İsrail’in Iraklı Kürtlerin bağımsızlık referandumuna dair aldığı tutum, bölgedeki Kürtlerle ilişkileri ve Türkiye’nin pozisyonunu Tel Aviv’de yaşayan Oda tv yazarı Rafael Sadi ile konuştuk.
Rafael Sadi’ye göre İsrail hükümetinin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki bağımsızlık referandumunu desteklemesinin arkasında bölgede daha ılımlı bir ortak arayışı yatıyor. Bunun doğru bir karar olduğu görüşünü taşıyan Sadi, İsrail ile Iraklı Kürtler arasındaki tarihi ve ekonomik bağlara dikkat çekti:
“Irak Kürtleri tarihsel bağlar nedeniyle de İsrail’in dostu olabilecek potansiyel ülkelerden biridir. Hem aşırı İslam yok, hem daha demokratik kuralları olmasının ihtimali var hem de İsrail’e sempati ile bakan bir ülke. Böyle bir oluşumun Irak’ta belki İran ve Suriye’de olacak olan –dikkat edilirse burada Türkiye demedim- bir Kürt oluşumunda, İsrail’in desteğinin olmaması yanlış olurdu. İsrail’in Adalet Bakanı Ayelet Şaked de geçtiğimiz günlerde bu konuda İsrail’in menfaatleri olduğunu belirtti. Elbette devletlerarası ilişkiler menfaatlerle ölçülür ve İsrail’in bu menfaat beklentisi böyle bir Kürt oluşumunun desteklenmesinde önemli rol oynuyor. Bu destek şu anda sözlü olarak veriliyor, henüz fiili bir destek söz konusu değil.”
Sadi diğer yandan İsrail’in Irak Kürtleriyle enerji ilişkilerine de değinirken, Türkiye’nin de bu ticarette rolü bulunmasının altını şu sözlerle çizdi:
“İsrail aynı zamanda Kürt petrolünü İsrail’e şu veya bu yollardan, özellikle Türkiye üzerinden ithal ediyor. Bu işte hem çok paralar dönüyor hem de belki İran’a karşı tampon bölge oluşturulmak isteniyor. İsrail bu sebeple de bu desteğini şu anda sözlü olarak beyan ediyor ve beyan etmekten de çekinmiyor. Bunda yanlış bir şey yok çünkü Türkiye de aynı desteği veriyor. Eğer Kürdistan bayrağı Ankara veya başka bir şehirde göndere çekilebiliyorsa, İsrail’in böyle bir destek vermesinden niye Türkler rahatsız olsun?”
Türkiye’deki tartışmalar sırasında sıkça argüman olarak konulan ‘Barzani ailesinin Yahudi asıllı olduğu’ iddialarına da değinen Sadi, İsrail ile Kürtler arasında 1960’larda gelişen ilişkilere atıf yaparak bilgileri verdi:
“Türk basınında ‘Barzani ailesi Yahudidir’ veya ‘Yahudiler Kürttür’ gibi palavralar yazılıyor. Barzani kelimesinin anlamına bakılırsa, Barzan Erbil’e yakın bir köyün adıdır. Nasıl ki Türkçe'de İstanbul’da yaşayan İstanbullu ise, Arapçada da Barzani demek, Barzanlı demektir. Barzan köyünde hem Kürt Yahudileri yaşıyordu, hem Müslüman Kürtler yaşıyordu. Kim orada yaşıyorsa ve oralıysa onlara Barzani denir. Orada hem Yahudiler Barzani soyadını aldılar, hem de Molla Mustafa Barzani’nin sülalesi de aynı soyadını aldı. Aynı soyad alınınca, birileri buna takıldı ve bu iddiaları ortaya attılar. Aynı köylü Kürt Yahudileri ile Müslüman Kürtler 1960’lı yıllarda Irak yönetimince katledilmeye başlandığında ve böyle bir tehlike arz ettiğinde, Molla Mustafa Barzani İsrail’e göç etmiş olan bazı köylülerine bir mektup yazarak bir yardım talep etti. Onlar da bu yardım talebini İsrail gizli servisi ve Dışişleri Bakanlığı’na ileterek bu ilişkiyi kurdular ve kendilerini savunmaları için silah dâhil olmak üzere birçok malzeme ve hatta eğitim verdiler. Bu hafta Odatv’de yayınladığım resimlerde de bu eğitimlerin ve bazı silahların resmi var. Moşe Dayan bile Molla Mustafa Barzani’nin oğlu İdris Barzani ile de buluştu.”
‘İLİŞKİLER TÜRKİYE’NİN DEVREYE GİRMESİYLE SONA ERDİ’
Rafael Sadi İsrail yönetimi ile Barzanilerin ilişkilerinin 1960-1970’lerde gerçekleştiği ve devam ettiğini belirtirken, bunun Türkiye tarafından unutulmadığını vurguladı. Sadi, ilişkilerin Türkiye’nin devreye girmesiyle 1970’lerin ortalarında sona erdiğini söyledi:
“Bunu İsrail de unutmuyor ancak bu ilişkiler İsrail ile Türkiye ilişkilerinin devreye girmesi ile nihayete vardı 70’li senelerin ortasında. Çünkü Türk hükümetlerinin İsrail’i Kürtler ile bu türlü ilişki içerisinde olmasından endişe duydu. Bu sebeple İsrail istihbarat birimlerine, ‘Türkiye ile iyi ilişkiler içerisinde olmak istiyorsanız, Kürtlerden uzak durun’ tavsiyesinde bulundular.”
Rafael Sadi’ye göre bu tartışmaların yeni baştan gündeme getirilmesinin arkasında ise Türkiye’deki hükümetin Hamas’a desteği etkili oldu:
“Bunun (İsrail ile Kürtler arasındaki ilişkiler) neden şimdi geri geldiğine bakarsak, ortada iyi okunması gereken bir konu var. ‘Eğer AKP hükümeti ve Sayın Erdoğan Hamas terör örgütüne ‘Kardeşim’ derse, biz de İsrail siyaseti içerisinde ‘PKK bir terör örgütü değildir’ diyen bir eski general buluruz’ denilmesi. Bu eski generalin açıklamasından sonra Netanyahu ‘PKK bir terör örgütüdür’ dedi, çevir kazı yanmasın cinsinden ortalığı düzeltti. Bu daha devam edecektir ve bir misillemedir. Dış politikanın ayağa düşmesinin bir çeşididir. ‘Eğer Türkiye bu üslubu kullanıyorsa, biz de kullanırız’ diyen bir İsrail politikasıdır ve belki de geç kalınmış bir politikadır çünkü İsrail yıllardır kendisine hakaret edilen, ‘terör devletidir, kan içicidir, bebek katilidir’ diyen Türk siyasetine hiçbir cevap vermemişti. Şimdi ufak ufak ucundan değdirmeye başlıyorlar. Belki doğru yapıyorlar, belki yapmadılar ama bu eninde sonunda bir siyasi oyundur ve bunda sıkınılacak, çekinilecek bir şey yok.
‘O KADAR ÇOK BÜYÜK PARALAR DÖNÜYOR Kİ…’
Sadi, siyasetteki yüksek gerilim zamanlarında bile Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin ise gerilemek bir yana patlamış olmasına da şu sözlerle atıf yaptı: “Bu işin ticaretine baktığımız zaman, ‘one minute’ olduğu anda iki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 2 milyar dolardı. Şu anda 6 milyar doları geçti ve 10 milyar dolara doğru koşuyoruz. ‘One minute’, Kürtler, PKK hepsi bir tarafa, herkes ekmek parası peşinde ve o arada çok büyük paralar dönüyor, dönecektir de. Değişen bir şey yok ve herkes dere yatağında yolunu bulacaktır.
Son dönemde İsrail’in Körfez bölgesindeki Vahhabi-Selefi monarşilerle, bunların öteden beri radikal İslamcılığa verdikleri desteğe rağmen ilişkilerinin gelişmesinin bir çelişki olup olmadığı sorulduğunda, Sadi yine para ilişkilerinin önemine atıf yaptı. Sadi, Körfez monarşilerinin Hamas’a desteği İsrail’de rahatsız edici bulunsa da iyi ilişkiler geliştirilmesinin de güvenliği sağlamakta önemine dikkat çekti:
“İdeolojinin tek bir alamı var ve o da paradır. Bu işlerde çok fazla para var ve herkes nasıl bu işlerden pay alabileceğinin peşinde. İsrail Körfez ülkelerinde para olduğunu çok iyi biliyor ve Yahudiler paranın kokusunu çok iyi alır. Üstelik Katar, Umman, Suudi Arabistan gibi ülkelerin her biri ile İsrail çok eski ve son birkaç yıllık Suriye savaşı ile hiç alakası olmayan, çok derin bir ilişkisi var. Bir sıkıntı olduğu zaman birbirilerine destek verirler, gerçek ihtiyaç ortaya çıktığı zaman da birbirleri yalnız bırakmazlar. Bu coğrafya içerisinde her ne kadar Sayın Davutoğlu ya da Sayın Cumhurbaşkanı İsrail’in sürekli yalnızlaştığını söylese de Katar, Suudi Arabistan ve İsrail çok iyi ilişkiler içerisindedir ve her geçen gün dünya üzerindeki ülkelerle ilişkilerini geliştirmektedir. Ne kadar yalnızlaştırılmaya çalışılırsa da, dümen dönmeye devam ediyor ve herkes çarkı döndürme peşinde. Hamas’a Körfez ülkelerinin desteği İsrail’i elbette rahatsız ediyor ama zaten bu iyi ilişkilerin kurulmasını arkasında bu rahatsızlığı giderici bir ilaçtır bu. Eğer İsrail Suudi, Arabistan ile Vahhabi-Selefi ya da Müslüman Kardeşler ile iyi ilişkiler içinde olursa, tehlike artmaz azalır. Silahlı çatışmaya giden bir tehlike olursa, İsrail zaten onun da icabına bakacak güçtedir ama bunu diplomatik çerçevede aza indirebilirse, sıfıra çekebilirse bu en doğrusu olur.”
Diğer yandan Sadi, Suriye ve Irak’ta kurulması olası bir Kürt oluşumunun Akdeniz’e ulaşarak bir petrol koridoru açmayı hedeflediği görüşünde. Ancak Sadi, böylesi bir oluşumun Türkiye’den toprak istemek gibi bir duruma girmesini bir Türk olarak sıkıntılı bulduğunu belirtirken, “Bence bunu isteyebilecek kadar salak bir Kürt oluşumu olmayacaktır. Bu bir salaklıktır ve Türkiye ile kimse savaşa girmemelidir çünkü zararlı çıkarlar” vurgusu yaptı. Sadi, şöyle konuştu:
“Birici etapta Suriye’nin kuzeyindeki yani Rojava’da bir Kürt Cumhuriyeti veya oluşumu gerçekleşecek. Bu oluşumun sebebi, Suriye’den Akdeniz’e çıkış sağlamasıdır. Bu her halükarda gerçekleştirilmeye çalışılıyor ve Türkiye’nin çıkarlarına uymuyor çünkü bu durumda petrolün kontrolü elinden kaçacak. Gerek Irak Kürdistanı’nın, gerek Suriye Kürdistanı’nın petrolü bu açılmaya çalışılan koridordan geçecek ve Hatay ile Yumurtalık tesislerini atıl duruma düşürecek. Petrol buradan geçerse, bu Kürt oluşumunun bağımsızlığını daha da kuvvetlendirir. Elbette İran Kürtlerinin bağımsız olması, böyle bir oluşuma girmesi biraz daha sıkıntılı çünkü İran bu konuya çok daha sert tepkiler verebilecek bir ülkedir ve bu gücü vardır. Suriye güçsüzdür, Irak bir Kürt Devleti’nin oluşumunu neredeyse gerçekleştirmiştir. Referandumun olup olmaması, Bağdat’ın maaşları kesme ihtimali bunların hepsi çözülebilecek sorunlar çünkü Kürtlerin elinde para getiren bir petrol var. Irak hükümetinin Erbil’e maaş vermemesi büyük sıkıntılar yaratmayacaktır. Eğer bu süreç sonunda bu ikisi birleşip veyahut biraz güçlenirlerse, Türkiye’den de toprak isterler mi? Bir Türk olarak benim de sıkıntım bu. Bence bunu isteyebilecek kadar salak bir Kürt oluşumu olmayacaktır. Bu bir salaklıktır ve Türkiye ile kimse savaşa girmemelidir çünkü zararlı çıkar. Bu bir tehdit değildir ama bugüne kadar edindiğimiz bilgilere ve öğrendiklerimize göre Türkiye bir karış dahi toprak vermez. Bunu istemek de Kürtler açısından yanlış olur. Kürtlerin de özellikle böyle oluşumlar, kuruluşlar içindeyken Türkiye ile savaşma arzuları olduğundan da emin değilim ve düşünmüyorum. Öte yandan 50 sene sonra bunu talep edebilirler. 50 sene sonra ‘Diyarbakır bölgesinde bir federasyon kuralım’ diyebilirler.”
‘TÜRKİYE ERBİL İLE İYİ İLİŞKİ KURUYORSA, İSRAİL DE KURABİLİR’
Türkiye’nin IKBY ile olan ilişkisinin gayet yolunda olduğuna da dikkat çeken Sadi, İsrail’in de IKBY ile bu yönde ilişkiler kurmasının çok normal olduğunu belirtti. Türkiye’nin agresif dış politikası sebebiyle çevresindeki bütün ülkelerle sorun yaşadığına dikkat çeken Sadi, şu ifadeleri kullandı:
“Erbil havalananını Türkiye inşa etti. Türkiye’nin Erbil hükümeti ile işbirliği yapması, Barzani’yi general kıyafeti ile Türkiye’de kabul etmesi mümkünken, İsrail niye onlara destek vermekten geri kalsın? Türkiye’ye mubah olan şey İsrail’e neden yasak olsun? Böyle bir ikilem olamaz. Büyüdüğüm Kasımpaşa’da ‘Bu çamurları bu seller, kumlar getirdi’ diye bir laf vardır. Yani kumların üzerine su dökersen de çamur olur. Elbette Türkiye’nin izlediği dış politika belirsiz ve kızgın siyaseti netice olarak Türkiye’yi herkesin kavgalı olduğu bir ülke haline getirdi. Önüne gelene ‘Ey bilmem ne’ diyerek, herkesi cesaretlendiriyor. Belki İsrail de ‘Ey Türkiye’ deme saatinin geldiğini hissetmiştir. Biz şimdiye kadar ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ideolojisi ile büyüdük. Millete kafa tutmaya, sopa göstermeye alışkın olmayan bir nesilden geldik ama şu anda Türkiye’nin durumu bu. Herkesle kavga ediyoruz ve bu komşularla sıfır ilişki politikası haline geldi.”