ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ettiğini açıklamasından sonra İstanbul'da olağanüstü toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) zirvesinde Kudüs kararı ‘hukuken hükümsüz' ilan edilerek, Doğu Kudüs Filistin'in başkenti olarak tanındı. Zirve sonrası yayımlanan bildiride ABD'ye bu kararını geri çekme çağrısı yapılırken zirveye çoğu Arap ülkesinin lider düzeyinde katılmadığı görüldü. Tüm gelişmeler ışığında bölgedeki olası gelişmeleri, İran ve müttefiklerinin denklemdeki yerlerini bölgeyi yakından takip eden gazeteci-yazar İslam Özkan ile konuştuk:
İslam Özkan, İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesindeki kararların olumlu olduğunu söyledi fakat az sayıda ülkenin liderinin katılım göstermesinden dolayı bu kararların uygulanmasında bazı engellerin mevcut olduğunu söyledi:
"ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs hakkında aldığı karardan sonra Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı'nın toplanması yönünde yaptığı çıkış ve söylemleri İslam Dünyası açısından çok olumlu ve önemli bir adımlardır. Bunun bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu karşılık devletler düzeyinde ne kadar var? İslam Dünyası'ndaki rejimler, siyasi yapılar, krallar, prensler bunu nasıl karşılayacaklar noktasında ciddi handikaplar olduğunu söylemek lazım. Eğer bu zirveden Doğu Kudüs'ün başkent olarak belirlendiği bir Filistin devletini tanıma kararı çıkarsa bu çok ileri bir adım olacaktır ancak bu kararın önünde çok ciddi engellerin olduğunu söylemek lazım. Körfez ülkeleri ve birçok ülke İİT toplantısına liderler düzeyinde katılmadılar. Suudi Arabistan'ın daha önceki katılımlarıyla karşılaştırıldığında bu zirveye Dışişleri Bakanı düzeyinde katılması bu zirveye verdiği 'önemi' gösteriyor ve ayrıca bu durum zirvenin ne kadar başarı olma potansiyeli taşıdığına ilişkin de önemli bir işaret. Dolayısıyla aslında daha ilk anlarından itibaren bu zirvenin hedeflerine ulaşma noktasında çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu söylemek lazım. Liderler düzeyinde katılımın olmaması diğer yandan da çok stratejik kararların alınamayacağının da göstergesiydi. Yani velev ki bildiride Filistin Devleti'nin tanınması şeklinde tavsiye bir karar çıksa dahi zirveye katılan dışişleri bakanları kendi ülkelerine döndüklerinde bunu tekrar gözden geçirecekler ve bir bağlayıcılığı olmadığı için de muhtemelen hayata geçirmeyeceklerdir. Bunun dışında Körfez ülkelerinin gerek Arap Birliği gerek de İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki ağırlıkları bakımından üzerinde özellikle durulması gerekiyor. Çünkü diğer birçok Arap ülkesinin kararlarını etkileyecek olan da Körfez ülkeleridir. Ürdün'ü, Mısır'ı, Umman'ı hatta Fas'ı etkileyebilecek olan Körfez ülkelerinin tavırları toplantının ne kadar başarılı geçip-geçemeyeceğini gösteriyor."
Özkan, Körfez ülkelerinin önceliklerinin hiçbir zaman Filistin olmadığına vurgu yapıp, bu ülkelerin önceliğinin İran'ı etkisizleştirmek olduğunu söyledi ve bu ülkelerin Filistin ile ilgili alınacak her kararın İran'a yarayacağını düşündüklerini dile getirdi:
"Bunun dışında Körfez ülkelerinin önceliği hiçbir zaman Kudüs ve Filistin olmadı, şu anda da değil. Körfez ülkelerinin önceliği şu anda İran'ın yarattığını düşündükleri krizler ve müdahalelerdir. Yani onların öncelikleri İran'ı etkisizleştirmek, kuşatmak ve bu güce karşı bir birlik oluşturmaktır. Dolayısıyla Kudüs konusunda bir karar çıkması, buna destek vermek ve bu noktada samimi adımlar atmak Suudi Arabistan ile Körfez ülkelerinin stratejik öncelikleriyle tamamen çelişiyor. Bu adımların aynı zamanda İran'a hizmet eder nitelikte olduğunu düşünüyorlar. Zaten Hizbullah lideri Nasrallah'ın son konuşmasına da baktığımızda aslında Suudi Arabistan ve bu ülkelere yönelik çok ciddi eleştiriler olmadı. Yani bu 'Direniş Cephesi' mümkün olabildiğince fazla ülkenin ve bölgesel aktörün sürece katılabilmesini, Kudüs ile karar almasını istiyor. Yani kendileri İsrail ile Filistin arasında barış sürecinin herhangi bir sonuç vereceğine inanmadıkları halde en azından geçici olarak taktiksel bir çekilişin dahi bir kıymetinin olacağı Nasrallah söyledi. Buna benzer açıklamalar İranlı yetkililerden de geldi. Dolayısıyla Suudi Arabistan, Filistin ile ilgili her adımın İran'a hizmet edeceğini düşünüyor. Çünkü gündem maddesinin hiçbir zaman Kudüs ya da Filistin olmasını istemiyor. Listenin başında İran olsun ve Türkiye de dahil bütün bölge ülkeleri ile birlikte İran ve müttefiklerinin kuşatılması, etkisizleştirilmesi için güçlü bir mücadelenin ortaya konması Suudi Arabistan tarafından isteniyor. Bu yüzden Filistin ile ilgili atılacak her adımın kendilerini geriletecek bir unsur olarak değerlendiriyorlar."
Trump'ın Kudüs kararının ABD iç politikasında kendisini rahatlatmak için ve dış politikada da İsrail'i barış görüşmelerinde güçlendirmek için alındığını söyleyen Özkan, bu kararın tam tersi bir etki yaratıp ABD'nin pozisyonunu olumsuz etkileyebileceğini düşünüyor:
"Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ne işe yarıyorsa, Filistin Devleti'nin tanınması da aynı işe yarayacaktır. Tabii herkes kendince bir amaç yüklüyor bu kararlara. Trump'ın Kudüs kararının uluslararası ayağı için İsrail'in barış görüşmelerine Filistin karşısında eli daha güçlü bir şekilde oturabilmesi için alındığını söyleyebiliriz. ABD'nin iç dengeleri açısından baktığımızda ise içerde kendi elini güçlendirmek ve siyonist lobiyi arkasına almak için alındı bu karar belki de. Hatta bu daha öncelikli bir husus. Bu ayrı bir şey ama Filistin açısından baktığımızda durum böyle. Şimdi Evanjelik bir mantık hatası var burada. Evanjelik bakış açışıyla dünyayı değerlendiriyorlar ve bu bakış açısı izole bir şekilde kendisine has bir hayal dünyasında yaşıyor. Bu kararın barış sürecinin önünü açacağını düşünüyorlar. Hâlbuki ben Trump'ın bu kararının tam tersi bir etki yaratacağını, barış sürecini ve ABD'nin pozisyonunu ters bir şekilde etkileyeceğini düşünüyorum."
‘TRUMP'IN KARARI ‘DİRENİŞ CEPHESİ'NE SOLUK ALDIRDI'
Bölgede ABD ve müttefiklerinin attığı her adımın İran ile ‘Direniş Cephesi'ne yaradığını söyleyen Özkan'a göre Trump'ın kararı bu ‘cephe'ye ciddi anlamda soluk aldırmış oldu:
"Sosyal medya bölgede atılan bütün adımların İran'a yaradığı yolunda espriler yapılıyor. Suudi Arabistan Yemen'e savaş da açsa, ABD ile yakınlaşsa da, İsrail ile normalleşme adımları atsa da sanki Suudi Arabistan gizliden gizliye İran'a çalışıyormuş gibi komplo teorileri şakayla karışık bir şekilde dillendiriliyor. Ama bu 'şaka'nın gerçek bir boyutu da var. Atılan her adım, alınan her karar İran'a yarıyor. Şu anda Trump'ın aldığı karar hem İran'a hem 'Direniş Cephesi'ne ciddi bir anlamda soluk vermiş oldu. 'Direniş Cephesi'ndeki ülkeler her zaman 'İsrail ile barış yoluyla bir şey elde etmek mümkün değildir, İsrail güçten anlar ve şu ana kadar kim bir şey kazandıysa güçle almıştır' şeklinde geliştirdikleri tezleri var. Meydana gelen gelişmeler 'direniş cephesi'nin bu söylemini doğrular nitelikte gerçekleşiyor."
Özkan, Filistin tarafının bütün süreçlerde en fazla taviz veren taraf olduğu yorumunda bulundu:
"Dolayısıyla Trump'ın bu kararının hiçbir karşılığı yok. İsrail'i güçlendireceğim derken zaten güçsüz olan Filistin tarafını daha da güçsüzleştiriyor. Elindeki bütün kozları alıyor. Yani Filistinlilerden teslim olmaları isteniyor. Filistinliler zaten 1990'lı yılların başından itibaren Oslo ve Madrid görüşmelerinden doğru bakıldığında en fazla taviz veren taraf oldu. Bu görüşmelerin neticesinde Filistinli tarafların hala gerçekleştirilmemiş olan kazanımları var. Oslo Barış Sürecinde Filistin'in 2007-2008 yıllarında İsrail tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması öngörülüyordu ayrıca kontrol noktalarının kaldırılması, Filistinli mülteciler meselesi gibi sorunların hepsinin halledilmesi gerekiyordu. Ama bunların hiçbiri hallolmadı. Mahmud Abbas'ın elinde şu an sadece bir belediye var ve çalışanlarına maaş verebiliyor. Bunun dışında hiçbir yaptırım gerçekleşmedi ve İsrail, bir aktör olarak Filistin'in ve temsilcilerinin ortaya çıkmasına izin vermedi."
Özkan'a göre Trump'ın kararı ters bir etki yaratıp Filistin'in bağımsızlığına giden süreçte tanınma ihtimalini yaygınlaştırabilir ve AB'den gelen açıklamalar da dikkate alındığında ortaya Trump'ın kararına tüm dünyanın karşı çıktığına ilişkin bir resim ortaya çıkıyor:
"Filistin Devleti'nin bağımsızlığının tanınması ve paralel bir biçimde başkenti olarak Doğu Kudüs'ün tanınmasının mutlaka bir karşılığı olacaktır. Hiçbir İslam ülkesi Kudüs'e elçiliğini taşımayacaktır. Zaten AB Dışişleri temsilcisi Mogherini de hiçbir AB ülkesinin elçiliğini taşımayacağını söyledi. İslam İşbirliği Teşkilatından bir Kudüs kararı çıkarsa Avrupa ve dünyanın diğer yerlerinden gelen tepkiler birleştirildiğinde karşımıza bütün dünyanın Trump'ın kararına karşı çıktığına ve reddettiğine dair bir resim ortaya çıkıyor. İkinci bir nokta olarak bu karar ters bir etki yaratıp Filistin'in bağımsızlığına giden süreçte AB de destek verirse bu kez başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti'nin tanınma ihtimali İslam İşbirliği Teşkilatı'ndan çıkacak kararla birlikte giderek yaygınlaşabilir ve bu süreç Filistinlileri barış görüşmelerinde İsrail karşısında daha güçlü hale getirip, İsrail'i zayıflatabilir."
‘FİLİSTİN'E DESTEK DEMEK İRAN'IN BUGÜNE KADAR FİİLİ OLARAK YAPTIĞINI UYGULAMAK OLABİLİR'
Filistin mücadelesine destek minvalinde yapılan açıklamalarla direnişe doğrudan desteğin yapılmasının kastedilebilmiş olabileceğini söyleyen Özkan'a göre İran, silahlı destek dahil, stratejik ve taktik anlamda desteğini bugüne kadar sürdürüyordu:
"Filistin mücadelesine destekle kastedilen Filistin halkının direnişiyse burada doğrudan silahlı mücadeleye destek kastediliyor olabilir. Bu da ancak Türkiye başta olmak üzere bütün İslam ülkelerinin Filistin direnişine doğrudan destek vermeleriyle mümkün olabilir. Bu destek kendi ülkelerinde üs açmaktan tutun da, silahlı mücadeleye yapılacak olan mali katkılar ya da Filistin direnişinin bütün haklı taleplerinin arkasında yer alma şeklinde ortaya çıkabilir. Bir başka ifadeyle aslında bütün İslam dünyası İran'ın fiilen yapmış olduğu ve izlemiş olduğu stratejiye gelmiş olur. İran neler yapıyor? Basra Körfezinden çıkan silah dolu gemiler 2006 Temmuz savaşı sırasında, 2012'de ve ondan önce Gazze savaşlarında sürekli olarak Filistin direnişine silah ulaştırabilmek için neredeyse dünyanın etrafını dolaştı. Bunun dışında Filistin direnişine taktik ve strateji anlamında Kasım Süleymani'den çok ciddi destekler geldi. Orta ve kısa menzilli füzelerle İsrail'i vuracak donanım sağlandı. İsrail'e karşı direnmesini sağlayabilecek araç gereçlerin bizzat Gazze'de imal edilmesi gibi tüm faaliyetleri İran şu ana kadar gerçekleştiriyordu. Bahsedilen açıklamada söz konusu olan şeyler de bunlar olsa gerek."
Türkiye'deki yöneticilerin yaptıkları kimi açıklamalara bakarak Filistin konusunda tutarlı bir stratejinin bulunmadığına dikkat çeken Özkan, Filistin meselesinin Türkiye kamuoyunda etkisinin büyük olduğunu dile getirdi:
"İşte bura dananın kuyruğunun koptuğu yerdir. Maalesef Türkiye'nin söylemleriyle, eylemleri yer yer bir takım çelişkiler ortaya çıkabiliyor. Zaten bu zirveden sonra Türkiye, Mavi Marmara olayından sonra yaptığı gibi bir hamle yaparsa bütünüyle inandırıcılığını yitirir. Türkiye'nin bu noktada Mevlüt Çavuşoğlu'nun yaptığı açıklamayla birlikte şu ana kadar söylediklerini bütünüyle kıymetsiz kılacak şeyler. Bu şu demektir: biz diplomatik ve ticari ilişkilere devam edeceğiz (zaten ticari ilişkilerin ‘maşallahı var', her sene rekor kırıyor). ‘Yaptırımlara karşıyız' ifadesi Türkiye'nin İsrail ve Filistin konusunda tutarlı bir stratejiye de sahip olmadığının göstergesidir. Kafalar karışık, bir taraftan da taban zorluyor, seçimlere yönelik kaygı da var. Yani Filistin meselesinin Türkiye'deki seçimlerde öneminin büyük olduğu, Türkiye halkının Filistin'e nasıl sahip çıktığını bilmemek mümkün değil. O yüzden bu konuda ortaya koyulacak tavrın belki de 2019 seçiminde çok büyük getirisi olacaktır. İnsan ister istemez İslam İşbirliği Teşkilatı'nda alınacak kararların Türkiye'nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sert söyleminin acaba iç politikaya yönelik adımlar olup olmadığını düşünüyor. Biz Türkiye'yi yönetenlerin samimi olduklarına, Filistin'le ilgili yapılan açıklamaların bir karşılığının olduğuna inanmak istiyoruz. Ama yapılan bu açıklamalar iki ihtimali ortaya çıkarıyor. Ya bu açıklamalar bütünüyle iç politika için yapılan manevralardır ve samimiyet anlamında eksiklikler söz konusudur. Ya da aslında Türkiye'nin Filistin konusunda net bir stratejisi yoktur ve tek bildiği şey olarak iki devletli çözümü savunup, barış sürecini desteklemektir. Filistinlileri de düşünce olarak kendine yakın buluyor ama onları nasıl destekleyeceğini, bu destekleme noktasında nasıl bir strateji izleyeceğini tam olarak bilmiyor. Ya da bu iki ihtimalin dışında Türkiye üçüncü bir şık olarak iki tarafı da idare edip pragmatist bir politikayla işin içinden çıkmak istiyor."
‘DİRENİŞ CEPHESİNİN ELİ GÜÇLENDİ'
Özkan, bölgede İran'ın beklenmeyecek derecede etkisinin arttığını, ‘Direniş Cephesi' olarak adlandırılan bloğun elinin güçlendiğine dikkati çekti ve Lübnan'da Hizbullah ile İsrail karşısında başarı elde eden bu bloğun vizyonunun İsrail ile savaş olduğunu söyledi:
"Özellikle İran ile bağlantılı güçlerin gerek Irak'ta gerek Suriye'de IŞİD'in temizlenmesi konusunda başat faktör olarak öne çıkmaları, Kasım Süleymani'nin bu bölgelerdeki savaşı doğrudan yönetmesi sonuç olarak bakıldığında IŞİD'e karşı net bir zaferin kazanıldığı görülüyor. Bu sürecin sonrasında post-IŞİD dönemi dediğimiz, IŞİD sonrasında nihai anlamda genel bazı beklentiler var. İran daha önceki süreçlerle karşılaştırılmayacak kadar güç elde etti Suriye'de. Irak'ta da durum böyle gelişti. Bu gelişmeler ‘Direniş Cephesi'nin elini güçlendirdi. Dolayısıyla bu sürecin varacağı nihai nokta kaçınılmaz olarak çatışma olacaktır şeklinde beklentiler var. Bu beklentiler bölgesel gelişmelerle, ABD'nin ve büyük güçlerin tutumuyla yakından alakalı. Ama İran ve müttefiklerine baktığımızda net bir vizyonlarının olduğunu görüyoruz. Bu vizyonun adı da İsrail'le savaştır. Yani İsrail'e karşı herhangi bir şekilde taviz vermeyen, İsrail ile savaşın bir şekilde olacağını ifade eden bir söylem olduğunu görüyoruz. Bu söylemin hoş bir söylem olmadığını ifade etmek lazım. İran ve onun müttefikleri, yani ‘Direniş Cephesi' bu söylemlerini her seferinde hayata geçirme şansı buldular. Yani Hizbullah'ın 15-20 yıldır İsrail ile mücadelesinden zaferle çıktığını ve İsrail'i kayıtsız şartsız Lübnan'dan çıkardığını görüyoruz. İsrail ilk defa olarak bir Arap toprağından herhangi bir anlaşma olmadan ve şartsız bir şekilde çekilmek zorunda kaldı. Bu büyük bir başarıdır.''
‘GİDİŞAT SAVAŞA DOĞRU'
İslam Özkan, son olarak bölgede konjonktüre ve küresel aktörlerin tutumlarına bağlı olarak gidişatın savaşa doğru gittiğini ekledi:
"Direniş Cephesi dediğimiz cephe aslında geçmişte başarısını ortaya koyarak slogan ve söylemden ibaret olmadığını göstermiş oldu. Dolayısıyla bu gidişatın savaşa doğru gittiğini söylemede herhangi bir beis yok. Bu rahatlıkla söylenebilir ama bunun zamanı ve hangi şartlarda gerçekleşeceği de konjonktür ve küresel aktörlerin tutumları belirleyecek."