Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın bir televizyon programında karşılıklı olarak tartışması konusu geçtiğimiz hafta sonuna damgasını vurdu. Tartışmayı yönetmesi önerilen Uğur Dündar’ın bu teklifi reddetmesinin ardından TRT’de yayınlanacağı söylenen programın hangi şartlarda yapılacağı da tartışmaya açıldı.
İletişim konularında Türkiye’nin önde gelen isimlerinden olan Bilgi Üniversitesi’nden Emeritus Prof. Dr. Haluk Şahin, Seyr-i Sabah programında yurt dışı örneklerden de yola çıkarak bu tartışmanın nasıl yapılması gerektiğine dair konulara açıklık getirdi. Prof. Şahin, bu tartışmanın canlı yapılmasından başka bir çözümün olmadığını, aksi takdirde içeriğe hiç dokunulmasa bile bunun bir propaganda kaseti olarak algılanma ihtimalini dile getirdi:
‘KENNEDY–NIXON TARTIŞMASI IŞIK TUTABİLİR’
Uğur benim çok yakın arkadaşım. Onunla konuşmadan bir yazı yazdım. Eldeki olgulara bakarak yazdım. Türkiye çok sağlıksız bir yerden geçiyor. İnsanların karşılıklı oturup tartışmaları imkansız hale geldi. Kutuplaşma o kadar aşırı hale geldi ki kimse konuların özü üstünde durmuyor, hemen her şey kişiselleştiriliyor. Oradan karalamalar başlıyor, oradan sosyal medyanın yardımıyla yankı odası dediğimiz nefretin büyütülmesi süreçleri başlıyor. Bir bakıyorsunuz asıl konu kaybolmuş, insanların hiç de konuyla alakalı olmayan özellikleri tartışılıyor. Ben bu bakış açısıyla baktım, Uğur çok tanınan bir insan. 50 sene gazetecilik yapmış birinin başka türlü olması beklenemez. Bu meslek ortamında sağlıklı bir tartışma yönetebilmek mümkün değil. İnsanlar tuzağa yatmış bekliyorlar. Bu soruyu niye sordun ötekini niye sormadın yoksa telefon mu geldi falanca olaydan dolayı mı yaptın türünden asıl tartışmayı arkaya iten demokrasi açısından yararlı olmayan bir atmosferin olduğunu gördüm. Uğur bu kararı alınca benim için sürpriz olmadı. Moderatörün kişiliğinin ön plana geçmesi tartışmanın sağlayacağı demokratik yarar açısından olumsuz bir şey. Başka ülkelerde de bunun örnekleri var. Zannediyorum Uğur da bunun farkına vardı. Onun kimseye bir şey tanıtmaya ihtiyacı yok. Herkes bu işi en iyi yapacak kişinin o olduğunu biliyor. Ama şu sağlıksız ortamda, Türkiye’nin içinde bulunduğu sağlıksız ortamda bu işin hakkıyla yapılması iyi olmayabilir beki o formatta yapılmamalı. İki moderatörlü olabilir, gazetecilerden bir grup olabilir, halktan sorular alınabilir. Yabancı ülkelerde bu gibi şeyler büyük konferans salonlarında yapılıyor. Tek hakim moderatör modelinin dışında formatlar mümkün.
‘HERKES TUZAK ARIYOR’
Ben tarafların özgürce konuşabilmesinden yanayım. Deniyor ki sadece İstanbul konuşulsun ama ben İstanbul’u yönetecek kişinin denizlerin temizliği ya da Ege korusunda neler söyleyeceğini kısmen de olsa duymak isterim. Ama elbette ana konu İstanbul olmalı. Birçok konuda öğrenmek istediğimiz şeyler var. Programı yönetecek arkadaşın adaylarla kendi arasına saygılı bir mesafe koyarak soru sorması ve diyaloğu teşvik etmesi ama topu taca atıp çok uzaklara götürmesine de engel olmalı. Bu program sadece canlı olabilir. Televizyon canlı olduğu zaman inandırıcıdır. Banttan böyle bir şey hiçbir yerine dokunulmamış olsa bile bir propaganda kasetine dönüşür. Canlı olup olmaması konusunda en ufak bir tartışma olmaması gerektiğini düşünüyorum.
‘EN ÖNEMLİ ŞEYLERDEN BİRİ DE REJİ’
Artık yepyeni bir medya ortamındayız. Bizim televizyonculuk yaptığımız televizyonun amiral gemisi olduğu medya ortamı artık geçerli değil. Şu anda sosyal medya aracılığı ya da onunla birlikte yapılması gerekiyor her şeyin. Bu sosyal medya insanların adeta onlara katılmasını onların yönlendirmesin onları etkilemişini mümkün kılıyor. Türkiye’de de aktif bir sosyal medya yaşamı var. Ben bu tartışma yapılırken sosyal medyanın o olayın parçası haline geleceğini düşünüyorum. Belki televizyonda tartışmacılar tartışırken onların danışmanlarına giden sorularla onların akış açısı değişecek. Bu tartışmayı kimin kazandığını yine sosyal medya belirleyecek.”