Türkiye'nin Batı ile ilişkilerindeki ipler geriliyor. ABD'de Donald Trump yönetimi sonuna gelirken, geçen hafta savunma yasasına Kongre onayıyla tasarının içinde yer alan Türkiye'ye yaptırımların yolu da açıldı.
Bu hafta da AB zirvesinde Türkiye'ye karşı tutum belirlemek üzere kollar sıvandı. Gelen mesajlar Ankara'ya yönelik ciddi bir tavır değişikliğine işaret ediyor.
Gelişmeleri DEVA Partisi kurucularından uluslararası ilişkiler ve güvenlik analisti Metin Gürcan ile konuştuk.
Metin Gürcan'a göre, Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle devletin kurumsal mekanizmaları yerini kavgacı bir üslup ve ikili ilişkilere bırakırken, dış politikada da 'riskli yalnızlık' tercih edildi.
Türkiye'nin Batı ile ilişkilerini 'kusursuz fırtına' metaforuyla izah eden Gürcan, son dönemde Doğu Akdeniz ve Ege'de, Libya ve Suriye ile Körfez bölgesinde ve Kuzey Afrika'da Ankara bölgesel esnek ittifaklar yerine riskli yalnızlığı tercih etti:
“Bunu kusursuz fırtına metaforuyla açıklıyorum. Yani 'rüzgar eken fırtına biçer' diyelim. Aslında 2018 yazında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi başladığından itibaren Türk dış politikasında belli bazı değişiklikler oldu. Kurumsal yapı çöktü diyebiliriz. Artık dışişleri bakanlığı, büyükelçilikler, devletin kurumsal mekanizmaları üzerinden olan bir dış politika yerine daha çok özel ulaklar, damatlar ya da liderler diplomasisi dediğimiz doğrudan kişilerin merkezine oturduğu ve çok da bizim takip edemediğimiz kapalı kapılar arkasında konuşulan pazarlıklar şeklinde şekillenen bir dış politika anlayışına geçildi. Yine kavgacı ve aşırı kişiselleşmiş bir üslup karşımıza çıktı. 2019-20 dönemi özellikle Doğu Akdeniz ve Ege’de, Libya ve Suriye’de, Körfez bölgesinde, Kuzey Afrika’da Türkiye’nin genelde ilgi alanı olan bölgelerde esnek ittifaklar çağı demiştim. Doğrudan ikili ilişkiler kapsamında değil de çoklu ilişkiler kapsamında ele alıp bloklar oluşturma, yanına partnerler, ittifak üyeleri, yoldaşlar bulma gibi bir dönem yaşadı. Fakat özellikle Türk dış politikası bu dönemde yalnız kalmayı tercih etti. Buna riskli yalnızlık diyorum. İkili ilişkiler kapsamında genelde kavgacı üslupla dış politikayı ele aldık."
Türk dış politikasında gelinen noktada, 'rüzgar eken fırtına biçer' tabirini kullanan Gürcan'a göre, gelişmeler Türkiye'nin AB ile ilişkilerini etkiliyor. AB ile karşılıklı söz düellolarıyla geçen ve çatışmacı üslupla şekillenen sürece dikkat çeken Gürcan, Avrupa tarafının da hataları bulunan bu süreçte, Türkiye'ye karşı daha ılımlı ve diyalogdan yana duran Almanya'nın da Fransa'nın katı duruşuna meylettiğini vurguladı:
"Rüzgar eken fırtına biçer yaklaşımından hareketle eş zamanlı olarak hem Amerika hem Avrupa Birliği’nden gelen yaptırım sinyalleri şu an her yerde yankılanıyor. AB’de bu durum daha somuta büründü. Havuç sopa stratejisi. Bu İngilizce bir deyimdir. AB ile ilgili konularda başta Doğu Akdeniz, Ege sorunu, Libya meselesi, mülteciler, karşılıklı söz düellolarıyla, çatışmacı bir üslupla şekillenen son 3 senedir bir süreç var. Bunu yapısal bir etki olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne ve aşırı kişiselleşmiş Türk dış politikasına bağlıyorum. Burada Avrupa’nın da büyük hataları var. seçim süreçleri, İngiltere’nin olaylı Brexit süreci, yükselen aşırı sağ ve İslamofobik akımlar, özellikle siyaset arenasında aşırı popülist söylemler, pandemi, yabancı düşmanlığı, Avrupa boyutunda da sıkıntılar var. Ancak Türkiye’ye yönelik iki strateji ön plana çıkıyor. Macron ve Fransız ekolü diyebileceğimiz sopa stratejisi olarak Türkiye ve özellikle Erdoğan iktidarı sadece yaptırımdan anlar. Bu nedenle önce ekonomik yaptırımlar, müteakiben siyasi yaptırımlarla bir şekilde Erdoğan iktidarını ehlileştirebiliriz, boyun eğdirebiliriz tarzında bir sopa stratejisi yaklaşımı. İkinci yaklaşımsa, havuç stratejisi. Daha çok ekonomik yaptırımlardan ziyade full angajman karşılıklı temas, diyalog ekonomik teşviklerle Erdoğan iktidarına yaklaşmak; bu biraz daha Almanya ekolü ve Merkel yaklaşımı şeklinde gündeme geliyordu. Bunda temel varsayım; mümkün olduğunca Ankara ile angajmanı ve diyalogu korumalıyız. Çünkü Erdoğan’a yönelik sert ekonomik yaptırımlar Erdoğan’ın Türkiye’deki muhafazakar ve milliyetçi tabanını daha fazla kuvvetlendirir. Bu yaptırımlar kaş yapayım derken göz çıkarmak misali daha da Ankara’da Erdoğan iktidarını sağlamlaştırır, tahkim eder ve muhalefeti güçsüz bırakır yaklaşımına dayanıyordu. Son 2 senedir Almanya’nın daha ılımlı, arabulucu, orta yolcu olduğunu görüyoruz. Oruç Reis ile başlayan Doğu Akdeniz, Yunanistan ile devam eden Ege krizi, Türkiye’nin hidro-karbon arama çabaları, Libya, Suriye gibi büyük krizlerde Almanya hep yapıcı arabulucu rolündeydi. Son ki aydır Almanya’da da 'Acaba bu havuç stratejisi işe yaramıyor mu, acaba üslubumuzu biraz daha sertleştirmeliyiz?' tarzında bir söylem değişikliği hissediyorum. Heiko Maas’ın söylemlerinden, Ankara’ya gelen Alman heyetlerden görüyoruz. Son 1 ayda çok üst düzeyde siyasi partilerden Almanya’dan çok fazla siyasetçi geldi Türkiye’ye. Onlar bir fotoğraf çektiler. Neden AB’de böyle bir yaptırım söz konusu oluyor dersek, burada Almanya’nın yavaş yavaş değişen stratejik duruşu diye açıklarım. Bu zirve öncesine yine sert açıklamalar devam ediyor. Yine Fransa ile bir söz dalaşına girdik. Türkiye’deki bazı medya organlarını çok sert şekilde manşetlere alması çok da gereksiz olan çatışmacı bir üslup da görüyoruz. Bence bu kritik toplantı öncesi yapılmaması gereken hatalar. Ama günün sonunda yavaş yavaş Almanya’nın Fransa ekolüne yaklaştığını görüyoruz.”
Yunanistan’ın Türkiye ile yaşadığı kriz konularında Avrupa Birliği (AB) ve NATO olmadan hareket etmediğine dikkat çeken Gürcan, Atina’nın Ankara’yı kışkırtarak ters diplomasi uyguladığını söyledi. Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) bile bu süreçte AB ve NATO’yla yakınlaştığını belirten Gürcan, özellikle Türkiye'nin kırılgan ateşkesin korunmaya çalışıldığı Libya'da attığı adımların Avrupa'da tepki çektiğini anımsattı. Gürcan, Almanya ile Libya'ya silah ambargosunun denetimini içeren IRINI operasyonu vesilesiyle yaşanan son vakaya atıfta bulundu:
“Yunanistan mağduru oynama stratejisini başarılı şekilde yapıyor. Bunu yapmasının sebebi kaleyi başıboş bırakıyor olmamız ve çok iyi gol atıyor. 4 aşamalı bir strateji, bu kapandan Ankara bir türlü çıkamadı. Birincisi Yunanistan, Türkiye ile alakalı mevcut kriz alanlarını Ege, Doğu Akdeniz, Adalar bunları hiçbir şekilde ikili ilişkiler kapsamında ele almak istemiyor. Ankara ile tek başına masaya oturmak istemiyor. Hep Avrupa Birliği ve NATO’nun arkasına saklanıyor. Ankara’yı tahrik ediyor. Ters diplomasi uygulamak için provoke ediyor, Ankara da bu gaza çabuk geliyor. Ankara’nın duruşunu hemen AB ve NATO’ya şikayet ederek mağduru oynuyor. Buradan da uluslararası mecburiyet devşirmeye çalışıyor. Yunanistan’ın stratejisi çok net. Şu anda aynı şekilde olaya yaklaşıyor. Türkiye’nin NATO ve AB ile olan derin krizinden istifade ederek mağduru oynama ve tezlerine yönelik meşruiyet devşirme stratejisi. Olay çok kapsamlı. IRINI operasyonu kapsamında, bu sinyalleri alabilmesi lazımdı Ankara’nın. Ankara’nın belki kafası çok meşgul, başka alanlara konsantre ama Almanya’nın son 3-4 aydan beri geliyorum diyen pozisyon değişikliğini görebilmesi lazımdı Ankara’nın. Bu değişiklikle alakalı Alman Dışişleri Bakanlığı’nın sertleşen ifadeleri, IRINI operasyonu kapsamında Almanya’nın başını çektiği bir deniz görev gücünün bir Türk ticaret gemisine yönelik baskını, çok da uluslararası hukuk ve teamüllere uygun olmayacak şekilde aramaları. Onların perspektifinden baktığımızda 4.5 saat önce bildirim yaptık, Türk tarafında muhatap bulamadık şeklinde açıklamaları. Burada bir mekanizma kurulmamış demek ki. Biraz da Türkiye’nin Libya’da diplomatik oyundan yavaş yavaş düşmesi. Şu anda diplomatik düzeyde Libya’da masadaki gelişmeler Ankara’nın kontrolünden çıkmış gibi duruyor. Ulusal Mutabakat Hükümeti, bir numarası Serrac, iki numarası Başağa bu tarz kişiler daha çok Fransa, Almanya ve AB ile samimileşmeye başladı. Orada kırılgan bir ateşkes süreci söz konusu. Bu ateşkes süreci de uluslararası meşruiyetini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin her sene otomatik yenilenen 2473 kararı var. Libya’ya yönelik çatışmaların dindirilmesi kapsamında bir ayrışma sağlanabilmesi için Libya’ya gelen silah sevkiyatlarının kontrolünü engellenmesini içeren bir konsey kararı bu. Burada da ister istemez Türkiye’nin Vatiyye Askeri Hava Üssü'nü geliştirme çabaları var. Misrata’da askeri deniz üssü açma çabaları var. Türkiye’nin eğit-donat kapsamında Libya’daki milis güçlerini eğitip onları düzenli orduya dönüştürme çabaları var Katar ile birlikte. Demek ki bu çabalar AB’nin dikkatini çekiyor. Başta Paris ve Berlin olmak üzere AB’deki çeşitli başkentlerde kaşların kalkmasına sebep oluyor.”
Tüm bu gelişmelere karşın Gürcan’a göre 10-11 Aralık'taki AB zirvesinden Türkiye’ye yönelik ilk aşamada sembolik yaptırımlar çıkacak. Bunların IRINI operasyonu kapsamında dikkati çeken unsurlara yönelik olabileceğini belirten Gürcan, büyük çaplı yaptırım ise beklemediğini söyledi:
“Ambargo toplantısından büyük çaplı bir şey beklemiyorum. En kötü senaryo olarak Türkiye’ye ekonomik bedeli çok ağır olacak, Gümrük Birliği’ni kısa veya uzun süreli askıya alma, belirli ekonomi alanlarında genel kapsamlı ve bütüncül yaptırım paketleri gibi kötü senaryolar konuşuluyor. Ama ilk aşamada bunlara ihtimal vermiyorum. İlk aşamada belki IRINI operasyonu kapsamında dikkatleri çeken, radara giren belirli deniz ticaret firmalarına veya belirli kişilere yönelik nokta atışı gibi sembolik yanı önem kazanan, ne yapmaya çalıştığını görüyoruz tarzında bir sinyal veren daha sembolik yaptırımlar bekliyorum. Büyük çaplı yaptırımlar beklemiyorum, o anlamda çok kötümser değilim."
'Biden döneminde Transatlantik'te NATO içinde karar mekanizmalarını hızlandırıp vetoyu baskılayacak yapıya ihtiyaç duyulacak'
NATO’nun Trump döneminde dört sene boyunca travmatik bir süreç yaşadığını ve küresel yarışta kendini geride kalmış hissettiğini belirten Gürcan, Biden döneminde ittifaktan uluslararası sahnede daha belirleyici olmak adına karar mekanizmalarında revizyon bekliyor. NATO içinde Türkiye'nin hoşuna gitmeyeceği söylenen reform girişimlerine dikkat çeken Gürcan, ittifakın karar alma mekanizmalarını hızlandırıcı, veto mekanizmalarını baskılayıcı bir çerçeveye ihtiyaç duyacağı öngörüsünde bulundu:
"NATO ve AB, Trump dönemi 4 sene travmatik süreç yaşadılar ve örselendi. NATO burada küresel yarışta kendini geride kalmış hissediyor ve karar mekanizmalarında revizyona gitmek istiyor. NATO’da bütün üyelerin ortak onayıyla alınır kararlar. O nedenle üye ülkelerin veto yetkileri önemli fren mekanizmasıdır. NATO’da biraz yükselmekte olan yaklaşım şu. Bu fren mekanizmaları nedeniyle ben oyundan düşüyorum. Güney kanatta Türkiye’nin bulunduğu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Rusya’ya karşı Doğu ve Kuzey Avrupa’da, Çin’e karşı alan dışı inisiyatifler geliştirmede mekanizma nedeniyle karar alamıyorum, duruş sergileyemiyorum, bu nedenle oyundan düşüyorum gibi bir serzeniş ve şikayet var, bu yavaş yavaş artmakta. NATO’nun bu tarz yaklaşımların daha çok dillendirilmesi çabasını iş başına 20 Ocak’ta gelecek olan Biden yönetimine de bağlamak lazım. Biden yönetimi revizyonist bir duruşla Avrupa ile olan kolektif güvenlik, NATO ile olan Transatlantik bağlar konularında Trump döneminin travmalarını bir an önce gidereceğine yönelik sinyalleri vermeye başladı. Burada Biden’a yönelik hazırlık kapsamında NATO’da da bu tarz revizyonist karar alma mekanizmalarını hızlandırıcı, veto mekanizmalarını daha çok baskılayıcı ve bu sayede NATO’nun küresel projeksiyonunu arttırıcı hamleler bekleyebiliriz."
Gürcan'a göre yeni 'değişim ve dönüşüm sürecinde' Türkiye'nin süreli kavga ve çatışma üreten, aşırı kişiselleşmiş ve iç siyasi tüketime yönelik dış politika anlayışı geçersiz olacak. Ankara'nın esnek bloklar oluşturabilme, partnerlar bulabilme ve çoklu ilişkiler üretirken sorun çıkaran değil oyun kuran konumuna yükselmesi gerektiği görüşündeki Gürcan, ancak bunun sürekli iç siyasi tüketime yönelen aşırı kavgacı ve kişiselleşmiş ve orduyu çekiç gibi görüp sorunları çivi gibi çakmaya çalışan bir anlayışla hayata geçirilemeyeceğine dikkat çekti:
"Bütün bu değişim dönüşüm sürecinin içerisinde Türkiye nerede olacak? Türkiye sürekli kavga üreten çatışma üreten, aşırı kişiselleşmiş ve iç siyasi tüketime yönelik bir dış politika anlayışından esnek bloklar oluşturabilme, partnerler bulabilme, çoklu ilişkiler kapsamında çok fazla ilişki üretebilme ve sorun çıkaran değil, oyun bozan değil sorun çözen ve oyun kuran ülke konumuna hızla yükselmeli. Olumlu sinyaller de geliyor. İsrail ile olan normalleşme çabalarını olumlu buluyorum. Türkiye’nin en büyük kriz alanında Suriye, Mısır ve İsrail’de büyükelçisi yok. İsrail’de büyükelçi gönderme çabaları bu anlamda olumlu. Kurumsal kapasiteyi 2021’de çok konuşacağız. Başta Biden yönetimi olmak üzere kurumsal kapasiteyle yani dışişleri bakanlarını, büyükelçilerini ve kurumsal mekanizmaları kullanarak ilişki kurma ve bu ilişkileri sürdürebilir tutabilme, haftalık aylık savrulmalar yaşamama. Yani bir hafta Putinci bir hafta Trumpçı, bir sonraki hafta Merkelci olmadan belli ilkeler ve prensiplerle dış politika oluşturma gibi şeyler ön plana çıkacak. Ama iç siyasi tüketime yapışmış, haftalık savrulmalar yaşayan, aşırı kavgacı ve kişiselleşmiş ve çoklu ilişkilerden ziyade ikili ilişkileri odaklayan, askeri güç ve zorlayıcı diplomasi kapsamında bütün kriz sorunlarına bakan, elindeki orduyu bir çekiç gibi görüp bütün sorunları çivi gibi çakmaya çalışan bir anlayış yeni dönemde daha yeni krizleri de üzerine mıknatıs gibi çekecek ve bunları yönetmekte de zorlanacaktır demektir. Bu nedenle bu değişen konjonktüre, değişen bölgesel ve küresel güvenlik ve diplomasi ortamına Ankara’nın hızla adapte olması ve uyum sağlaması gerekiyor.”