Astana sürecinden hareketle Türkiye'nin hakiki tutumu ve bundan sonra olabilecek gelişmeleri siyaset bilimci Aydın Sezer ile konuştuk.
‘ASTANA SÜRECİ NEREDEYSE BİTTİ AMA BİZ YENİ TARTIŞMAYA BAŞLADIK'
"Astana süreci, Tahran Zirvesi ve bugünkü Journal yazısına gelince ortada bir kavram karmaşası ya da bir kafa karışıklığı var. Bunu net olarak çizelim. Bu kafa karışıklığı sadece Türkiye'nin yönetiminde ya da dış politikasında değil özellikle Türkiye'deki akademiyada da hem Astana sürecinin yorumlanması hem de İdlib ile ilgili yapılan değerlendirmelerde maalesef böylesine hayati bir konu bile bir iç politika malzemesi yapılıyor ve doğal olarak da bunun sonucunda da birlik ve beraberlik gerektiren bir meselede bir ayrışma gözlemleniyor. İktidara muhaliflerle iktidar yanlılarının böylesine bir sorunu hem teşhisinde hem çözümünde farklı düştüklerini görüyoruz. Beni mevcut İdlib kaosundan önce üzen ve ilgilendiren konu bu. Burada böyle bir şeye müsaade edilmemesi gerekiyor. En azından böyle bir şeye neden olunmaması gerekiyor. Astana sürecinin tam olarak ne olduğunu ya da ne olmadığını biz yeni tartışmaya başladık. Süreç neredeyse bitti ama biz bunu yeni tartışmaya başladık. Astana ruhunun özünde şu temel iki konu var. Bir tanesi Suriye'nin toprak bütünlüğü ikincisi IŞİD ve El-Nusra'ya karşı savaş, mücadele ve sahadaki diğer muhalif grupların bu iki örgütten ayrıştırılmasına yönelik bir süreç. Yani Astana süreci Suriye'de elinde silah tutan ve Esad'a karşı olan herkesi aynı kategoride ele alan bir süreç değil. Bunu Rusya da İran da kabul etmiyor. Orada da terör grupları var. Bunlar o zamanki isimleriyle IŞİD ve El-Nusra, diğer tarafta da silahlı muhalefet var. Bu silahlı muhalefetle diyalog, ateşkes, toplantılara çağırma, Cenevre'ye ya da Soçi zirvelerine çağırma gibi bir dizi teması da kapsayan ve içeren bir süreç Astana süreci. Biz bunun inişli çıkışlı da olsa gereğini bir ölçüde gücümüz yettiği ölçüde de yerine getirmiş bir ülkeyiz. Bu realite unutulmuş sanki IŞİD kağıt üzerinde bitmiş gibi gözüküyor. Her ne kadar İdlib'te küçük bir hücre olarak devam ediyor olsa da. Biz Astana sürecini öyle bir yorumluyoruz ki Esad'a muhalif olan herkesin bir torbada toplandığı ve bunların da muhalif olduğu ve ateşkes ile alakalı hususları da bunların tümüne teşmil edecek bir anlayış içerisine girdik. Bu doğru bir yaklaşım değil. Bu bizim bugünkü Suriye sorunundaki politikamızın temel hatalarından bir tanesi eğer böyle konuşursak Rusya ve İran ile terör tanımı konusunda aynı dili konuşmadığımız sonucuna varıyoruz."
‘İDLİB SORUNU SADECE TÜRKİYE'NİN SORUNU'
"Bizim oradaki ikna veya müzakere veya o terör örgütlerinin çözülmesi konusundaki kapasitemiz ya da ikna yeteneğimiz sınırlı kalmaya başladı. Silahlı muhalefet olarak değerlendirdiğimiz grupları terör örgütlerinden ayırmakla sanırım bir sıkıntı yaşıyoruz. Silahlı güçler arasında da herhangi bir uzlaşma, müttefiklik, ittifak gibi boyutun sağlanması zemini de kayboldu yani örgütler arasında da tam bir kaos ya da örgütler arası ilişkide de bir çözülme yaşanıyor. Biz İdlib'te yavaş yavaş Suriye sorununun, o bütünün bir parçasıyla yüzleşiyoruz. Ama bu sadece ‘iceberg'in görünen yüzü. İdlib sorunu diye bir sorun kanımca sadece Türkiye'nin sorunu. Bu sorun ne Esad'ın ne Rusya'nın ne İran'ın kafasında bir sorun olarak durmuyor, sadece aşılması gereken bir süreç olarak değerlendiriliyor. Tıpkı Doğu Guta'da, Dera'da, Humus'ta daha önceki çatışmasızlık bölgesindeki gibi süreçler. Bizim temel açmazlarımızdan bir tanesi İdlib ile ilgili teşhislerimizde yalnız kalmamız."
‘WSJ'DEKİ METİN SORUNLU BİR METİN'
"Wall Street Journal'daki bu metin aslında maalesef sorunlu bir metin. Cumhurbaşkanına bu tip metinleri hazırlayıp çok daha profesyonel ve dikkatli olmaları gerekiyor. Bu tip metinler amatörlerin yazacağı metinler değil. Bunlardan birincisi yayınlandığında Havana ile ilgili bir hata da vardı ve Amerika'nın gazetesi bunu düzeltmek zorunda kalmıştı. Bu metnin ilk iki paragrafında zaten metnin devamında ne olup ne olmayacağı üç aşağı beş yukarı anlaşılıyor çünkü burada direkt Suriye'deki gelişmelere atıfla ‘Öldürüldüler, keyfi tutuklandılar, sistematik işkence yapıldı, varil bombaları, kimyasal silahlar' bunlara değiniliyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları kuruluşunun ifadesine yer veriliyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra insanlığın yaşadığı en büyük sorun diye. Bu bir kişinin yarattığı bir sorun değil. Bunun bütün ihalenin Esad yönetimine yıkılması bence doğru bir yaklaşım değil. Esad kuşkusuz en büyük suçlu, yıllardır terörist katil dedik ama o meşhur dış güçlerin Suudi Arabistan'dan Katar'ına, ABD'sinden Rusya'sına İran'ına aklınıza kim geliyorsa onların kolektif çabasıyla yaşandı bu İkinci Dünya Savaşı'ndan beri yaşanan en büyük trajedi."
‘YABANCI MEDYAYI İKNA EDEMİYORUZ'
"Bu metinin ikinci maddesinde 3.5 milyon kişilik Suriyeli mülteciler konusuna değiniliyor. Bu konu Türkiye'de iç politikada da çok tartışıldı. Burada ne kadar Suriyeli olduğunu araştırmaya kalktım fakat sağlıklı bir araştırma yapamadım. Zira karşıma üç temel soru çıkıyor bu sayının 3 milyondan fazla mı daha az mı olup olmamasından öte bir tanesi şu; Türkiye'ye kendi pasaportuyla kendi özgür iradesiyle hatta bir dönem vize alarak yaşamaya veya çalışmaya gelmiş Suriyeliler var. Belki bizim eskiden açık kapı politikasından faydalanarak gelen insanlar var. Bunlar Suriye'ye rahatlıkla giriş çıkış yapan insanlar çünkü bayrama gidiyorlar. İkinci bir ayrım da mülteci statüsüyle ilgili, mültecinin uluslararası hukuktaki tanımıyla alakalı bir konu Türkiye'nin tüm Suriyelilere böyle bir statü tanıyıp tanımadığından da emin değilim. Spekülasyon yapmıyorum, bilmediğimi söylüyorum. Dolayısıyla yardıma muhtaç bir şekilde yaşayanların sayısı ile tüm Suriyelilerin toplam sayısıyla sayı 3.5'a ulaştırıyorsak ve harcadığımız rakamın 35 milyar dolar olduğunu belirtiyorsak şunu çok rahatlıkla söyleyeyim biz en başta yabancı medyayı ikna edemiyoruz. Çünkü bu soruya muhatap biri olarak ben bunun cevabını doyurucu şekilde veremedim, veremiyorum. Dolayısıyla İdlib konusunda bize şu kadar göçmen gelir denildiği zaman insanlar bu söylemi ya da bu iddiayı sanki biraz dikkatlice izliyorlarmış gibi geliyor, yabancı hükümetler de dahil olmak üzere."
‘IŞİD VE PKK/PYD SÜREKLİ GÜNDEME GETİRİLİYOR AMA…'
"Üçüncü sorunumuz ister PKK ve PYD üzerinden terör sorunu diyelim istersek Kürt sorunu diyelim istersek Kürt terörü sorunu diyelim, ne şekilde tanımlarsak tanımlayalım bu sorununun adına iç diyelim. Bu iç sorunu Astana'ya giden süreçte hiçbir şekilde terör örgütleri listesinde yer almadı. Ne PYD ne PKK Astana sürecini oluşturan metinlerde terör örgütü tanımlamasıyla İran ve Rusya'nın ajandasına girmedi. Zaten Rusya tanımıyor, PKK'yı da, PYD'yi de terör örgütü olarak tanımıyor. PYD'nin zaten Moskova'da ofisi var. Kaldı ki bir de PYD dediğimiz PKK'nın uzantısı Suriye Kürtleri, adı her ne olursa olsun, bunların Fırat'ın doğusunda ABD ile kurdukları bir formel bir ilişki var. Burada resmi bir ilişkiden, düzenli bir ordudan, Türkiye'ye yöneltilmiş radarlardan bahsedeceğimiz bir başka boyut da var. O halde Wall Street Journal'da yayınlanan metinde Türkiye'nin terör örgütü olarak IŞİD ve PKK'yı sayması da bizim elimizi zayıflatıyor kanaatindeyim. PKK elbette terör örgütü. Hiçbir tartışma yok. Bizim için tehdit, bizim için büyük sıkıntı yaratıyor. İdlib konusu konuşulurken böyle bir mesaj verilirken bula bula Suriye'de iki tane terör örgütü bunlardan biri PKK birisi de IŞİD dendiği zaman. PKK'nın bize yönelik tehditleri başka bir konu. Bunun İdlib ile Suriye politikasıyla bir alakası yok. O nedenle sıkıntılı bir metin. Metni okuduğumda şaşırdım. Çünkü bu IŞİD ve PKK konusu farklı paragraflarda sürekli gündeme getiriliyor. PYD'nin ya da Suriye Kürtlerinin IŞİD'e karşı mücadelede Kobani koridorunu açan bir ülkeyiz biz. Buradan asker geçişine onay veren kararın arkasında MHP ve AKP var. CHP değil, HDP değil işin garip tarafı da. Bu konuyu eğer bir ucundan iç politikaya alet etmeye kalkarsak kolektif çabayı ya da enerjiyi kaybediyoruz. Burada sinerji yaratmak bir tarafa bu negatif sinerjiye dönüşüyor Türkiye açısından. Bu Türkiye için çok tehlikeli. Böylesine bir dönemde bu iç politika tartışmaları üzerinden bu sorun hepimiz açısından farklı bir yere gidiyor."
Sezer, Türkiye'nin Rusya ile İran ile yaşadığı sıkıntılardan ötürü alternatif olarak Batı'yı görüp görmediğinin de belirsizlikler taşıdığına dikkat çekerken, bunların da açıklığa kavuşturulması gerektiği değerlendirmesinde bulundu:
"Astana sürecinde İran ve Rusya ile yaşadığımız sıkıntıların alternatifi eğer Batı olarak görünüyorsa burada Batı'yı çok iyi net bir şekilde ikna etmemiz görünüyor. Bunun da bir başka manevra olup olmadığı konusunda açık olmamız gerekiyor. Amerika'ya gidiyor ama Birleşmiş Milletler toplantısı için gidiyor. Eğer bir Trump-Erdoğan zirvesi gerçekleşirse burada rahip krizi, Halkbank, S-400 krizi gibi konulara fırsat bulabileceğini düşünmüyorum. Bu tip sorunların Suriye'deki ABD-PYD ilişkisinden çok daha ön sıralarda gündemde yer alacağını düşünüyorum. Avrupa biraz daha farklı. Avrupa'da biraz daha hükümete yakın çevrelerin yazılarından anlıyorum ki Almanya ve Avrupa'ya bakış perspektifi bana bu defa sahici gibi geliyor ama yine ihtiyatlı bir iyimserlik içerisinde söylüyorum. Bugünkü medyada yer alan Almanya ile 35 milyar avroluk demiryolu yapımı doğruysa bu bahsettiğim konunun bir ön sinyali olabilir."