Türk hükümetinin Batı ile ilişkilerini dış politika yazarı ve akademisyen Semih İdiz ile konuştuk.
‘ABD TÜRKİYE'DEN VAZGEÇMEK İSTEMEZ'
"ABD ile ilişkilerde bu gidişatın aslında sınırı vardır diye düşünmüştük. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'ın Türkiye'ye gelmesinden önce ‘bu iş ya oldu ya koptu' şeklinde yorumlar yapılmıştı. Ama görüyoruz ki hala daha esneklik var. ABD elbette Türkiye'den vazgeçmek istemez. Çünkü burada birkaç yıllık planları değil, uzun vadeli planlarını hesaplıyor ve Ortadoğu'da Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı var. Türkiye açısından da ABD ile ne kadar kopabiliriz meselesi stratejik vizyonu ve geleceğe dönük beklentileriyle bağlantılıdır. Ama Türkiye savunma sanayii ile ABD savunma sanayinin ve Türk ordusunun teçhizatının ne denli ABD ve NATO ile bağlantılı olduğunu düşünürsek, bugünden yarına şu anki sert ve acı söyleme rağmen bir kopuş olacağını zannetmiyorum. Nihayetinde stratejik birtakım düşünceler devreye girecektir. Ama bir ayrışma olduğu muhakkak. Türkiye-ABD ilişkileri bundan birkaç yıl öncesinden çok farklı bir konumda bugün. Onu da inkâr edemeyiz. Kendi aralarında stratejik ortaklık dedikleri şey açısından geleceği yeniden inşa etmeleri gerekecek. Tahmin ediyorum şu anda o egzersiz içindeler."
‘S-400'LERİN ALIMI ASKERİ AÇIDAN DEĞİL SİYASİ AÇIDAN ÖNEMLİ'
"S-400'lerin alımı meselesinin NATO'yu maksimal açıdan çok rahatsız ettiğini zannetmiyorum. Ama şikâyette bulunma kozu sağladı. Bu açıdan bakıldığında bence S-400 alımı esas itibariyle siyasi ve diplomatik açıdan önemli. Askerî açıdan Türkiye'nin gerçekten böyle bir savunma sistemine, yani uzun menzilli savunma sistemlerine ihtiyacı var mı sorusu tartışılabilir. Bu askeri kanadının tartışacağı bir şey. Ama S-400'ler şu an askeri konu olmaktan ziyade siyasi bir konu. Bu Türkiye'nin Batı'dan, NATO'dan uzaklaşıp uzaklaşmadığı tartışmalarının odağına oturan bir konu. Her iki taraf da bu açıdan değerlendiriyor. Avrupa basını da Türk basını da böyle bakıyor. Bu siyasi enstrümanın etrafındaki tartışma bir süre daha sürecektir. ‘ABD Kongresi bu sayede Rusya'dan alımlardan dolayı ambargo uygulayabilirmiş' deniliyor. Öbür yandan bazı analistler tarafından NATO'ya birtakım çağrılarda bulunuyor: Türkiye artık bizden değil, o yüzden yavaş yavaş ilişkileri indirelim şeklinde yaklaşımlar var. Ama NATO Genel Sekreterinin açıklamalarına bakarsak bir yandan ‘S-400'ler NATO sistemine entegre değil, yani bu S-400'leri biz NATO çerçevesinde kullanamayız, Türkiye nasıl kullanırsa kullansın ama NATO çerçevesinde kullanılamaz' dediğini görüyoruz. Diğer yandan da tüm bunların ötesinde ‘Türkiye hala bizim önem verdiğimiz sağlam bir NATO üyesidir' şeklinde bir söylem gidiyor. Başa dönecek olursak S-400'ler meselesinin önemi askeri anlamdan ziyade daha çok siyasi. İleride nasıl olur bilinmez. Askeri aşamasında da askeri uzmanlarla konuşmak lazım."
‘ERDOĞAN'IN NATO'YA ÇAĞRISI İÇERİDEKİ SİYASİ TABANA YÖNELİK'
"Türkiye'nin ve Erdoğan'ın NATO'ya yönelik çağrıları içerideki siyasi tabana dönük çağrılar. NATO'da bu söylemin açıkçası çok tepki yarattığını düşünmüyorum. Artık oradaki değerlendirmelerde ‘Türkiye seçim menziline giriyor bu tür açıklamalar daha da sivrilecektir' şeklinde değerlendirmeler yapılıyor. Bunun ilişkiler açısından çok yıkıcı olacağını zannetmiyorum. Yani gerginliğin daha da tırmanışa geçeceğini zannetmiyorum. NATO'nun Suriye'ye çağrılması meselesine gelirsek: NATO kendi iradesiyle davranan hadi gidelim diyebilen bir örgüt değil. Konsey var. Türkiye de bu Konsey'in eşit oylu bir üyesi olarak oturuyor. Türkiye, Konsey'i herhangi bir eylem için davet etti mi bilmiyoruz. NATO neredesin diye soruldu. Körfez savaşında, hatta Suriye krizinden sonra NATO Konsey kararıyla Türkiye'ye kendi isteği üzerine Patriot füzeleri konuşlandırdı. Onun için baktığınızda' NATO neredesin' çağrısını biraz böyle dengeleyerek değerlendirmek lazım. NATO aslında Türkiye'yi tümüyle boş bırakmış değil. Patriot füzelerini hatırlayalım, hatta bir ara Almanlar çekilmek istedi fakat ‘yapmayın' diye ısrar edildi. Diğer yandan NATO gelse ne yapacak? Öyle bir şey de var. Suriye zaten bir çorbaya döndü. ABD bir NATO üyesi olarak Fırat'ın doğusunda, Fırat'ın batısında ise NATO üyesi olarak Türkiye var. Herkesin gündemi farklı. Şimdi hal böyle olunca bir de ABD'nin arkasındaki koalisyon dedikleri olgu var. Bunun içinde de İngiltere'den Danimarka'ya başka ülkeler de var. Böyle olunca bu ‘çorbada' bütün NATO üyeleri Konsey'de nasıl ortak karar alacaklar? NATO'da bütün kararlar ortak oyla alınıyor. Bir ret oyu varsa o karar alınamıyor. Onun için bunu biraz içe dönük siyasi söylem olarak değerlendirmekte yarar var. Ankara'yı da Türkiye'yi de tanıyan birçok Batılı diplomat merkezlerine zaten böyle raporlar geçiyorlardır diye tahmin ediyorum."
‘VİZE MESELESİ SALLANDIRILAN BİR HAVUÇ GİBİ'
"Yapılacak olan Varna Zirvesinde, Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile üyelik perspektifi açısından umutlu olmamakta yarar var diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye'nin AB üyeliği müzakerelerinin tekrar canlandırılması Türkiye'deki siyasi ve yasal durum açısından mümkün değil. Türkiye şu anda Kopenhag kriterlerinin çok gerisine düşmüş durumunda. Vize serbestisine gelirsek, AB onun şu an sallandırılan bir havuç olarak sahnede kalmasına izin veriyor. Fakat orada da bir sorun var. AB'nin esas karar verici organı Avrupa Parlamentosudur. Orada hükümetler siyasi kararlar veriyor. AB Komisyonu o kadar etkili değil. Ama Avrupa Parlamentosu Konsey'i vize konusunda Türkiye'ye kolaylaştırıcı bir yaklaşım getirse bile birçok ulusal ülke çıkıp ‘bu vize işi bizim işimize gelmiyor bunun bizim meclislerimizden de geçmesi gerekiyor' diyebilir. O yüzden vize meselesinin bugünden yarına olabilecek bir şey olduğuna ben inanmıyorum. Doğal süreç buna el vermiyor. S-400ler gibi vize meselesi de siyasi ping-pong topu olarak karşılıklı kullanılıyor. Fakat masadan gitmesine de izin verilmiyor. O da ilginç bir durum. Türkiye'nin son hamlesi bir yol haritası vermek oldu. ‘Şunu, bu zaman süreci içerisinde, sizin taleplerinize yaklaşmak için yapacağız' şeklinde bir yol haritasıydı bu. Avrupa tarafı da bu Varna Zirvesi öncesinde ‘biz bunları inceliyoruz bakmaya değer bulduk' şeklinde bir yaklaşım geliştirdi. Cumhuriyet Gazetesi davasındaki tahliyeleri de düşünürsek bu gelişmelerin adım adım bunu göstermek için, o yol haritasının bir boyutu da o olduğu söylenebilir. Daha önce de Almanları memnun etmek için Deniz Yücel serbest bırakıldı. Niçin alındı ve bırakıldı, hangi yasaya göre gibi meseleler muallakta kalmak suretiyle böyle bir yöneliş de görüyoruz. Bu da sunduğumuz yol haritasının bir boyutu olabilir diye düşünüyorum. Fakat önümüzdeki 2 yıl içinde AB'ye vizesiz gideceğiz diye umutlananlar varsa bence biraz daha sabırlı olmaları gerekecek."
‘TÜRKİYE VE AB DEĞİŞTİ, AB'YE ÜYELİK UMUT VEREN BİR PERSPEKTİF DEĞİL'
"Türkiye'nin mevcut haliyle AB üyelik perspektifini birlikte yürütmesi mümkün değil. Ama buna rağmen hem AB kolektif olarak hem de ulusal ülkeler düzeyinde Türkiye ile kopuşa gidilmemesi gerektiği konusunda bir mutabakat olduğu görülüyor. Onun için hani Türkiye, Avrupa'ya çapalı diye bir kavram geliştirdiler. Onu daha da olgunlaştırmaya çalışıyorlar. İkincisi bu özel ilişki Merkel'in ve Sarkozy'in ortaya attığı bir konu. Bugün daha güncel oldu. Türkiye'nin AB üyeliği perspektifi hem Türkiye'deki koşullardan hem de AB'deki atmosferden dolayı gelişemeyecekse ‘bunu neyle ikame edeceğiz, bir şey koymamız lazım' deniliyor. Bu süreç en azından hani gündelik işlerin görünmesi açısından önemli. Unutmamak lazım ki Türkiye ile AB arasında ciddi işler var. İç içe girmiş projeler var. Onların yürümesi açısından bir beyaz yalanın uydurulması, yeni bir mekanizmanın kurulması lazım. Avrupa'da bunu en son Macron en son telaffuz etti. Özel bir ortaklık öneriyorlar. Türkiye-ABD ilişkilerinde kullanılan stratejik ortaklığa atıfta bulunarak Türkiye ile böyle bir ilişki geliştirmek istediklerini aleni bir şekilde söylüyorlar. Bu da Türkiye'nin işine gelmiyor ‘ben hala tam üyelik istiyorum' diyor. Ama tam üyelik için gerekenleri yapmadığı sürece bu tartışmalar sürecektir. Ama genel yöneliş zaten ortaklığa doğru doğal olarak gidilmekte olduğunu gösteriyor. O özel ortaklık mekanizmaları devreye girdiğinde bunların çoğu Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili olmayacak. Türkiye, AB macerasının başından beri bir zamanlama konusunu yakalayamadı maalesef. Zamanında yapabileceklerini yapsaydı bugün muhtemelen AB üyeliğine çok daha yakın olacaktı ama şu an Türkiye değişti, AB değişti, dünya da değişti. O yüzden AB perspektifi şu an çok umut veren bir perspektif değil."