ABD’li oyun yazarı Edward Albee, yazarlığın kontrollü bir şizofrenlik olduğunu söylüyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Benim adıma yazarlık, yalnızca bir rahatlama yönteminden ibaret değil. Yazmak benim için adeta bir yaşam biçimi, bir meditasyon gibi. Zihnimde birdenbire beliren yeni bir hikâyeyi kaleme almak için oturduğumda, zamanın yok olduğu bir evrene daldığımı hissediyorum. Adeta ebediyete uzanıyormuş gibi. Ancak aradan altı ay ya da bir yıl geçip de iş söz konusu hikâyeyi tamamlamaya geldiğinde, bu görünmez şehre elveda etmem gerekiyor. Sonrasında ise o şehri özlüyorum.
Bakü’de doğdunuz, İstanbul’da yaşıyorsunuz ancak kitaplarınızı Rusça kaleme alıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
Her şeyden evvel, büyük annem Anna Pavlova Smirnova, bir Rus. Bunda onun tesirinin büyük olduğunu söyleyebilirim. Kendisi Rus edebiyatında bana rehberlik etti. Rusçayı bir kez tanıyıp da ne denli güzel ve hassas bir dil olduğunu öğrendikten sonra, üzerinde daha çok yoğunlaşmak istiyorsunuz. Bana olan da tam manasıyla buydu. Rusça, insanoğlunun duygularını yansıtmak için ideal bir dil.
İstanbul’da. Aslında Moskova’da da mutluyum, ancak bu şehrin ritmini yakalamak çok daha güç. Çoğu zaman yaptığım işe odaklanamıyorum. Ancak İstanbul daha farklı. Kendimi mutlu hissettiğim anları hayal ettiğimde, gözümde İstanbul’un alelade sokaklarından Moda’daki evime doğru yürüdüğüm anlar gözümün önüne geliyor.
Bir kitap yazmak istediğinizi nasıl anladınız?
Bana kalırsa, bu karar ben henüz doğmadan çok evvel verilmişti. Büyük annemin bir alışkanlığı vardı, gördüğü duyduğu şeyleri not alırdı ki telaş içerisinde onları unutmasın. Ardından ben de yazlık evimizin bahçesine çıkıp, gördüğüm şaşırtıcı ve heyecan verici şeyleri kaleme almaya başladım.
İlk yazım, 12 yaşımdayken bir magazin dergisinde yayınlanmıştı. Hatta buradan düşük bir gelir dahi elde edip, okulda şekerleme almaya harcamıştım. Okulu bitirdikten sonra, gazetecilik okumaya başladım. Gazetecilik mesleğinde yalnızca bilginin iletilmesi söz konusuydu. Benim yapmak istediğim ise daha hayali bir şeylerdi. Bu sebeple bir kitap yazmaya karar verdim, zira hayal gücümün sınırlarını istediğim kadar zorlayabilecektim.
Bu yıl 35 yaşına bastınız. Bu yaş pek çok kimseye göre insan hayatının dönüm noktası olarak kabul ediliyor, sizin için de öyle mi?
Bu yaş ile beraber, artık kendimi daha iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Kendimi daha iyi tanıyorum, doğruyla yanlışı ya da iyiyle kötüyü ayırt etmekte daha iyiyim. Kendime karşı daha dürüstüm ve insanlara benim gibi düşünmeme fırsatını tanıyorum. Hayatımda artık rastlantının yeri yok, daha konsantre bir halde yaşama dört elle sarılıyorum. Ne olursa olsun, yaşamayı seviyorum. Bunu kendime de sıkça söylüyorum. Okurlarımla yaptığım buluşmalarda kendimi bir filozof yahut bilge gibi yansıtmamaya özen gösteriyorum. Zira her şeyden evvel, kitaplarım kendimle kurduğum iletişimden ibaret.
Evet, sıkça teşekkür mektupları aldığım oluyor. Hatta kitaplarımın kimi insanların zorlu dönemlerinin üstesinden gelmesine yardımcı olduğunu da duyuyorum, zira eserlerimde insanların ruhsal durumlarına yer veriyorum. Uzun bir süre bu mektupları cevaplamış olsam da, çok vaktimi aldığı için bir süre sonra bunu bıraktım. Ayrıca egomu da kabartıyorlardı. Gösterilen ilgiye pek de kapılmamak gerekiyor. Bu işe ilk başladığımda, iki yıl sonra her şeyin son bulacağını düşünüyordum. Ancak bugüne dek bunu sürdürebilmiş olduğum ve hala olumlu geri dönüşler aldığım için çok mutluyum.
Binlerce okurun kalbini kazandıktan yıllar sonra, artık yeni kitaplarla onları şaşırtmak gibi bir gayeniz yok. Bu hususta okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Başımıza ne gelirse gelsin, her şeyin yerle bir olduğunu düşündüğümüz günler olsa da yaşamak güzel. Kimi zaman daha fazla devam edemeyeceğimizi düşündüğümüz günler oluyor. Ancak sabah uyanıp da yepyeni bir güne başladığımızı gördüğümüzde, yeniden hayatı seviyoruz. Mutsuz ve yorgun bir insanın dünyaya sunabileceği tek şey külfettir. Kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan yaşayıp, yürüyüp, sarılıp, şarkı söyleyip, kahve içebildiğimiz için kendimizi şanslı hissetmeliyiz.
Okurlarınıza ne zaman yeni bir kitap müjdesi vereceksiniz?
Yakın zamanda değil, ancak kafamda şekillendirmekte olduğum bir hikâye var. Hikâyeyi yazma süreci ise, üç aylık aralıksız bir çalışma istiyor. Geriye ise, kitap üzerine yoğunlaşıp düşünme süreci kalıyor.
Pek çok yazarın kitabının film veya dizi olarak uyarlandığını düşünürsek, tüm kitaplarınız arasından hangisinin beyaz perdeye uyarlanmasını isterdiniz?
Aslına bakarsanız Muhteşem Yüzyıl’ın ülkede büyük yankı uyandırmasının ardından birkaç Moskovalı şirket bana kitaplarımı diziye uyarlamayı teklif etti ancak bunları geri çevirdim. Şahsen ‘Işıkları Yanan Ev’, ‘Döndüğümde Evde Ol’ ve ‘Bana Denizi Anlat’ kitaplarımın sinemaya uyarlanmasını isterdim. Zira bunlar atmosferi daha güçlü, daha hisli ve sakin filmler.
Her bir kitabım, hayatımın farklı bir dönemini yansıtıyor. Örneğin ‘Seni Bana Söz Vermişlerdi’ kitabını kaleme alırken yazdıklarım şu an bana yabancı geliyor. Eski çalışmalarımla aramda zorlu bir ilişki var. Bu sebeple de kitaplarımı okumaya başlayacak olan birisine ilk baştan başlamasını önermem, aksine bana göre son dördünden başlamalı. Zira bunlar çok daha olgun eserler. Bir yazarın yeni bir kitabı çıktığında, gözünde en başarılı çalışması odur. Harika bir eser ortaya koyduğunu düşünür. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra kitabı tekrar okuduğunda, o kadar da harika bir iş olmadığını görür.
Bu açıklamalarınızın mükemmeliyetçi kişiliğinizi yansıttığını söyleyebilir miyiz?
Açıkçası her zaman daha iyisini ortaya koymak için çabaladığımı söyleyebilirim.
Bir gün bu dünyadan gittiğinizde geriye sadece yazdıklarınız kalmış olacak. Bu size nasıl hissettiriyor?
Eğer öyle olacaksa, bundan memnun olurum. Ama bunun üzerine pek düşünmediğimi de söylemeliyim. Yalnızca yaşıyor ve beni mutlu eden şeyi yapıyorum.