1996'da Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde okumak için İstanbul'a geldiğimde ben ve çevremdekiler; tavuk ve peynirin Çerkes olabileceğine ama bizim olamayacağımıza inanmıştık. Bu öyle bir inanmışlıktı ki, ‘İnsanlık Tarihine Giriş' dersinde hocamız Belkıs Kümbetoğlu'nun, ‘Kimsin, nerelisin, kendini nasıl tanımlıyorsun?' sorularına cevap vermekten çekinerek sadece ‘Karadenizliyim, Samsunluyum' diyebilmiştim. Kimliğimizle alakalı sorular devam edip sınıftan farklı sesler çıkmaya başladığında, nihayet tüm sınıfın önünde ‘Hocam ben de Çerkesim' dediğim günü hâlâ hatırlıyorum. Hocamız ifadelerimdeki çekingenliği fark etmiş olsa gerek benden dönem ödevi olarak ‘Çerkes asimilasyonu' konusunda bir makale hazırlamamı istemişti. Üniversite birinci sınıfta okuyan bir öğrenci için zor bir konu olsa da, bu vesile ile üstüne ölü toprağı serpilmiş derin bir meselenin kapağını aralayacaktım.
‘KİMİ ZAMAN DÜŞMAN, KİMİ ZAMAN DOST'
"Sadece Çerkesleri konuşturarak başladığım sözlü tarih çalışmaları beni çok farklı etnik, kültürel ve siyasal olayların merkezine getirmişti" diyen Aksoy, şöyle devam etti: "Ruslar, Türkler, Bulgarlar, Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Aleviler, Boşnaklar, Arnavutlar, Gürcüler, Araplar ve Dürziler kimi zaman düşman, kimi zaman dost, komşu ya da akraba olarak diasporada Çerkeslerle birlikte uzun soluklu bir hikâyenin parçası olmuşlardı.
1864'te Çerkesler Türkiye'ye geldiklerinde Türkçe'yi hiç bilmiyorlardı. Buna rağmen daha önce hiç tebaası olmadıkları Osmanlı devletinde üst kademelerde, ilginç ilişkiler ağı sayesinde önemli görevler aldılar. Dillerini hiç bilmedikleri bir imparatorluk için Çerkesler can verdiler. Buna rağmen 1923 sonrasında bir asimilasyona tabi oldular ve dillerini artık konuşamaz hale geldiler. Çerkesce çeşitli siyasi politikalar çerçevesinde konuşturulmadı, şiddet de kullanılarak dilimiz unutturuldu.
Cumhuriyet döneminde cami hocalarının, imamların, Çerkes köylerini dolaşarak, Çerkeslerin kendi dillerini bırakmaları konusunda zorladığını, ‘Kefere dili ile dua kabul olmaz' dediklerini vurguladı. Çerkesler günah zannedip camide Çerkesce konuşmayı bıraktılar. Camide konuşmadılar, kahveye gelince konuşmadılar, eve gelince de konuşmamayı tercih ettiler, zamanla dillerini unuttular."
"Osmanlı, savaşlar ve kaybedilen topraklarla azalan Müslüman nüfusu tahkim etmek ve elde kalan topraklarda Müslüman çoğunluğu sağlamak için Çerkes muhacirleri, farklı bölgelere yerleştirdi" diyen Aksoy, Çerkeslerin tampon olacak şekilde sınırda veya Anadolu'da Müslüman nüfusu dengeleyecek şekilde iskan ettirildiğini ifade etti.
400.000 Çerkes'in, Balkanlar'da üç farklı şekilde istihdam edildiğini vurgulayan Aksoy, "Bunlar, Osmanlı ordusu, mobilize jandarma birlikleri ve literatürde ‘Başıbozuk' denen Çerkes çeteleri idi. Bu çeteler, Osmanlı ordusu tarafından bastırılamayan ayrılıkçı isyanların önlenmesinde büyük rol oynadı, zira Bulgar çetelerine karşı onlarla aynı şekilde çalışan bir başka gücün istihdam edilmesi gerekiyordu" dedi.
Osmanlı tarafından yönetilen bu Çerkes çetelerin binlerce kişinin katledilmesiyle sonuçlanan eylemler düzenlediğini, Osmanlı tarafından bu katliamların Batı'ya, 'Milletlerarası muhtelif çatışmalar' olarak anlatıldığını söyleyen Aksoy, "Başıbozuk denilen çeteler devletin bir şekilde halledemediği meseleleri halleden gayriresmi askeri birliklerdi. Bu Başıbozuk gruplar içersinde Pomaklar da Türkler de başka etnik gruplar da vardı. Bunun karşılığında Çerkesler gayri hukuki davranışlarında mümkün mertebe hoş görüldü, hatta biraz da şımartıldı" diye konuştu.
‘ÇERKESLER, SOYADI KANUNU İLE ONLARI KAFKASYA'YA BAĞLAYAN SOYADLARINDAN OLDULAR'
Soyadı Kanunu'nun Çerkesler üzerinde büyük bir kırılma yaşattığını söyleyen Aksoy, "Çerkezlerin 3000 yıllık kendi soyadları vardı. Soyadı Kanunu ile birlikte bu isimlerin hiçbirini almalarına müsade edilmedi. Ankara'dan gelen memurlar, torbadan çıkarttıkları soyadlarını vererek, Çerkesleri eski soyadlarından da kopardılar. Çerkesler, onları ana vatanlarına, Kafkasya'ya bağlayan soyadlarından da oldular" dedi.
‘JANDARMALAR DÜĞÜNLERİ BASTI, MIZIKALARI VE AKORDİYONLARI TOPLADI'
Çerkeslerin mızıka, akordiyon çalmasına müsaade edilmedi. Jandarmalar düğünleri bastı, mızıkaları ve akordiyonları topladı. Çerkesler'in kendi otantik müziklerini çalmalarına bile izin verilmedi. Geçmiş dönemlere kıyasla 90'ların sonlarında Çerkesler artık konuşmak ve anlatmak noktasında daha hevesliydi. Farklı bölgelerden, farklı şahıslardan dinlediğim benzer hikâyeler tüm bir Çerkes halkının çeşitli boy ve lehçelere sahip olmakla birlikte 'ortak bir acının' çocukları olduğunu tekrar idrak etmemizi sağlamıştı.
‘ÇERKESLER, AT HIRSIZI OLMAKLA ÖVÜNÜR'
Kendisi de bir Çerkes olan Aksoy, Çerkeslerin at hırsızı olmaktan övündüğünü, Çerkes kültürü içinde at hırsızlığının önemli bir yere sahip olduğunu vurguladı: "Birinin ahırına gizlice girerek cins atını çalmak Çerkes delikanlıları için övünç kaynağıdır, hiç kimse bundan utanmaz, bunu adi bir suç olarak asla görmez. Çerkesler ailelerini methetmek için böyle şeyler anlatır. Çerkeslere göre at hırsızlığı, kültürün önemli bir parçasıydı, uzun süre de bu böyle devam etti."
‘ÇERKES OLDUĞU ORTAYA ÇIKTIKTAN SONRA KAİNAT KRALİÇESİ SEÇİLEN KERİMAN HALİS'TEN HABER ALINAMADI'
Çerkesler önemli kademelerde yer aldılar ama kendilerini gizlediler, ya da öz kimliklerinden uzaklaştıkça önemli yerlere geldiler. Güzellik Kraliçesi Keriman Halis konusunda büyük bir kriz yaşandı, zira başta Keriman Halis'in Çerkes olduğu bilinmiyordu. Bilseler asla onun oraya gitmesine müsaade etmezlerdi. Paris'te dönemin Mısır sefiri, kendisi de bir Çerkes, Keriman Halis'le tanışınca onun da Çerkes olduğunu öğreniyor, büyük heyecan duyuyor. Hemen Mısır'a davet ediyor. Gazetelerinden birine de ilan veriyorlar: ‘Çerkes prensesi Keriman Halis kainat kraliçesi seçilmiştir. Onuruna Çerkes Cemiyeti Kahire Palas'ta bir balo düzenlenecektir'. Türkiye sefiri de hemen Kahire'den Ankara'ya ‘acil' başlıklı bir telgraf çekiyor. Bunun üzerine Keriman Halis'in Avrupa programı iptal ediliyor ve Çankaya'ya çıkartılıyor. Sonra bir daha Keriman Halis'ten haber alınamadı. Ece soyadını alarak, vefatına kadar kendi kimliği dışında bir hayat sürdü. Keriman Halis bu inzivayı hak etmedi.