TÜRKİYE-ÇİN GERİLİMİ GÖLGESİNDE ZİYARET
İzlenimleri aktarmaya geçmeden önce, bir gazeteci olarak sıradan bir sokakta yürürken bile aklımın bir köşesinde, cevap aradığım en temel soruyu aktarayım. Malum, öldüğü iddiaları Ankara'nın sert tepkisine yol açan ancak daha sonra hayatta olduğu ortaya çıkan Uygur halk ozanı Abdurrehim Heyit, Türkiye-Çin gerginliğine yol açmış; iki ülkeden karşılıklı açıklama ve diplomatik hamleler gelmişti. Batı medyasının öncülüğündeki tartışmalarda ‘toplama kampları'ndan sıkça bahsedilmeye başlanmış, Pekin bu iddiaları "iğrenç" diye yorumlayarak, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki sürecin radikal eğilimleri olanları topluma kazandırılmasını amaçlayan ‘mesleki eğitim merkezleri' olduğunu savunmuştu. Benim aklımdaki soru işareti de, önemli bir bölümü sosyal medyada ve verilere değil daha çok kanaatlere dayalı olarak cereyan eden bu krizin nasıl bir anda bu denli tartışılır hale geldiği oldu.
Batı'nın deyimiyle ‘kamp' Çin'in deyimiyle ‘mesleki eğitim merkezi' olarak bahsi geçen ve Çin-Türkiye ilişkilerinde gerilim tetikleyen bu tesisleri ziyaret etme şansı bulamadım. Çünkü Rusya ve Türkiye dahil 25 ülkeden hem hükümet hem de siyasi partiler düzeyinde katılımıyla Urumçi kentinde gerçekleşen "Çin'in Etnik Politikaları ve Millî Dayanışma: Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Uygulamalar" konulu tanıtım toplantısının resmi programının dışına çıkamadım. O yüzden fiili uygulamayla ilgili net bir görüş de beyan edemeyeceğim. Ancak konuya, rejimini ‘sosyalist' olarak tanımlayan bir ülkede, inanma özgürlüğüyle, inanmama özgürlüğü arasında gerçek anlamda ve herkesi mutlu edecek şekilde bir denge kurulup kurulmayacağını anlamaya çalışarak bakabiliriz. Zira Türk heyetin Pekin'de temaslarda bulunduğu ÇKP yetkilileri, defaatle Çin'de ‘hem inanma hem de inanmama özgürlüğü' olduğuna değindi. Pekin'in işaret ettiği bu denge gerçekten herkesi mutlu eder mi? Ortadoğu'da körüklenen mezhep çatışmalarından tutun, İslamı temsil ettiğini iddia eden bazı radikal örgütlere kadar pek çok gösterge, "inanma ve inanmama özgürlüğü" gibi genellemeleri tartışmalı hale getiriyor. Sonuçta, teoriye değil pratiğe baktığınızda olanı biteni izah etmek daha kolay hale geliyor. Tam da bu noktada Pekin "aşırı dinci düşüncelerden etkilenen ve onun kontrolü altına girmiş insanların bu merkezlerde hem meslek edindiğini hem de topluma entegre edildiğini' söylüyor.
‘ASYA ÜLKELERİNİ ÇİN'E DÜŞMAN ETMEYİ AMAÇLAYAN BİR DEZENFORMASYON'
Peki, bu zorlu denklem neden bir anda Batı öncülüğünde dünya gündemine oturdu? Meseleye, salt Çin'in ihlalleri olarak değil de sistematik dezenformasyon olarak mı bakılmalı?
Bu sorularıma yanıt veren Karadeniz Üniversitesi Türkoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kemal Üçüncü'ye göre, bu konuya ilişkin büyük bir dezenformasyon söz konusu. Prof. Dr. Üçüncü, Abdurrehim Heyit meselesiyle Çin'i hedef tahtasına koyan ve Ankara-Pekin gerilimini tetikleyen haberlerin gündeme oturuş biçimini ise şöyle yorumluyor:
"Çok güçlü bir dezenformasyon ve bir medya operasyonu, psikolojik savaş operasyonu yürütüldüğünü görüyoruz. Bu açık, o videoları, resimleri düzenlemişler. Bunu karşı taraf çok usta bir biçimde kullanıyor. Çoğu kere yalan, abartılı haberler veya kurmaca videolarla tam da söylediğim gibi Asya'daki duyarlılık sahibi fakir İslam ülkelerini Çin'e karşı hatta bütün İslam dünyasındaki radikalleri veya hassasiyetleri kaşıyarak bir karşı cephe oluşturduğunu görüyoruz. En son Abdurrehim Heyit olayında bunun çok çarpıcı bir biçimde örneğini gördük. Keşke Çin Büyükelçiliği buna hızlı bir biçimde refleks vererek anında cevaplasaydı. Türkiye de bunu teyit ederek açıklamalarını yapsaydı. İki taraf da bu operasyona düştüler. Bu, ders olarak okutulabilecek bir uygulama. Bunların da karşılıklı kurulacak mekanizmalarla, kamuoyunu aydınlatma mecralarıyla hızlı şekilde cevaplanması gerekiyor. Hatta bu tartışmaya bu konularda bir süredir sessizliğini koruyan Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev de katıldı ve artık ‘orada neler oluyor' diye sorma noktasına geldi.Yapılması gereken, tarafların ciddi, özenli, pozitif, birbirini anlayıcı bir dille diyalog kurması" diyor.
‘DİNCİ OLMAYAN MUHALEFET GİTTİ, YERİNE TÜRKİSTAN İSLAM PARTİSİ GELDİ'
Peki, sosyal medya ve Batılı medyaya yansıyan Çin karşıtı bu hareketlenmenin kaynağı halk mı, yoksa ‘terör örgütleri' mi? Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e göre, Çin'e yönelik ‘yalan makinaları' devrede. Perinçek "Bunların Türkiye'de bir tabanları var. İlk önce CIA bağlantılarını söyleyelim. Zaten bunlar herkesin gözü önünde Amerika'yla birlikte çalışıyorlar. Doğu Türkistan İslami Partisi doğrudan doğruya Amerika tarafından besleniyor ve bu partinin Çin'de destekçi bir tabanı olduğuna dair herhangi bir işaret yok. Ama bunların diasporada yani Çin dışındaki Uygurlar arasında Amerika'nın verdiği destek sayesinde bir tabanları var. Ama Çin'de Doğu Türkistan İslami Partisi'nin çok bir etkisi ve gücü olmadığını biliyoruz. Zaten son 25-26 ayda da Çin'de, Urumçi'de ve Sincan Uygur Bölgesi'nde tek bir terör eylemi olmamış. Yani demek ki iki yıldır Doğu Türkistan İslami Partisi denen teröristler buralarda bir iş yapamıyorlar" değerlendirmesinde bulunuyor."
Urumçi’de camilerin girişindeki “galoşmatik” #urumqi #urumçi #china pic.twitter.com/fPfcno92It
— Elif Sudagezer (@elifsudagezer) February 26, 2019
Prof Dr. Üçüncü ise "2-3 yıldır orada Türkistan İslam Partisi'nin çok ciddi bir faaliyetleri var. Ancak daha öncesinde dinci olmayan, demokratik muhalefet dediğimiz unsurlar da vardı. Ama o yönetilebilir bir çerçeve değil. Şiddete başvurmadan, kendi haklarını gündeme getiren bir noktadaydı. Birdenbire bu temsil radikal örgütlere özellikle Pakistan, Hindistan ve Çin dışından getirilen örgüt yöneticileriyle başka bir noktaya taşındığını görüyoruz. Çin'in hoşgörülü, barışçıl bir İslam yorumunu daha güçlü bir biçimde desteklemesi gerekir. Burada Türkiye'nin de buna destek vereceğine ben inanıyorum, aktif bir şekilde. Kamuoyunun yeniden kazanılması için böyle bir hamle yapılması lazım" diyor.
İnanma ve inanmama özgürlüğü ve Çin'deki ayrılıkçı hareketlere ilişkin bütün bu tartışmalar sürerken; Pekin'de camiye gitme pratiğini anlamaya ilişkin naçizane bir çabam oldu. Çünkü Çin'de camilere gitme konusunda çok ciddi kısıtlamalar olduğu ve camiye gidenlerin ibadet yerlerinin önüne yerleştirilen kameralarla "fişlendiği" şeklinde haberlerin bir süredir ardı arkası kesilmiyordu. Ben de bu işin aslını öğrenmek için Çin'deki resmi gezi programından kopmayı başarıp, arkama bir kaç kişiyi takarak Pekin'in en güzel sokaklarından biri olan Liulichang'ı ve yakınlarında bir camiyi buldum. Liulichang isimli binaları ve dükkanları insanı adeta büyüleyen sokağı gezdikten sonra, Liulichang'tan bile çok daha dar bir sokağın sonunda bir camiye ulaştık. Caminin kapısı kapalıydı. Ancak bizi görev görevli hemen kapıyı açıp bizi içeri davet etti. Bildiğimiz tüm dillerde konuşma çabamıza Çince konuşarak yanıt verdi ancak müşterek bir dil olmadan cami görevlisiyle aramızda daha iyi bir arkadaşlık gelişemezdi. Anlamadığımız şeyler söylerken, bize camiyi, bahçesini ve arkasındaki ek bölümleri gezdirmekle kalmadı, bize çay da ikram etti. Pekin'deki bu 20 dakika, bahçedeki Çin bayrağının altında cami görevlisinin fotoğrafını çekmemle birlikte, plansız programsız bir naçizane ve hoş bir anı olarak geride kaldı.
Neticede, Çin yetkilileri bile bize ülkedeki herhangi bir dine mensuplarının sayısını "resmi olmayan verilere" göre aktarırken, daha fazlasını anlamak benim açımdan çok da mümkün değildi. Zira, gözlemlediğim kadarıyla Pekin, kendi deyimleriyle ‘sosyalizmin kuruluş aşamasının başlangıç dönemi' sürerken, dini hem yönetime dahil olan hem de yönetilir bir şey olmaktan uzak tutmaya çalışıyor.
CAMİLERİN TEKNOLOJİYLE DONATILMASI: FİŞLEME Mİ YOKSA HİZMET Mİ?
Cami ve inanç meselesiyle ilgili gözüme çarpan bir diğer önemli bulgu da Urumçi'den. Urumçi'de gerçekten nereye bakarsan cami. Zaten Çin Halk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Cui Wei, Sincan bölgesindeki cami oranının Türkiye'den fazla olduğunu söylüyor. Biz de bu camilerden birine, Urumçi İslam Enstitüsü içinde yer alan camiye heyetle ziyarette bulunduk. Camiye girerken ilk göze çarpan benim ‘galoşmatik' dediğim, galoş otomatı oldu. Bu önemli imkan pek çok kişi açısından tartışmasız faydalı bulunsa da, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki pek çok caminin girişindeki kameralar için aynı şey söz konusu değil. Çünkü bu uygulama, sıkça "fişleme amacı güttüğü" gerekçesiyle Pekin'i sert eleştiri oklarının hedefi yapıyor. Ancak Sincan Uygur Özerk Bölgesi Parti Sekreteri, ÇKP Politbüro üyesi, ÇKP Merkez Komite ve Sekreterlik üyesi Çın Çuengo ise, galoş otomatları ve kameralar dahil pek çok teknoloji ürünü donanımın inananların güvenli ve iyi şartlarda ibadet etmesinin garantörü olduğunu söyleyerek savunuyor.
TUVALET DEVRİMİ YOLUNDAKİ ÇİN'İN AÇIK TUVALETLERİ
YAPAY ZEKA KORKULACAK BİR ŞEY DEĞİL
Elbette, Çin'de dikkatimi çeken bir diğer önemli odak noktası ise yapay zeka oldu. Yapay zeka merkezli gelişim, Çin rejiminin temel ilkelerinden birisi. Bu sebeple ÇKP yetkilileri, bizi yapay zekayla donatılmış bir polimer fabrikasını götürdü. İşçi sayısı, ziyareti gerçekleştiren heyetteki kişi sayısının 10'da 1'inden azdı desem abartmış olmam. Pekin, yapay zekayı üretimi her aşamasında daha aktif kılmak için sistematik çaba harcıyor. Üstelik de bu ‘robotlaşma'nın istihdama olumsuz etki etmeyeceğine, istihdamın üretimden hizmet sektörüne kayacağını ve bunun toplam katma değeri arttıracağını vurguluyor.
Yediklerim içtiklerim benim olsun, ben size gördüklerimi anlatayım istedim. Bu yüzden Çin mutfağında kaplumbağa çorbasından, eşek etine; kurutulmuş yılandan, kızarmış akrebe kadar pek çok sıradışı hayvanı sofralara taşıyan kültüre değinmiyorum. Tabii, kızarmış akrebi başkent Pekin'in en ünlü alışveriş caddesi Wangfujing'den geçilen bir ara sokakta bulabileceğinize de…
KOMŞUYU ANLAMAK İÇİN BATI'NIN DEĞİL KOMŞUNUN KAPISINI ÇALMAK
Pekin ve Urumçi'de, zihnimde sonsuz renkler, sonsuzmuş gibi gözüken sokaklar, rengarenk market rafları, Çin, Türkiye ve Rusya yetkilileri başta olmak üzere 25 ülkenin yetkililerinin tartışmaları dahil o kadar çok yükle döndüm ki… Dönüşte kıpırdayamayacak hale gelen valizimden bile daha dolu bir kafayla… Başta söylediğim gibi… Pek çok soruya siyah-beyaz kadar net cevaplar bulamadım. Ancak belki de Avrasyacılık fikrinin bu denli yoğun tartışıldığı, yerel para birimiyle ticaret yapmak konusunda adım atıldığı, Astana süreciyle de bir kez daha kanıtlandığı üzere, bölge ülkelerinin kendi coğrafyalarının kaderini değiştireceği adımlar atabildiği bir dönem de yapmak gerek belki de, bir coğrafya komşusunu anlamak için Batı kaynaklarını aradan çıkarmak ve mümkün mertebe kendi gücümüzle anlamaya çalışmak.
Not: Pekin-Urumçi-Astana-Türkiye hattından aktaracaklarım bitmedi. CHP eski Milletvekili Birgül Ayman Güler'le Urumçi-Astana uçuşunda, 21. yüzyıl sosyalizminden Avrasyacılık'a kadar pek çok konuyu kapsayan söyleşimizi ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'le Nursultan Nazarbayev Uluslararası Havalimanı'nda yaptığımız kapsamlı röportajı önümüzdeki günlerde paylaşacağız.