‘ASTANA, AVRASYA'NIN BATI KARŞISINDAKİ EN ÖNEMLİ BAŞARILARINDAN BİRİSİDİR'
Emekli Amiral Soner Polat "Astana süreci, Avrasya'nın Batı karşısındaki en büyük başarılarından biridir. Astana süreci, şimdiye kadar süregelen ‘Sorunların çözümü Batılı ülkelerin tekelindedir' düşüncesinin yanlışlığını ortaya koyması itibariyle de önemli bir girişimdir. Rusya, Türkiye ve İran, Suriye'deki sorunun çözümü için çok önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Bu noktada Astana'nın gizli ortağının Suriye olduğunu belirtmekte de fayda var; zira Suriye bu süreçte Rusya ve biraz da İran tarafından temsil edilmektedir. Astana sürecinin belli başarıya ulaşması Batılı ülkeleri kaygılandırdı. Astana sürecinin, Cenevre'ye alternatif olamayacağı şeklinde görüşler yükselmeye başlasa da bizzat Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura'nın da söylediği gibi Astana, Cenevre'den çok daha başarılı sonuçlar verdi" şeklinde konuştu.
İdlib, ABD'nin üssü ve silahlı muhalif grupların bulunduğu El Tanf ve Fırat'ın doğusu hariç Suriye hükümetinin toprakları üzerinde kontrol sağlamış olduğunun altını çizen ve bunda Astana'nın önemli rolü olduğuna işaret eden Polat şu değerlendirmede bulundu:
"Bu bağlamda, İdlib son derece kritik bir alandır. Başından beri Suriye'nin uzlaşma kanunu çerçevesinde diğer bölgelerde çarpışan teröristler ve silahlı muhalefet, Suriye devletiyle pazarlık yaptı ve bunun sonucunda isteyenlerin aileleriyle birlikte İdlib'e gitmesine karar verildi. Dolayısıyla İdlib, en sona bırakıldı. 3.5 milyon civarı bir nüfusa sahip olduğu tahmin edilen İdlib'de El Nusra bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), ortada olan örgütler ve Türkiye'nin desteklediği iddia edilen gruplar var. Buradaki teröristler, Rusya'nın özellikle Hmeymim Hava Üssü'ne drone'larla, İHA'larla saldırılar düzenledi ve bu Rusya'yı oldukça rahatsız ediyor. Arazi yapısına baktığınızda İdlib'deki gelişmeler ağırlığını Batı'ya doğru hissettirdiği takdirde daha aşağıda bulunan Rus üsleri tehdit altında kalacaktır. Bu da Rusya'nın güvenlik sorunu ve Rusya bu sorunu çözmek istiyor. Suriye ise her ne kadar silahlı muhaliflerle, teröristlerle pazarlık yapsa da bu pazarlığın amacı onların A bölgesinden B bölgesine yerleşmeleri için değildi. Suriye yalnızca sorunlarını öncelik sırasına göre çözmek istiyordu ve günün birinde elbette İdlib'de egemenliğini tahkim etmek için harekete geçecekti. Tam bu bağlamda Rusya, İran ve Türkiye'nin bir araya gelerek terörist grupları belirlemeli ve buna göre 3 ülkenin katılımıyla bu terörist gruplar tasfiye edilmeli. Ancak görünen o ki Tahran'da bu konuda tam bir uzlaşı sağlanamadı. Türkiye, göç dalgasından korktuğu için ateşkes, çatışmasızlık istiyor. Bu da statünün devam etmesi demek. İran ve Rusya ise bu statünün sonsuza kadar devam edemeyeceğini ve beraber hareket edilmesi gerektiğini vurguluyor."
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Lideri Putin'in "ateşkes" konusunda hemfikir olmadığını ancak bu anlaşmazlığın "köklü, ince ve derin" diplomasi geleneği olan İran'ın araya girmesiyle çözüldüğünü ifade eden Polat "İran'ın yapıcı rolü sayesinde Tahran'daki görüşme rayından çıkmadan tamamlanmış oldu. Burada çok büyük bir başarı elde edilmedi ama Astana sürecinin devamlılığının teyit edilmesi bile başlı başına çok büyük başarıdır. Çünkü özellikle Batı ülkeleri 3 ülkenin birbirine girmesini ve bu sürecin sona ermesini bekliyordu. Beklentileri gerçekleşmedi. İdlib'de ne olursa olsun bu taktik bir olaydır. Türkiye, Rusya ve İran'ın bir araya gelmesi stratejik bir olaydır ve dünya çapında yansımaları olmuştur. İdlib, bu kadar önemli beraberliğin kırılma sebebi olmamalı. Bu bütün ülkeler açısından büyük bir hata olur. Bu soruna bir çözüm bulunmalı ve Astana süreci mutlaka devam etmeli" dedi.
Batı'nın Türkiye, Rusya ve İran'ın İdlib'de inisiyatif almasını istemediğine değinen Polat "Batı, üç ülkenin inisiyatif almasını istemediği için Türkiye'de basının yüzde 90'ı Batı tarafından yönlendirildi ve çok güçlü bir propaganda başlatıldı. İster istemez, Türkiye Batı'yla yan yana geleceği bir sürece doğru itilmeye çalışıyor. Hatta ana muhalefet partisi bile bu konuda AKP'yi destekler bir tutum içine girdi. Normalde iktidarı yerden yere vuran muhalefet, söz konusu Batı çıkarları olduğunda bir anda AKP'nin çizgisine geldi. Bu süreç de Türkiye açısından, bana göre, kaygı verici bir süreç. İnşallah bu (Batı ve Türkiye arasında) pazarlık konusu olmaz" yorumunda bulundu.
İran'ın Fırat'ın doğusundaki PYD ve Amerikan varlığının kabul edilemez olduğuna işaret ettiğini ve bunun da Türkiye açısından son derece önemli bir çıkış olduğunu söyleyen Polat "İran, ABD'nin Suriye'den çıkarılması için ortak bir çaba içerisine girilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Bu çok önemliydi. Ancak bu zirvenin televizyonlarda naklen yayınlanması tam bir saçmalıktı. Hiçbir müzakere tekniğinde böyle bir şey yok. Dünyayı ilgilendiren hayati bir konunun tarafları, hele de bir takım anlaşmazlıkları varken, normal şartlarda kapalı kapılar ardından tartışması gerekenleri bütün dünyanın gözü önünde tartışmaz. Televizyon önünde her lider kendi kamuoyu baskısı sebebiyle ister istemez kendi pozisyonuna tutunur. Tartışma uzarsa da ‘Astana süreci çöpe gitti' algısı oluşur. Bence Avrasya şu an güçlü bir konumda. ABD hem Suriye'de geriliyor hem de küresel ölçekte de düşüşe geçiyor. Artık Avrasya'nın kendisine güvenmesi lazım. Burada gizli kapaklı bir şey olmadığı gösterilmeye çalışılmış olabilir ama zirveyi canlı yayınlamak hatalıdır. Neticede sorunların çözümü iyi niyetten değil askeri güçle desteklenmiş ortak bir iradeden geçer. Üstelik de bu çözümün yeri ne BM ne de Cenevre'dir; bunun yeri Astana'dır. Astana garantörleri kendine güvenmeli ve hataya düşmemelidir" dedi ve şöyle devam etti:
"Zirvenin canlı yayınlanması, Astana sürecini baltalamak isteyen devletlerin hiçbir istihbarat toplamasına gerek bile bırakmadı. Ülkeler arasındaki çatlaklar gören basın dünyanın her yanında bu çatlaklardan içeri girmeye başladı. Daha önce Erdoğan'ı yerden yere vuran Washington Post'ta bile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı destekleyen yazılar yazılmaya başlandı. Dolayısıyla canlı yayında zirve yayınlanması hatalıydı. Bence süreç daha iyi yönetilebilir ve zirveden daha iyi sonuçlar çıkabilirdi. Ama en azından Astana sürecinin devam etmesinden ve önümüzdeki dönemde bu pürüzlerin aşılması ihtimalinden dolayı mutlu olmalıyız."
‘İDLİB ENİNDE SONUNDA ÇÖZÜLECEKTİR ANCAK ASIL SORUN FIRAT'IN DOĞUSU'
Üç ülkenin İdlib'deki anlaşmazlığa odaklanarak asıl sorunun PYD'nin varlık sürdürdüğü Fırat'ın doğusu olduğunu unutmaması gerektiğinin altını çizen Polat sözlerine şöyle devam etti:
"Masaya oturan devletler İdlib'de şöyle veya böyle anlaşır. Masada oturulduğu sürece çözüm mutlaka bulunur. Ancak esas sorun Fırat'ın doğusudur ve ABD burada kendisine tabi PYD devletçiği oluşturarak varlığını sürdürmekte, orada kalıcı olmakta kararlıdır. Ve bu sorun çözülmeden Suriye krizi bitmez. Bu noktada Rusya şimdiye kadar kartını açmadı. Bu çok doğal çünkü bölgesel soruna müdahale eden küresel güçler bir dünya savaşını göze almamak için birbirlerinin kırmızı çizgilerine girmek istemezler. Ancak neticede bu konuda en fazla kayba uğrayacak devletler Türkiye ve Suriye'dir. Eğer gerçek anlamda bir çözüm aranıyorsa, Fırat'ın doğusundaki sorun çözülmelidir. Bu da Rusya, Türkiye, İran, Suriye ve hatta Irak'ın mutabakatıyla en az maliyetle çözülür. Ortak bir irade gösterilmezse Suriye'deki durum uzun yıllar sürecek bir kangrene dönüşür. Bunun olmaması için de Türkiye ve Suriye anlaşmalıdır."
İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Naim Babüroğlu ise Tahran zirvesinin, Astana sürecinin üç ülkenin hem fikir ayrılıklarını hem de fikir birliklerini göstermesi açısından önemli olduğuna işaret etti. Babüroğlu "İran ve Rusya İdlib'de operasyon istiyor. Buna karşın Türkiye İdlib'de siyasi veya diplomasi çözümü destekliyor. Rusya Lideri Putin, terörün bitirilmesinin öncelikleri olduğuna vurgu yaptı ve anayasal süreçte Şam yönetiminin üzerine düşeni yaptığını ancak muhaliflerin üzerine düşeni yapmadığını ifade etti. Rusya ve İran, Şam yönetiminin ‘meşru' olduğuna işaret ederken Türkiye ‘gelişmeler Esad rejiminin insafına bırakılmamalı' diyor. Yani Rusya ve İran, sınırlı veya geniş kapsamlı, operasyona sıcak bakarken Türkiye hiç bir tür operasyona sıcak bakmıyor. Malumunuz, Rusya Türkiye'nin ‘ateşkes' sözcüğünün metne eklenmesi çağrısına sıcak bakmamış ve muhaliflere silah bırakmaları konusunda çağrı yapmaları teklifinde bulunmuştu. Üç ülke de bu şekilde çağrı yapmıştı ancak dün bir araya gelen bazı muhalif gruplar silah bırakmayacaklarını söyledi. Bu da Rusya ve İran'ın ellerini kuvvetlendirir" ifadelerini kullandı.
‘SURİYE VE RUSYA STRATEJİK YOLLARI HEDEF ALAN KONTROLLÜ OPERASYON YAPABİLİR'
Şam ordusunun İdlib'e girerek karadan bir süpürme harekatı gerçekleştireceğini öngörmediğini aktaran Babüroğlu "Hava kuvvetleri terörist noktaları vurmaya devam edecektir. Ancak Suriye ordusu, İdlib'in güneyi, güneybatısı ve güneydoğusundan Halep'in güneyine kadar olan bölgeyi sarmış ve kara harekâtı yapmaya hazır durumda. Ancak şu aşamada hedefler Suriye ve Rus hava kuvvetleri tarafından vurulmaya devam edecektir. Bu durum, muhalifler ve teröristlerin Rus askerlerine yönelik bir eylem yapmasına kadar devam edecektir. Böyle bir eylem olduğu takdirde operasyon kontrollü olarak güneybatı, güney ve güneydoğuyu kapsayacak şekilde gerçekleşecektir. Böyle bir durumda, M4 yolu ile İdlib'deki grupların kontrolündeki Halep-Hama-Humus-Şam stratejik yollarının kontrolünü elde etmek için Suriye ve Rusya kontrollü bir operasyon gerçekleştirebilir. Ancak ben şimdilik geniş kapsamlı bir operasyon yapılmasını ön görmüyorum" dedi.
Astana ülkeleri karşısında ABD ve onu destekleyen İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi ülkelerin bulunduğuna işaret eden Babüroğlu "ABD cephesi ne istiyor? ABD de Türkiye gibi İdlib'de operasyona karşı olsa da; aslında operasyona karşı çıkma maksadı Türkiye'ninkinden çok farklı. Türkiye operasyona olası bir sığınmacı akını ve teröristlerin ülkeye sızma ihtimalinden dolayı karşı gelirken ABD ve cephesi, bu operasyonlara DAEŞ (IŞİD) ve El Kaide'nin ortadan kalkmasını istemedikleri için karşı çıkıyor. Çünkü o zaman biliyorlar ki orada bulunmalarının bir gerekçesi kalmayacak. ABD ayrıca İdlib'in ardından sıranın Fırat'ın doğusuna gelebileceğini de biliyor. Ayrıca ABD, İsrail'in güvenliğinin kolay sağlanması için Suriye'nin parçalanmasından yana. ABD, aynı Afganistan'da gerçekleştirdiğine benzer, bir yıpratma savaşı peşinde ve Rusya, İran ve Türkiye'nin uzun yıllar çaba göstermesinin sonucunda yıpranmasını istiyor. ABD'nin temel isteği, İç savaşın bitmemesi için terörist varlığının sürmesi. Eğer İdlib, Rusya ve İran'ın lehine çözülürse, Rusya ve İran Suriye'de zafer kazanmış olacak. ABD ise Suriye'de yenilen taraf olmak istemiyor" diye konuştu.
‘ABD CEPHESİNE KARŞI SURİYE VE TÜRKİYE'NİN İŞBİRLİĞİ ŞART'
ABD'nin sonraki hedefinin İran olduğunu hatırlatan Babüroğlu "Suriye'de savaşı uzatarak Suriye ve İran'ı psikolojik çöküntüye sürüklemeye çalışıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın Amerikan askerlerinin Suriye'de kalıcı olmasına onay vermesi de bunu destekler nitelikte" dedi.
ABD'nin Fırat'ın doğusu, El Tanf bölgesi ve Menbiç'te kontrolü sağlamış olmasının Suriye'nin yaklaşık 40-45'inde söz sahibi olduğu anlamına geldiğine işaret eden Babüroğlu "Yani ABD, Suriye coğrafyasının yüzde 40-45'ini koparmış durumda. Fırat'ın doğusunu 70 bin kişilik PYD/PKK'ya işgal ettirmiş durumda, dün itibariyle de İran'a yapılacak operasyonda kullanılabilecek El Tanf bölgesinde takviyeler yapmakta. Kısacası Suriye'nin su ve enerji kaynaklarının çoğuna sahip olan Fırat'ın doğusunda kalıcı olan ABD, Türkiye'yle uzlaşmayı seçmeyecektir, Türkiye'nin terör örgütüne karşı operasyonuna karşı çıkacaktır. Türkiye'nin yapması gereken İdlib ve Menbiç çözüldükten sonra gözünü Fırat'ın doğusundan ayırmamalıdır. Çünkü Türkiye açısından esas beka sorunu Fırat'ın doğusundadır. Türkiye, 600 kilometrelik sınırındaki terör örgütüne kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır. Türkiye İdlib'in çözüme ulaşmasının ardından ABD ve destekleyicilerine karşı kendi göbeğini kendi kesecektir. Bunu yaparken de Rusya ve İran'ı karşısına almalıdır, Şam yönetimiyle de işbirliği yapmalıdır" diye ekledi.