Mehmet Acet, Yeni Şafak'ta "İstanbul için taktik savaşları" başlığıyla yayımlanan yazısında "Ankara’da bu aralar borsa gibi inişli çıkışlı trend izleyen bir takım sorular dolaşıyor. Bunlardan birisi, Bakanlar Kurulu değişecek mi, değişmeyecek mi sorusu. Bu durum bazen bir delinin kuyuya bir taş atıp, 40 akıllının o taşı çıkaramaması haline dönüşebiliyor" ifadesini kullandı.
"Bir ortamda, bir kişi önemli bir kaynaktan böyle bir kulis bilgisi aldığı imasıyla böyle bir fikir ortaya atıyor, sonra o haber oradan başka ortamlara çarpan etkisiyle yayılıyor, en sonunda da herkes gerçekten bir şeyler olacakmış gibi beklenti içerisine giriveriyor.
Veriye dayalı olarak bir şeyler söylememiz gerekiyorsa, söyleyeceğimiz şey şudur:
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 31 Mart seçimlerinden sonra parti yönetimiyle yaptığı toplantılarda, kimse sormadığı halde konuyu kendisi gündeme getirip, Kabine değişikliği yapacağının değil, yapmayacağının sinyallerini verdi.
Üstelik bunu birkaç ortamda tekrarladığını da biliyoruz.
Yani şu aşamada eğer bir Bakanlar Kurulu değişikliği olursa bunun sürpriz olacağını söyleyebiliriz.
Ayrıca bu konular tartışılırken bazı hususların göz ardı edildiğini görüyoruz.
Kabine değişikliği, ilgili bakan ya da bakanların başarısızlığı haricinde, yeni yönelimler, yeni politikalar üzerine yapılırsa bir değer taşır diye düşünmekteyim.
Ak Parti’nin 17’nci yılını doldurmaya doğru giden iktidarı döneminde, 10 yıldan fazla bakanlık yapan isimler olmuştur.
Birçok isim de o kadar olmasa da, yine uzun diyebileceğimiz sürelerde o koltuklarda oturup ülkeye hizmet etmişlerdir.
Donanımıyla, ehliyetiyle, duruşuyla bir bakan bir koltukta ne kadar uzun süre kalmışsa, o bakanlıktan bir başarı hikayesinin çıkma ihtimali o oranda yüksek olmuştur.
Bu da demek oluyor ki;
Genel siyasi istikrarla ‘Bakanlar Kurulu istikrarı’ arasındaki ilişki, bir diğerini tamamlayan bir niteliğe sahip.
Nihayetinde sık sık Kabine değişikliği yapmak iyi bir şey değildir demeye getiriyorum.
Ehliyet, liyakat, donanım, güven gibi kriterleri korumak şartıyla tabi.
İSTANBUL SEÇİMLERİNİ Mİ BEKLİYOR?
Erdoğan, her seçim sonrası olduğu gibi 31 Mart’ın ardından da bir balkon konuşması yapmış ve gerekli muhasebeyi yapıp, çıkarılması gereken dersleri çıkaracaklarını duyurmuştu.
Ancak İstanbul seçimlerinin sonuçları önce uzun süre netleşmeyince, devamında iptal ve yenileme kararı gelince, odaklanma oraya yöneldi.
Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul kararı, Ramazan ayının ilk günü iftar vaktine yakın bir saatte gelmişti.
Geride kalan 15 günlük döneme baktığımızda, bu ayın dinamiklerinin seçim kampanyasına da yansıdığını görüyoruz
İftar programları, sahur programları…
Ak Parti’nin İstanbul adayı Binali Yıldırım’a 31 Mart öncesi yaptığımız bir programda günde kaç saat uyuyorsunuz diye sormuştum.
Kendisi muhtemelen Ramazan aylarında da sahura kadar ayakta kalıyor, bu dört saatlik uykusunu sabah 4.30/5.00’ten sonra alabiliyordur.
Yine geride kalan bu 15 günlük süreye baktığımızda, Ak Parti’nin sadece Binali Yıldırım’ı öne çıkartan bir kampanya yürüttüğünü görüyoruz.
23 Haziran seçimlerinin sonuçlarını, büyük ölçüde 31 Mart’ta sandık başına gitmeyenlerin alacağı yeni tutum belirleyecek.
31 Mart’ta 1 milyon 700 bin civarında seçmenin oy kullanmadığını biliyoruz.
Bu kitlenin büyük bölümünün zaten sandık başına gitmeme alışkanlığına sahip olanlardan oluştuğunu hesaba katmakla birlikte, 31 Mart’ta Haziran 2018 seçimlerine göre dikkate değer bir seçmen grubunun da sandığa gitmediğini biliyoruz.
Bu kitlenin yüzde 70’nin de Ak Parti’ye önceki seçimlerde oy vermiş olanlardan oluştuğu değerlendiriliyor.
Ak Parti’nin bu seçimde daha az gözle görülür ama daha derinlemesine yöntemlerle hareket edeceğini biliyoruz.
Acaba küskünler nasıl ikna edilebilir?
İkna etmenin teoride her zaman iki yolu vardır:
1-Sözle yapılan ikna çalışması,
2-Eylemle yapılan ikna çalışması.
Küskünlerin neye niçin küskün olduklarıyla ilintili olarak buna bakmak gerekir.
Bazı durumlarda bir güler yüz, bir kapı çalma, bir gönül alma yeterli olabilir.
Daha küçük ölçekli seçim bölgelerinden söz ediyor olsaydık, yerel dinamiklerin daha baskın olabileceğini söylerdik ama İstanbul seçimlerinin rüzgarının Türkiye’nin rüzgarından ziyadesiyle etkilendiğini söylemek yanlış olmasa gerek."