnacıya kaçmasına’ yol açmadan terbiye edilecek bir Türkiye yaklaşımının benimsendiğini görüyoruz. Türkiye’yi yönetenler de buna zaten çoktan teşne. İki taraf için de kazançlı bir alışveriş."
'Türkiye'nin AB kurumlarına demirli tutulması, Oruç Reis'in Antalya Körfezi'ne kapatılması gibi'
AB'nin Türkiye'yi ucuz üretim üssü olarak kullanırken, Gümrük Birliği aracılığıyla yörüngesinde tuttuğunu söyleyen Solakoğlu, bir yandan da kısa süre öncesine kadar Ankara'nın kullandığı 'sığınmacı kartının' artık etkisini yitirdiğini ve en başta AB üyesi Yunanistan'ın önlemler aldığını belirtti. Solakoğlu, Türkiye'nin 'AB kurumlarına demirli tutulması' yaklaşımını Oruç Reis'in Antalya Körfezi'ne kapatılmasına benzetti:
"AB bir yandan gerek ucuz üretim üssü olarak kullandığı Gümrük Birliği vasıtasıyla Türkiye’yi kendi yörüngesinde tutmuş oluyor. Bir taraftan daha fazla kendisi bakımından sorun çıkarmayacak bir yörüngeye oturtmuş oluyor. Bunun içerisinde göçmenler konusu var. 3.5 milyonu salarız gibisinden. Bunun aslında uygulanabilir bir tehdit olmadığını da geçtiğimiz dönemlerde gördük. Bizim tarafta bazı amigo basın, salarsak mahvolursunuz şeklindeki tehdidin aslında AB bakımından gerçek anlamıyla analiz edildiğini ve bunun çok ciddiye alınır bir tarafının olmadığının görüldüğünü biliyoruz. Bunu da biraz Yunanistan’dan biliyoruz. Çünkü Yunanistan çok ciddi tedbirler aldı. Geçen seneki girişimimizden sonra adalardaki tedbirleri arttırdı. Yunanistan’a Avrupa Birliği de göçmenlerle ilgili ciddi bir yatırım yapmaya başladı, özellikle sahil güvenlik konusunda. Bana göre insanlıkla ilişkisi olmayan o tehdidin artık bir geçerliliği kalmadı. Ama buna karşılık AB hiçbir şekilde Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin Türkiye’yi kendi yörüngesinden çıkartmak istemiyor. Zaten 2004 yılındaki AB aralık zirvesi kararına bakarsak, Türkiye için verilen perspektif, ‘AB kurumlarına demirli' ülkeydi. İsterseniz bunu Oruç Reis’e de benzetebiliriz. Oruç Reis nasıl Antalya Körfezi’ne kapatıldıysa, Türkiye de AB’nin kurumlarının yörüngesinde kalmak üzere bir aranjmanın içerisine girdi.”
‘AB zaten bir sermaye ve şirketler birliği, AB'nin Türkiye'den istediği ucuz üretim üssü olması...'
Engin Solakoğlu'na göre Türkiye'de insanların ve belirli çevrelerin AB'nin Türkiye'deki demokrasi ve insan haklarını teminat altına alması beklentisinin öteden bire 'boş bir beklentiydi'. AB'nin böyle bir sorunu bulunmadığı, Türkiye'nin konumunun bu açıdan Mısır'dan çok da farkı olmadığını söyleyen Solakoğlu'na göre AB'nin alabileceklerini alırken beklentisi Türkiye'nin ucuz ve güvenlik üretim üssü konumunu koruması, grev yapılmaması, Avrupa sermayesinin çıkarlarının korunması. AB'nin zaten bir 'sermaye ve şirketler birliği' olduğunu anımsatan Solakoğlu, bu konuda özel bir duyarlılık olmadığını bizzat AB üyeleri Polonya ve Macaristan örneklerinin ortaya koyduğunu anımsattı:
“Türkiye’deki insanların ve belirli çevrelerin AB’nin Türkiye’deki demokrasi ve insan haklarını teminat altına alması beklentisi zaten öteden beri boş bir beklentiydi. AB’nin böyle bir sorunu yok Türkiye bağlamında. Mısır’da Sisi’nin insan haklarına saygı göstermesi Avrupa’yı ne kadar ilgilendiriyorsa, ona benzer bir şekilde Türkiye’ye biçilen rol içerisinde insan hakları Avrupalıları ilgilendiriyor. Bunun bir tek alt başlığı var farklı olan. O da Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyesi olması. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altında imzası bulunması. Örneğin Rusya, Avrupa Konseyi’ne üye olduğu halde hemen hemen hiçbir kararını uygulamıyor. Zaten Anayasasını da bu yönde değiştirdi. Buna karşılık da Rusya’yı Avrupa Konseyi’nden çıkartalım denmedi. Türkiye’yi yönetenler açısından çok güzel bir örnek. Diğer taraftan Türkiye’deki düzen için muhalefet de dahil insan haklarının AB’den ithal edilebileceğini düşünenler açısından da hayal kırıklığı yaratacak bir şey. Bu somut bir realite. Yani AB, Türkiye’den alabileceklerini alırken Türkiye’nin insan hakları konusunda büyük sıçramalar yapmasını beklemiyor. Türkiye’den beklentisi şu. AB ve Gümrük Birliği’nde Avrupa açısından önemli olan Türkiye’nin ucuz ve güvenli bir üretim üssü konumunu koruması. Avrupa sermayesi bakımından bu çok önemli. Türkiye’de grev yapılmaması, neredeyse yasaklanma seviyesine gelmesi, AB sermayesi bakımından aranmakla bulunmayacak bir fırsat. Bu müthiş bir maliyet unsuru. Bundan hiçbir rahatsızlık duyduklarını düşünemeyiz. AB şu andaki yapısıyla zaten bir sermaye ve şirketler birliğidir. Sermaye ve şirketlerin insan hakları konusunda çok ısrarlı olacağı beklentisi bana göre boş bir beklentidir. İsteyenler AB’nin kendi içine de bakabilirler. Macaristan ve Polonya’ya dayatılmayan birtakım şeyler neden bir aday olan Türkiye’ye dayatılsın. O adaylık statüsünden de kimse bahsetmiyor. Türkiye’deki söylemler de çok anlamlı söylemler değil. Biz adayız, üye olmak istiyoruz, geleceğimiz Avrupa’da. Çünkü Türkiye’yi yönetenlerin bugün söylediklerinin yarın tersini söyleyebilecekleri için ne Avrupalılar ne de Türkiye halkının bunları ciddiye almasına gerek yok bence.”
‘AB’nin mesajları ve üst düzey diyaloğu başlatması ABD’den bağımsız düşünülemez’
Solakoğlu, Biden yönetiminin bu sürece etkisine dikkat çekerken, AB'nin pozitif gündemi konuşmak üzere Ankara ile üst düzey temas ve ziyaretlere başlamasının da ABD'den bağımsız olduğunun düşünülemeyeceği görüşünde. Ankara'nın son zamanlarda bir takım 'yalpalamalar' içinde görünmesinin Batı'da 'Rusya'ya yönelindiği' algısı yaratmasına karşın Solakoğlu, bunun halledilebilir bir mesele olduğu değerlendirmesini yaptı. Solakoğlu'na göre, Ankara cezalandırma yerine senet imzalattırılarak Batı içinde süreçlere dahil ettirilir:
“Biden yönetimi daha göreve gelmeden üç aşağı beş yukarı konuyu takip edenler olarak bekliyorduk; Biden’ın Avrupa’ya çok büyük bir ağırlık vereceğini, ABD’nin Avrupa ile birlikte hareket etme refleksini geri getireceğini ve bu sayede bölgede sorumluluk paylaşarak hareket edeceğini. Bütün bu plan içerisinde Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yapacağı ziyaret ve mesajların Amerika Birleşik Devletleri’nden bağımsız olduğunu düşünemeyiz. Bu zaten Amerika’nın genel olarak bölgeye bakışının bir yansıması. Doğu Akdeniz konusuna gelince, şu sıra ben de sık sık izliyorum. Dedeağaç’ta Amerikalılar toplandı bize karşı gibi bizdeki birtakım çevrelerde bir panik hatta bir tehdit havası yaratılıyor. O anlattıkları şey ‘Metal Fırtına’ diye bir roman vardı, orada olacak şeyler. Bunların gerçek hayatla ilişkisi yok. Dedeağaç’ta yapılan yığınağın kime gözdağı verme amacı taşıdığını kafası çalışan herkes anlayabilir, Rusya’dır. Burada başka bir alt hedef de Türkiye’nin son zamanlarda birtakım yalpalamalar yapması Rusya’ya doğru, bu sistemi rahatsız eder. Batı ittifakı içerisinde kalması için Türkiye’nin süreçlere dahil edilerek cezalandırma yerine senet imzalatılarak, yani o süreçlerin içinde kalmasını sağlamak için örneğin enerji konusu, Doğu Akdeniz’deki işbirliği konusu çok pratik konular."
'Emperyalizmle işbirliği içi bundan daha iyi ülke bulamazsınız'
Solakoğlu, Türkiye'deki tartışmalarda sürekli 'stratejik öneminden' bahsedildiğini ancak güçlü bir devlet için 'hiçbir ülkenin yerine bir başkasının ikame edilemez olmadığı' görüşünü dile getirdi. Solakoğlu asıl meselenin Türkiye'nin sağından soluna ne zaman döneceği belli olmayan, öngörülemez bir iktidar tarafından yönetilmesi olduğu değerlendirmesinde bulundu. Türkiye'deki ekonomik sorunlar ve meşruiyet tartışmalarına atıfta bulunan Solakoğlu, 'emperyalizmle işbirliği yapmak için bundan daha iyi bir ülke bulamazsınız' vurgusu yaptı:
"Sürekli stratejik önemimiz, Amerika bizden vazgeçemez diyoruz. Şimdi hiç kimsenin vazgeçemeyeceği bir ülke yoktur. ABD bakımından daha maliyetli olmakla birlikte sizin yerinize başka bir ülkeyi ikame eder. Başka bir tane ülke kaldırmaz. Yunanistan yeterli değildir. Ama Suriye’nin kuzeyindeki birtakım kişilerle yapacağı işbirliği, artı Yunanistan, belki Kıbrıs’taki İngiliz üslerinde Amerika’nın daha fazla bulunması bu ikame dediğimiz şeyi yerine getirebilir. Ama ben Amerika’nın amacının bu olduğunu sanmıyorum. Onun yerine bir ülkenin o bölgedeki Amerikan politikasında çok fazla kozu olmasını istemeyecektir Amerika. Hele Türkiye gibi sağından soluna ne zaman döneceği belli olmayan, öngörülemez bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkeyi bu şekilde güçlendirmek istemeyecektir. Bunun için de alternatiflerini mutlaka sahaya koyar ve herkesin kendi payına razı olacağı yeni bir bölge denklemi oluşturmaya çalışır. Kıbrıs konusunda şu sıralar duymaya başladığımız BM görüşmeleri, İngiliz planı gibi gelişmeleri de bu denklemin içerisinde görmek lazım. Şu anda Türkiye’yi yönetenler ve hükümet bütün bir dünyanın gerek Rusya gerek batı ittifakı olabilir görmek isteyeceği bir yönetim. Çünkü olağanüstü zaafları var. Çünkü kendi meşruiyeti kendi halkı tarafından bile tartışılmaya başlanmış bir ülke artı ekonomisi tamamen çökmüş vaziyette. Emperyalizmle işbirliği yapmak için bundan daha iyi bir ülke bulamazsınız.”