İsrail’de seçimlere üç haftadan kısa süre önce meydana gelen çatışmaları Yakın Doğu Haber sitesinin kurucusu ve yazarı Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.
‘’İSRAİL İLE HİZBULLAH ÇATIŞMALARININ ANA EKSENİ ÇATIŞMA KURALLARI DAYATMA İSTEĞİ’’
Alptekin Dursunoğlu’na göre, İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaların ana ekseninde, iki tarafın da birbirlerine ‘çatışma kuralı’ dayatması yer alıyor. Hizbullah’ın 2015’te İsrail’in saldırısına cevap vererek, ‘saldırıları geçiştirmeyeceğiz’ mesajı verdiğini anımsatan Dursunoğlu, Suriye savaşıyla oluşan yeni denge ve güç mücadelesine dikkat çekti:
“İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaların tarihine baktığımızda, her zaman iki tarafın da bir diğerine ‘çatışma kuralları’ dayatmak istediğini görürüz. Şimdiye kadar yapılan tüm savaşlar veya çatışmaların da ana ekseni budur. Yani ne Hizbullah İsrail’i yok edecektir ne İsrail Hizbullah’ı yok edecektir, böylesine büyük bir savaş olmayacaktır, ancak 2006’dan bu tarafa yapılan çatışmaların temelinde çatışma kurallarını dayatma fikri vardır. 2006’da İsrail’in hedefi ‘’Ben sınırdan Litani Nehri’ne kadar yani 30 km kadar derinlikte güvenli bölge oluşturacağım, buraya çok uluslu bir güç yerleştireceğim ve Hizbullah’ın altyapısını çökerteceğim’’ fikriydi. 30 günlük savaş sonrası böyle bir şey olmadı ve İsrail daha sonra Winograd raporuyla başarısızlığını, yenilgisini itiraf etti. Ondan sonra 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla bir ateşkes oluştu ve karşılıklı olarak bu ateşkese riayet edildi. İsrail, Lübnan hava sahasını ihlal etmeye devam etti ama bir çatışmasızlık durumu 2015’e kadar devam etti. Peki 2015’te noldu? 2011’de başlayan Suriye kriziyle birlikte ve Hizbullah’ın 2013’te Suriye meselesine müdahil olmasıyla birlikte yeni bir durum oluştu. Hizbullah’ın Suriye’de olması, Hizbullah’a büyük destek veren Suriye devletinin yoğun bir iç krizle karşı karşıya kalması İsrail’de ‘Hizbullah Suriye’de bulunduğu süre içerisinde hem zayıfladı hem yıprandı, dolayısıyla bize cevap verecek durumda değil’ özgüveni oluşturdu. Bunun sonucunda 10 Ocak 2015’te Kuneytra’da bir tanesi İranlı askeri yetkili olmak üzere 5 veya 6 Hizbullah mensubunun ölümüyle sonuçlanan bir saldırı gerçekleşti. Hizbullah da buna 10 gün sonra Şeba Çiftlikleri’nde cevap verdi. 2015’ten bu zamana kadar bu çatışmasızlık dengesi veya kuralları devam etti. Hizbullah da İsrail’e ‘’Bundan sonra, yani bizim güçlerimize yönelik herhangi bir saldırıyı geçiştirmeyeceğiz, mutlaka bunun karşılığını vereceğiz’’ mesajını vermiş oldu’’.
‘İSRAİL’DE SALDIRI İÇİN TÜM ŞARTLARIN UYGUN OLDUĞU GÖRÜŞÜ HAKİM’
İsrail’in sadece Lübnan’da değil yakın zamanda Suriye başkenti Şam’da Hizbullah hedeflerini vurması, bunun da ötesinde Irak’ın başkenti Bağdat’ta Haşdi Şaabi güçlerini hedef aldığını anımsatan Dursunoğlu, zamanlamaya dikkat çekti. Dursunoğlu, bu saldırılarda İsrail’deki Netanyahu yönetiminde ‘saldırılar için hem bölgesel hem de uluslararası bütün şartların uygun olduğu’ algısının etkili olduğu görüşünü dile getirdi:
‘’Suriye Devleti büyük ölçüde rejimin devrilmesi gibi badirelerini atlatmış durumda. Büyük ölçüde sınırlarını, içeriyi kontrol altına almış durumda. Hizbullah’ın Suriye’de operasyonel varlığı neredeyse yok gibi. Askeri güçleri olmakla birlikte operasyonel olarak baktığımızda büyük ölçüde çekilmiş durumdalar. Bütün bunlar varken geçtiğimiz Pazar günü niçin böyle bir saldırı yapıldı? Yani Şam kırsalında Hizbullah’ı hedef aldı, ayrıca Beyrut’un güney semti Dahiye’de İHA saldırısı yapmayı denedi. Bağdat’ta da saldırı oldu. Böylesi bir durum, yani yeni bir çatışma kuralı dayatma hevesi nereden kaynaklanıyor, buna bakmak lazım. Bunun da en temel sebebi, İsrail medyasında özellikle Hayom’da şöyle bir algının veya analizin çok sık ve vurgulu bir şekilde uzun bir süredir işlenmekte olmasıdır, o da şu: ‘Trump yönetiminin yaptırımlarından dolayı İran büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya ve ekonomik zorluğundan dolayı Hizbullah’a yardım edilemiyor. İran diğer yandan Suriye’ye gerekli desteği veremiyor ve Hizbullah ekonomik açıdan o kadar zor bir durumda ki kendi halkından bağış toplamak zorunda kalıyor. Dolayısıyla hem uluslararası siyasal şartlar, hem bölgesel şartlar, hem askeri şartlar hem de ekonomik şartlar ilk kez bu kadar münasip oldu’. Uluslararası şartlar derken, yani ABD’de hiçbir hükümetin cesaret edemediği, yapmadığı şeyleri – mesela Kudüs’ün başkent olarak tanınması gibi- Trump yönetimin yapması ve İsrail’e destek vermesini kastediyorum. Bölgesel şartlar derken şunu kastediyorum, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan artık çok açıktan İran’a karşı İsrail’le müttefik pozisyonunu alması. Ekonomik olarak bakıldığında, o tasvir edilen tablo doğru, İran petrolünü satamıyor, büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya, Hizbullah ile ilgili söylenenler de doğru. Askeri olarak da Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de Suriye ordusu ve Hizbullah 2011’den itibaren büyük bir saldırı ve savaş ortamı içerisindeler ve bir ‘savaş yorgunluğu’ var, en azından algı bu şekilde’’.
‘17 EYLÜL’DE SEÇİME GİRECEK NETANYAHU’YA PR ÇALIŞMASI GEREKİYORDU’
Dursunoğlu’na göre, bu saldırıların arka planında İsrail’de 17 Eylül’deki genel seçimler etkili. Başbakan Benjamin Netanyahu’nun hakkındaki yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle zor durumda olduğunu anımsatan Dursunoğlu, Hizbullah’a yönelik saldırıları da İsrail liderini bu durumdan kurtarmaya yönelik bir ‘PR çalışması’ olarak niteledi:
“Saldırı için şartları ‘uygun’ gören ve 17 Eylül’de de seçime girecek olan Netanyahu’ya bir ‘PR çalışması’ gerekiyordu. Bunun için de İsrail siyasi liderlerinin her zaman yaptığı taktik, ya Filistinlilerin, ya Lübnanlıların ya da başkalarının kanı üzerinden seçim zaferi ve seçmeni konsolide etme çabası oldu. Bu kez de bu söylediğim analiz üzerinden gerçekleşti. Netanyahu eğer 17 Eylül’deki seçimde hükümet kuracak bir başarı elde edemezse, kendisini sonu cezaeviyle sonuçlanabilecek bir siyasi akıbet bekliyor. Hakkında yolsuzluk iddiaları, soruşturmaları var. Bunlar seçimi kaybettiği anda kendisini cezaevine gönderebilecek ciddiyette. İsrail Hayom diye bahsettiğimiz o İsrail’deki medya devinin sahibi ABD’de, Las Vegas’ta kumarhane işleten, dünyanın 12. büyük zengini olan Shledon Adelson. Bu aynı zamanda ABD’deki Trump yönetimi ile özellikle Trump’ın damadı olan Jared Kushner ile ilişkileri çok güçlü. Aynı zamanda Bolton gibi isimlerle çok güçlü ilişkilere sahip. Öte taraftan da Netanyahu’ya çok güçlü bir destek veriyor. Hatırlayım bu adam 2014’de İran’a nükleer silah kullanmasının gerekli olduğundan bahseden bir kişi. Bunun Netanyahu’yu kurtarmak için geliştirdiği bir taktik olduğu, böylesine bir siyasal akıl olduğunu düşünüyorum. Netanyahu da bunu makul bulmuş olacak ki hayata geçirdi’’.
‘İSRAİL’İN HAMLESİ TAM TERSİ SONUÇ VERDİ, BU KEZ ‘ÇATIŞMA KURALI DAYATAN HİZBULLAH OLDU’
Ancak Dursunoğlu, seçim öncesi yapılan bu hamlenin İsrail’in öngördüğü gibi sonuçlanmadığını ve bu kez ‘çatışma kuralı’ dayatanın, daha öncekilerin aksine İsrail’e kendi sınırlarında cevap veren Hizbullah olduğunu belirtti. Dursunoğlu, Hizbullah’ın ilk defa İsrail’in kırmızı çizgisi olan Lübnan sınırındaki topraklarını hedef seçmesine karşılık İsrail’in ‘alttan alır görünmesine’ atıf yaptı:
“İsrail’in hamlesinin sonucu çok parlak görülmüyor. Ben bunu bekliyordum. Eğer onların öngörüsünde olduğu gibi Hizbullah cevap vermeseydi bu gerçekten Netanyahu açısından büyük bir başarı olacaktı. Çünkü hem İran hem Suriye hem Irak, yani Irak’ta Haşdi Şabi, İsrail’e bir cevap verebilecek durumda değil gerçekten. Yani şartlar gereği, hem bölgesel hem uluslararası şartlar gereği bunu yapamadı. Hatta Irak açısından bakıldığında coğrafi şartlar açısından da bunu yapabilecek durumda değil. Ancak Hizbullah’ın buna cevap vermesi işte bu bütün öngörüyü tersine çevirmiş oldu. Çünkü daha önceden söylediğimiz gibi İsrail’in çatışma kuralları dayatma girişimi tam tersi sonuç verdi. Şu an Hizbullah İsrail’e bir çatışma kuralı dayattı. Nedir o? İsrail kurulduğu günden beri sınırlarım dediği yerleri kendisi için bir kırmızı çizgi görüp ve taş atılmasını dahi şiddetle cezalandırmış bir rejim. Hizbullah şimdiye kadar İsrail’e karşı yaptığı misillemelerin hiçbirisinde Lübnan’ı hedef etmemek için Lübnan sınırından doğrudan bir saldırı yapmamıştı. Füzeleri kastetmiyorum yani kara saldırısı anlamında söylüyorum. Sürekli Şeba Çiftlikleri’ni kullanmıştı. Çünkü Şeba Çiftlikleri Lübnan’ın toprakları ve İsrail işgali altında, dolayısıyla orada yapılacak bir misillemenin yansıması doğrudan İsrail’in ‘sınırlarım’ dediği yerdeki bir mevzisine yapılacak bir saldırıdan farklı olacak. Bunu yapıyorlar. Şu an ilk defa Hizbullah İsrail’in Lübnan sınırındaki bir askeri noktasını veya askeri aracını vurdu. Şimdi bundan sonra da artık bu yeni çatışma kuralı böyle işleyecek. Yani İsrail’in buna karşı verebileceği cevap sadece mavi hat bölgesindeki alana top ateşi açmakla sınırlı kaldı. Yani eğer eski İsrail veya bu çatışma dengesinde caydırıcılık tarafı İsrail’de olmuş olsaydı böylesi bir saldırının ardından İsrail’in örneğin Güney Lübnan’ı, Sur’u, Sayda’yı hatta Beyrut’u yerle bir etmesi gerekiyordu. En azından F-16’larla, ya da füzeleriyle vurması gerekiyordu. Bunların hiçbirini yapamadığı gibi, üstelik bir de son derece tartışmalı bir şekilde ‘kaybımız yok’ gerekçesi üzerinden savaşa girmeyeceğini gösterdi. Savaşa girmekten çekindi’’.
‘ÇATIŞMANIN BU KONJONKTÜRDE SAVAŞA DÖNÜŞMESİNİ İSTEMEYEN İSRAİL, GÜNEY LÜBNAN SINIRINDA KENDİSİNİ ‘GÖRÜNMEZ’ KILDI’
Dursunoğlu, seçimler öncesi ‘PR çalışması’ için Hizbullah’a saldıran ancak umduğunu bulamayan İsrail’in, çatışmanın savaşa dönmemesi için askerlerini Güney Lübnan sınırında ‘görünmez’ kıldığını ifade etti:
“Bu arada da Pazar gününden, yani geçtiğimiz Pazar gününe kadar olan o bir haftalık süre içerisinde İsrail rejimi ordusu Güney Lübnan sınırından tamamen çekildi. Yani bakın bir devlet düşünün, eğer size yönelik birisi, bir örgütün lideri tehdit, saldırı açıklaması yapıyorsa sizi caydırıcı bir tedbir almaya zorlar. Buna karşı alınan tedbir sınırlarınızdan ordunuzu çekmek değildir, tam tersine sınırlarınızdaki ordunuzu daha güçlü kılmak ve karşı tarafa caydırıcı bir görüntü vermektir. İsrail rejimi ise bunun tam tersini yaptı. Ordusunu sivillerin gerisine çekti ve yerleşimcileri adeta Hizbullah’ın insafına terk ederek Lübnan sınırı hattındaki bütün askeri birliklerini görünmez kıldı. Görünmezlik ne demek yani, biz savaş istemiyoruz demek. Ben şunun için söylemiyorum, yanlış anlaşılıyor sanırım, ‘İsrail korkaktır’ demiyorum. İsrail, evet, bir şeyden korkuyor ama bu askerini koruma korkusu değil, bu büyük ve sürdüremeyeceği bir savaşa girme korkusu. Yani eğer Hizbullah eğer sınırdaki bölgeye, İsrail’in prestijini korumak adına mecburen savaşa girmesini gerektirecek bir eylem yaparsa İsrail prestijini korumak amacıyla da olsa buna cevap vermek zorunda kalacak. Buna cevap vermesi de çatışmayı savaşa dönüşterecek ama İsrail bunu hele hele bu konjonktürde hiç istemiyor. Çünkü 17’sinde seçim var, zaten İsrail’in değil Netanyahu’nun çatışmaya ihtiyacı vardı. Çatışmanın savaşa dönüşmesi Netanyahu için de İsrail rejimi için de büyük bir felaket senaryosuydu. O açıdan da İsrail ordusunu görünmez kıldı, ya da geriye çekti.’’
‘HİZBULLAH’IN VERDİĞİ CEVABIN BENZERİNİ ABD’YE VEREN İRAN, KÖRFEZ’DEKİ GÖLGEYİ DAĞITTI’
Alptekin Dursunoğlu, son olarak İran’ın geçtiğimiz ay ABD’ye ait İHA’yı düşürerek verdiği mesajın, Hizbullah’ın İsrail’e verdiği mesajla benzerliğine değindi:
‘’Hizbullah’ın İsrail’e verdiği bir cevabın bir benzerini İran, geçtiğimiz ay ABD’nin o F-35 uçakları değerindeki, radara yakalanmayan insansız uçağını düşürerek vermiş oldu. Çünkü hatırlayalım, o dönemlerde Körfez bölgesine ağır bombardıman uçakları, uçak gemileri gönderilmişti. Büyük bir savaş heyulası yaratılmıştı. O cevap ile birlikte ‘gölge’ bütünüyle dağıldı, şu an ne savaştan ne böyle bir ortamdan bahseden var. Bu önemli bir gelişme’’.