Prof Uzgel, ABD yönetiminin Rusya'yla dünya siyasetini ilgilendiren belli konularda uzlaşı arayışı içinde olacağını düşünürken, asıl gerilimi ekonomik hegemonyasını etkileyecek Çin ile yaşanacağı görüşünde. Türkiye’nin dış politikasının ‘Ortadoğululaştığını’ söyleyen Uzgel, Ankara için ‘Avrasyacılığın’ iktisadi imkanı olduğunu ise düşünmüyor.
Doç. Barış Doster, Trump yönetiminin ABD’nin zayıflamış hegemonyasını kabullenmesi ve yeni tertipler içine girmesini öngörerken, Rusya ile artan nüfuzu nedeniyle doğrudan çatışma gerekçesi bulmazken, Çin ile de vekalet savaşlarının öne çıkacağı görüşünde. Doster’e göre İslam dünyası giderek zayıflarken, Türkiye’nin ise Batı karşıtı söylemlerinin altının boş olduğunu dile getirdi.
Prof. Hüseyin Bağcı ise ABD yönetiminin Trump ile birlikte ‘uluslararası olarak yalnızlaşmasına’ dikkat çekerken, dünya çapında yeni gerginlikler bekliyor. Bağcı Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliğinin zorlu bir döneme gireceği öngörüsünde bulunurken, İran ve Rusya ile işbirliğinin yeni bir askeri ittifak getirmeyeceği ve Türkiye’nin Batı’ya daha fazla yaklaşacağı bir 2018 yaşanacağı görüşünde.
2017 senesinde ABD’de yeni bir yönetim işbaşına gelirken, en başta Rusya Federasyonu ve Çin’in öne çıktığı çok kutuplu bir düzen için adımların atıldığı bir sene oldu. Rusya, Ortadoğu’da, Çin ise Asya’da etkinliğini artırırken, ABD yönetiminin küresel hegemonyasındaki düşüşü tersine çevirme çabası yıl sonunda gelen yeni ulusal güvenlik strateji belgesine damgasını vurmuş görünüyor. Ortadoğu’da Suriye savaşının kazananları ve mağlupları ortaya çıkarken, fay hatlarında yeni kaymalar gözleniyor.
Hem küresel düzenin görünümünde hem de Ortadoğu çapında ve Türkiye açısından 2018’in nasıl bir sene olacağını uluslararası politika alanında Türkiye’nin önde gelen akademisyenleriyle konuştuk.
‘ABD, RUSYA UYUMLU SİYASİ PARTNER OLSUN İSTİYOR’
“2017’ye baktığımızda küresel siyaseti doğrudan içeren bir kompozisyon var diyebiliriz. ABD bilindiği gibi uzun süredir hegemon bir güç. Yani dünya siyaseti onun izlediği politikalar ekseninde şekilleniyor. Bu dünya siyaseti eksenine 2000lerden itibaren Putin ile birlikte önce Rusya'nın ve daha sonra Çin'in müdahil olmaya başladığını görüyoruz. İkisi arasında fark var. Çin iktisadi bir güç olarak göze batıyor, Rusya ise onu neredeyse tamamlar bir şekilde askeri güç olarak öne çıktı. ABD bu iki özelliği kendisinde barındırdığı için eli biraz daha güçlüydü. Fakat ABD sisteminin de zayıflıkları var. Dünyayı artık istediği gibi şekillendirme imkanları daralıyor. Bunu da zaten öngörüyorlardı yani ABD sonsuza kadar dünya siyasetinin tek belirleyeni olamayacaktı. Burada da bir tercihte bulunuldu yani kapitalizmi yayıp siyaseten bazı kayıpları göze aldılar. Çünkü Rusya ve Çin'in büyümesinin altında küresel kapitalizmin bu ülkelerde giderek yayılması ve oralarda sermaye birikim süreçlerinin yükselmesi kritik rol oynadı. 2017'den 2018'e doğru giden sürece baktığımızda ABD, Rusya ve Çin'den teker teker şunları istiyor: Rusya ile Ortadoğu'da, Doğu Avrupa'da, Karadeniz'de iş birliği olsun yani Rusya sesini çıkarmasın, uyumlu bir siyasi partner olsun istiyor. Putin buna tam olarak uymuyor. Uyduğu yerler de var. Herkes katılmıyor ama ben iki devletin pazarlıkla ve birbirlerinin ayaklarına basmadan hareket ettikleri düşünüyorum. Mesela Kuzey Kore meselesinde ortak hareket ediyorlar, İran'ın nükleer silaha sahip olma meselesinde de çok hassas davrandılar ve beraber hareket ettiler. Bu tür uyum alanları var. Ama mesela Kırım konusunda çok ters düştüler, Gürcistan konusunda ABD çok itiraz etmedi. Orayı eski Sovyet coğrafyası olarak görüp, serbest bıraktı. Önümüzdeki dönemde bir taraftan Rusya üzerindeki yaptırımların belli bir düzeyde devam edeceğini ama Rusya'yla dünya siyasetini ilgilendiren belli konularda uzlaşı arayışı içinde olacağını düşünüyorum.”
‘ÇİN, ABD’NİN HEGEMONİK POZİSYONUNU DEĞİŞTİRECEK POTANSİYELDE’
“Çin ise daha farklı. Çünkü Çin ABD'nin hegemonik pozisyonuna yer değiştirecek potansiyele sahip bir ülke, Rusya ise iktisadi güç bakımından öyle değil. Hatta Rusya ABD'nin en çok ciddiye aldığı ülke değil, esas sorun Çin'de yatıyor. En son açıklanan Ulusal Güvenlik Belgesi'nde de Trump'ın açıkça parmağı ile Çin'i işaret ettiğini görüyoruz ve yanına da Rusya'yı eklemiş. Rusya'ya da ‘ben Çin ile uğraşacağım sen tarafını seç’ diyor o belge. Yani ‘Çin'in yanında durursan hırpalanırsın, arada kaynarsın, onun için aradan çekil benim yanıma gel, bizim hedefimiz Çin’ diyor ABD. Çin'den de şunu istiyor ABD; Çin'in dünya ekonomisindeki yeri çok önemli ve aslında ABD bundan faydalanıyor. Ama Çin'in bu iktisadi gücünün büyümesini, ABD'nin kurduğu dünya sistemine uygun şekilde kullanmasını istiyor. Yani ABD, Çin’e ‘sen dünyanın üretim bandı ol, benim ülkemde istemediğim, çevreyi kirleten, düşük teknoloji gerektiren ürünleri üret, yüksek teknoloji gerekenleri de üretebilirsin Apple gibi, ama onun karının çoğunu ben götürürüm ama dünya siyasetine karışma’ diyor. Yani ABD'nin Çin'den istediği bu. ABD, ‘Çin buna uyduğu sürece dünya düzeni iyi gider diyor, uymadığı sürece de mesela Güney Çin Denizi'nde ada yapmaya çalışması, Afrika'da yayılması, Yunanistan'da ada alması gibi şeylere ben izin vermeyeceğim ve dünyada hangi bölgede etkili olmaya çalışıyorsan orada senin alanını daraltmaya çalışacağım’ diyor. 2018'in hikayesi biraz da bu konular üzerine kurulacak, ABD'nin Çin'in etkili olduğu bölgelerde gücünü azaltmaya çalışacağına şahit olacağız ve Çin buna çok direnirse bu çok gerilimli olacak. Direnmezse daha uyumlu geçecek.”
‘TÜRKİYE İLK DEFA KÖRFEZ BÖLGESİNDEKİ ÇEKİŞMELERİN PARÇASI OLDU’
“Körfez'de yeni bir eksen oluştu. Suudi Arabistan ve ABD dahil. Buna dışardan eşlik eden Mısır ve İsrail ekseni var. Bunun karşısında da Türkiye, Katar ve İran gibi biraz daha gevşek, daha az homojen bir gruplaşma var. Biri Fars, biri Arap, biri de Türk. Biraz hani '3 benzemez ‘den oluşan bir direnç noktası var gibi duruyor. Bu gerçekçi ve hayatın akışına çok uygun değil. Yani bölge siyasetinin tarihinde böyle bir yapılanma yok. Yani Katar, Türkiye ve İran bir araya gelecek ve Suudi Arabistan, İsrail, Mısır, Lübnan eksenine karşı bir hat oluşturacaklar. Bu gerçekçi de değil. Dolayısıyla bu hatta yeni kurulan bir bölgesel 'kutuplaşma' diyelim. Türkiye'nin burada yer almasının bana sorarsanız ülke olarak Türkiye'ye kazandıracağı fazla bir şey yok. Türkiye buna askeri olarak da —inanılmayacak bir vaziyette- angaje oldu. Katar'da askeri üs bulunduruyor ve oraya yeni bir askeri sevkiyatında da bulundu ve Katar'ın koruyucusu haline geldi. Türkiye ilk defa Ortadoğu, daha doğrusu Körfez bölgesinde Araplar arası —neredeyse kabileler arası- çekişmelerin parçası oldu. Öyle ki, mesela hatırlarsak, Prens Selman Suudi Arabistan'da neredeyse bir saray darbesi yaptı ve Türkiye'de hükümete yakın çevreler çok endişe ettiler. Oysa bu bizi çok ilgilendiren bir mesele değil. Saray içi re-organizasyon, entrika yaşanırken Türkiye bunun ucu bize dokunacak diye düşünmeye başladı. Bu, Türkiye'nin Ortadoğu siyasetinin içine ne kadar girdiğinin bir göstergesi. Türkiye'nin dış politikasında ‘Ortadoğulaşma’ sürecini yakından görüyoruz. Bunun ikinci ayağı Suriye meselesi. Suriye'de Esad kalıcı olacak, Suriye'nin kuzeyinde de bir Kürt bölgesi, bir otonom bölge kurulacak. Bu artık kaçınılmaz bir şey. Rusya ile ABD anlaştılar. Esad'a fazla söz kalmıyor maalesef. Siyaset böyle gelişti Ortadoğu'da. Esad'ın Rusya karşısındaki durumu da çok belirgin zaten. İran'ın etkisi arttı üçüncü olarak. Bundan sonraki süreçte Türkiye dahil bölge ülkeleri İran'ı çevreleme konusunda ABD tarafından baskıyla karşılaşacaklar. Biz bunu yavaş yavaş yaşamaya başladık. Türkiye burada bir tercih yapmak zorunda kalacak. Ya Suudi-Mısır eksenine kayacak ya da bedel ödetecekler, o yüzden Türkiye bana sorarsanız bu en son Binali Yıldırım'ın gezisi, Prens Selman'ın Türkiye'yi ziyaret edecek olması vesaire gibi gelişmelere bakacak olursak tarafını yavaş yavaş belli ediyor. Çünkü diğer tarafın kazanmasının imkânı yok. Türkiye inanılmaz bir şekilde yani Erdoğan, zayıf ve kaybedecek olana oynadı Körfez'deki Katar-Suudi geriliminde ve şu an bence yavaş yavaş o eksenden uzaklaşıyor.”
‘AVRASYACILIK İMKÂNI İKTİSADİ OLARAK YOK’
“Şimdi çok yeni bir gelişme olsa da Erdoğan ‘Tunus’tan dönerken dostlarımızı arttıracağız, Almanya, Hollanda gibi ülkelerle bizim sorunumuz yok’ dedi. Oysa daha önceden dili çok daha aksi yöndeydi. Ağır ifadeler kullanmıştı, ırkçı, faşist olmakla suçlamıştı onları. Şimdi bu politikadan yavaş yavaş uzaklaşıyor gibi görülüyor. Bana sorarsanız dünya sistemine iktisadi olarak bu kadar açık bir şekilde bağlı olan bir ülkenin Avrasyacılık yapma imkanının iktisadi olarak pek bulunmuyordu. Çünkü Çin, Rusya ve İran, eğer böyle bir eksen yok ama ekseni var dersek, bunların Türkiye için iktisadi anlamda sağlayacağı çok büyük bir katkıları yok, alabileceğini alıyor, enerji alıyor, Çin'den de ucuz girdi yani tüketim malları alıyor. Dolayısıyla bunların Türkiye ekonomisine katkısı çok fazla yok. Sonuçta doğalgazı oradan ya da buradan alırsınız. Yani enerji eksenli bir ilişki var. Türkiye'nin aslında ihtiyacı olan hem sıcak para girişi hem de yatırım. Bu üç ülke bunu sağlayabilecek durumda değil. Dolayısıyla bu yapısal olarak sürdürülebilir bir politika değildi zaten. Erdoğan ve iktidarı ya Batıyla ilişkileri kopartıp 2018'de artık gerçek anlamda bir Avrasyacılık yapmak zorunda kalacak ya da buradan gidişat olmadığını, yani hem bu kadar açık ekonomiye sahip olup hem de siyaseten Avrasyacılık yapılmasının mümkün olmayacağını görecek. Yani dış siyasette altyapı ve üstyapıyı bu kadar birbirinden ayrıştıramaz ve ters yönde götüremezdi o yüzden de büyük bir olasılıkla 2018'den itibaren tekrar Batıyla uzlaşmak zorunda kalacak eğer iktidarını korumak istiyorsa.”
‘TRUMP DOKTRİNİ ABD’NİN ZAYIFLAMIŞ HEGEMONYA KAPASİTESİNİ KABUL EDİYOR’
“Küresel rekabet açısından baktığımız zaman ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi —ki âdettendir genelde onu açıklayan başkanın adıyla anılır buna da kısaca Trump doktrini diyebiliriz- ABD’nin aşılan devlet kapasitesini, hırpalanmış, zayıflamış olan küresel hegemonya kapasitesini kabul ediyor ve artık Rusya ve Çin’in de yükselen güçler olarak ABD’nin küresel ölçekte rakipleri olduğunu kayda geçiyor. Bu noktalardan hareket ettiğimizde Rusya ve Çin’in farkı farklı gerekçelerle biri iktisadi hacminden dolayı öbürü tarihsel, ideolojik ve jeopolitik ağırlığından dolayı ABD’nin rakipleri olarak anılıyorlarsa bu bir gerçekçi saptamadır. Bu hem de ABD’nin kendisi açısından basınının amiral gemisi diyebileceğimiz NYT’nin dikkat çektiği üzere bir tür soğuk savaşa dönüleceğinin de işaretini vermektedir. Şimdi Trump doktrininde Kuzey Kore ve İran haydut devletler olarak anıldılar. Trump’ın seçim kampanyasında zikrettiği üzere ‘ABD önce gelir’ denildi. Radikal İslamcı terör örgütlerinin öncelikli tehditler olduğu anıldı ki bunların arkasında ABD emperyalizminin olduğunu biliyoruz. Ama Rusya ve Çin’in ABD için öncelikli rakipler olarak anılması ABD’nin bu anlamda iktisadi, siyasi, askeri ölçekte yeni provokasyonlara ve tertiplere hazırlanacağını, kalıcı ya da geçici ilkeli ya da tamamen pragmatik gerekçelerle yeni ittifak arayışlarına yöneleceğini de ortaya koyuyor. Nitekim en somut ve bizi en çok ilgilendiren meselelerden biri şuydu: ABD 2019 Ocak ayına vermiş olduğu vize görüşmelerini hemen geri çekti ve kısa süre içinde eskiden olduğu gibi Türkiye’de konsolosluklarının vize hizmetine başlayacağını duyurdu. Tam bir geri dönüş olmasa da simgesel anlamda önemli bir adım attı ve Türkiye’nin Rusya ile Çin ile Avrasya’yla olan yönelimi dikkate alındığında —ki ben bunun stratejik kapsamlı değil tamamen iktidar bloğunun anlık gereksinimlerinden taktik bazlı çıkışlar olduğunu düşünenlerdenim- ABD’nin tam da 2017 yılını kapatırken Türkiye ile arasında çok yoğun, kapsamlı gerilim alanları varken böyle bir adım atması bence Trump doktrini kapsamında düşünmeye değer.”
‘ABD VE ÇİN EKONOMİLERİ İÇ İÇE GEÇMİŞ HALDE VE ZAMAN ÇİN’İN LEHİNE İŞLİYOR’
Doster, ABD ve Çin ekonomilerinin iç içe geçmişliklerine dikkat çekerek, zamanın —2008 ekonomik krizinden bile çok az etkilenen- Çin’in lehine işlediğini vurguladı ve bu yüzden iki ülke arasında sıcak çatışma olmasa da vekalet savaşları olabileceği yorumunu yaptı:
‘RUSYA’NIN ARTAN NÜFUZUYLE ABD İLE DOĞRUDAN ÇATIŞMA GEREKÇESİ MAKUL GELMİYOR’
Doster, Rusya’nın Suriye özelinde nüfuzunu arttırdığını ve kendisini çevrelemeye çalışan NATO’nun kuşatmasını püskürttüğünü belirterek, bu sebeplerden dolayı ABD ile doğrudan sıcak çatışmanın makul gözükmediği yorumunu yaptı:
‘İSLAM ALEMİNİN DURUMU 5-0 YENİLMİŞ TAKIM GİBİ’
Doster, İslam ülkelerinin içinde bulundukları durum bakımından vahim bir tablo çizdiklerini belirterek, Kudüs meselesinde bile tam bir uzlaşı içine girilemediğine dikkat çekti:
‘BATI KARŞITI SÖYLEMLER ÖNE ÇIKSA DA İKTİSADİ İLİŞKİLER DEVAM EDECEK’
Barış Doster son olarak Türkiye’de bazı dönemlerde ortaya çıkarılan Batı karşıtlığı üzerinden gelişen söylemlerin samimi olmadığını, Ortadoğu’da bazı konularda Batı’nın çizdiği sınırların dışına çıkılsa da ilişkilerin süreceğini belirtti:
‘ABD’NİN ULUSLARARASI ALANDA SİYASAL YALNIZLIĞININ YAŞANDIĞI BİR YIL OLDU’
Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ise ABD’nin 2017 yılında uluslararası alanda yalnızlık yaşadığı yorumunu yaparak, Kudüs kararında yalnız kaldığını ve açıklanan güvenlik belgesinde de gösterilen bazı tanımlamaların dünya tarafından ciddiye alınmadığını söyledi:
‘TRUMP DÖNEMİ YENİ GERGİNLİKLERİN OLACAĞI BİR DÖNEM’
ABD’nin 2018 yılında gücünü koruyacak olmasına rağmen dengeleri değiştiren Rusya ve Çin’den dolayı zorlanacağını yorumunu yapan Bağcı, Trump yönetimine karşı neredeyse dünyanın bütün kurum ve kuruluşların tavır aldığını belirtti:
‘TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ ETKİNLİĞİ ZOR BİR DÖNEME GİRECEK’
Ortadoğu’da gelinen sürece değinen Bağcı, bazı kesimlerden destek sürse de Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliğinin zor bir döneme girebileceği yorumunu yaptı:
‘TÜRKİYE ARAP DÜNYASINDAKİ LİDERLİK İDDİASINI BÜYÜK ORANDA KAYBETTİ’
Bağcı, Arap dünyasını yeknesak bir şekilde düşünmenin mümkün olmadığını söyleyerek, Türkiye’nin Arap dünyasındaki liderlik iddiasını büyük oranda kaybettiğini belirtti:
‘TÜRKİYE-SURİYE KOMŞULUK İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE YENİ BİR YAKLAŞIMA GİDİLECEKTİR’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Suriye Devlet Başkanı Esad’a yönelik sözlerinin daha çok iç politikaya yönelik olduğunu düşünen Bağcı, IŞİD’den temizlenen bölgede artık komşuluk ilişkilerinde yeni bir yaklaşıma gidileceği öngörüsünde bulundu:
‘TÜRKİYE, BATI’YA DAHA FAZLA YAKLAŞACAK’
Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerde gerginliğin hâkim olmasının her iki taraf açısından da fayda sağlayan bir durum olmadığını söyleyen Bağcı, Türkiye’nin 2018’de Batı’ya daha fazla yaklaşacağı görüşünde:
“2018'de Türkiye Batı'ya daha fazla yaklaşacak. Nitekim Cumhurbaşkanı'nın uçakta söylediği 'Hepsi benim eski dostlarım' cümlesi doğru bir cümle. Şimdi eski dostlardan yeni dostluğa geçiş süreci başlayacak. Türkiye'nin Avrupa'dan uzaklaşması, Avrupa ile gerginlik içinde olması, her iki taraf açısından da fayda sağlayan bir durum değil. O nedenle 2018'de yeni bir sayfa açılıp yeni bir başlangıç yapılacaktır gibi gözüküyor. Türkiye'nin pozisyonunda bir değişiklik var. Avrupalılar da Türkiye ile müzakere tekniklerinde 'eski Türkiye' ile müzakere etmediklerini görmeye başladılar. Herkes bence 2017 ve öncesinde yaşananlardan dersini almış durumda. 2018 her iki tarafın da birbirleriyle daha rasyonel, daha somut çıkarlara dayalı bir ilişkiye gireceği bir yıl olacak diye düşünüyorum. Çatışma ve gerginlik 2018'de bu anlamda daha az olacaktır.”
‘İRAN VE RUSYA İLE OLAN İŞ BİRLİĞİ YENİ BİR ASKERİ İTTİFAKA GÖTÜRMEZ’
Hüseyin Bağcı son olarak Türkiye’nin Rusya ile imzaladığı S-400 antlaşması neticesinde ortaya çıkan manzarayı ve ilişkilerin boyutunu şöyle değerlendirdi: