ORSAM Uzmanı Orhan, Erdoğan, Putin ve Ruhani'yi bir araya getirecek olan liderler zirvesinden, Türkiye'nin de kaygılarını dikkate alacak şekilde bir anlaşma çıkabileceğine işaret ediyor:
"Eğer taraflar Tahran'da mutabakata varamazsa, Astana sürecinin, Soçi sürecinin çökmesi riskiyle karşı karşıya kalınacak. Bu üç ülkenin Suriye konusunda birbirlerine olan ihtiyaçları giderek azalıyor. Bu da Astana sürecinin zeminini biraz zayıflatıyor. Tam da ihtiyaçların azaldığı bu dönemde İdlib gibi çok ciddi bir test alanıyla karşı karşıya geliniyor. Ben Cuma günü gerçekleşecek toplantıda İdlib'e dönük kısmi bir operasyon çerçevesinde anlaşma sağlanabileceğini düşünüyorum. Zira taraflar arasındaki işbirliği ihtiyacı giderek azalmış olsa da hem Rusya'nın Türkiye'ye olan ihtiyacı, hem de Türkiye'nin Rusya'ya olan ihtiyacı bir ölçüde devam edecek gibi görünüyor. Bunun dışında tarafların çıkar ve işbirliği alanları da Suriye'yle sınırlı değil, bu ortak çıkar ve işbirliği pek çok alanda sürüyor. Bunların da riske edilmesi iki taraftan hiçbirinin çıkarına olmaz. Özellikle de Türkiye ile ABD'nin ilişkilerinin bu kadar gerginleştiği bir ortamda Rusya, Türkiye'yi yeniden NATO kampına yaklaştıracak şekilde Türkiye'yi karşısına almak istemeyebilir. Bütün bu nedenlerden dolayı Türkiye'nin de kaygılarını dikkate alacak şekilde bir anlaşmaya varılabilir."
Peki, bu anlaşma, nasıl bir anlaşma olabilir? Gelinen noktada İdlib'e yönelik operasyonun "kaçınılmaz" olduğuna işaret eden Orhan bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
"Şu anki mevcut İdlib haritasında, özellikle güney ve güneybatı cepheleriyle Batı Halep kesimlerinde, önemli değişiklikler yaşanacak, belli bölgeler rejimin kontrolüne geçecektir. Bu noktada Türkiye'nin isteği muhtemelen, radikal ve ılımlı gruplar arasında bir ayrım yapılması ve daha çok ‘terör örgütü' olarak kabul edilen HTŞ'nin hedef alınması ve yoğun bir göç dalgasına neden olacak şekilde sivillerin yaşadıkları bölgelerin havadan bombalanmaması olacaktır. Zaten geçtiğimiz hafta Türkiye'nin HTŞ'yi terör listesine almış olması da, Türkiye'nin bu örgüte yönelik olarak diğer ülkelerle birlikte hareket edeceğine işaret eder nitelikte. Bu zemin, tarafların uzlaşabileceği bir zemindir. Bunlar gerçekleşirse, Astana süreci devam edecektir."
Türkiye'nin olası bir operasyondan nasıl etkilenebileceğine ilişkin de olası senaryolara değinen Orhan "Türkiye'nin İdlib'e ilişkin kaygısının bir kaç nedeni var. Türkiye, operasyonlar nedeniyle yoğun bir göç dalgasına maruz kalmaktan, bu göç dalgası içerisinde radikal terör örgütlerine bağlı ve özellikle yabancı olan savaşçıların Türkiye topraklarına geçmesi olasılığından ve İdlib'in muhalifler tarafından tamamen kaybedilmesinin siyasi çözüm sürecinde Türkiye'nin elini zayıflatacak olmasından endişe ediyor. Zira Türkiye, Esad yönetiminin bazı tavizler vermesini ve yeni anayasa çerçevesinde yeni Suriye inşa edilmesini istiyor. Ancak İdlib'i tamamen kontrol altına almış bir rejimin hiçbir taviz vermemesi de olası olur. Bu da Türkiye'nin çok da görmek isteyeceği bir durum değil. Bütün bu kaygılar nedeniyle Türkiye, operasyonu Rusya ve İran üzerinden sınırlı tutmaya gayret gösteriyor. Yani Türkiye rejimin gerçekleştireceği bu operasyonun sınırlı tutulması için diplomatik çaba sarf ediyor" dedi.
Sınırlı bir operasyon gerçekleştiği takdirde, Türkiye'nin mülteci akınının kontrol edilebilir bir seviyede tutabileceğine değinen Orhan "Eğer anlaşma kapsamında sınırlı bir operasyon olursa Türkiye mülteci akınının kontrol edebilir seviyede tutabilir, göç dalgasını Suriye toprakları içerisinde karşılayabilir veya nüfusun bir kısmını Afrin'e yönlendirerek yine bu akını sınırın karşı tarafıyla sınırlayabilir. Operasyon sınırlı olursa ayrıca, muhaliflerin elinde bir alan kalır ve bu da yine Türkiye için Suriye konusunda elinde bir kart kalması demektir. Daha da önemlisi, İdlib düşerse rejimin Afrin'e veya Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesine yönelmesi olasılığı olur. Bu da Türkiye'nin isteyeceği bir durum değil" dedi ve şöyle devam etti:
"Ama eğer İdlib'de anlaşma olmaz ve toptan bir savaş hali ortaya çıkarsa Türkiye'nin kontrol edemeyeceği bir göç dalgası yaşanır ve bu göç dalgası, radikal unsurlarla birlikte, önce Türkiye'ye sonra da Türkiye üzerinden Avrupa'ya yayılabilir. Tabii, en büyük kaygılardan biri de oradaki Türk askeri varlığına karşı bir saldırı düzenlenmesi olur. Böyle bir durumda, Türkiye'nin askeri olarak karşılık vermesi mümkün olabilir. Bu da Türkiye ve Suriye'yi doğrudan karşı karşıya getirecektir. Bir diğer risk unsuru da, ağır bir insani kriz çıkması durumunda ABD ve Batı'nın sürece müdahil olmasıdır. Böyle bir senaryoda füze saldırıları gerçekleşebilir. Böyle bir gelişme Türkiye tarafından Esad'ı sınırlandıracağı düşünülerek olumlu karşılanabilecek olsa da, bölgede yaşanacak olası bir çatışma, çatışma ortamını derinleştirip, yeni göç dalgalarına sebep olabilir. Cuma günü gerçekleşecek toplantı bu olasılıklardan hangisinin gerçek olacağını bize gösterecektir."