Mehmet Ali Güller'e göre, AK Parti'nin 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu kapsamında aldığı tutum, ABD'nin kullandığı bir davaya dönüştü. "ABD AKP hükümetini sıkıştırmak içi, bu siyasi davayı kullanıyor" diyen Güller, "Elbette bu yolsuzluğun olmadığı anlamına gelmiyor" diye ekleyerek şu değerlendirmeleri yaptı:
"Bu iki konuyu ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Nitekim bu konu Türkiye'de de gündeme geldiğinde de iki düzlemde incelenmesi gerektiğini söylüyorduk; o dönem Fethullahçı polisler ve yargı tarafından kullanılan bir silah olduğu ortadaydı ama yolsuzluk olmadığı anlamına gelmiyordu. Türkiye bunu o dönemde iki ayrı düzlemde değerlendiremedi. Yarı yarıya bölünmüş, kutuplaşmış Türkiye o zaman da böyleydi ve bu duruma ‘FETÖ operasyonu' diyerek kapatanlar olduğu gibi, sadece işin yolsuzluk boyutuyla değerlendirip, yetersiz kalan bir muhalefet anlayışı vardı. Bu yolsuzluk dosyası Türkiye'nin devam ettiremediği bir dava oldu ve sonrasında ABD'nin eline geçti. O saatten bu saate kadar da bir siyasi dava, bir kırbaç olarak maalesef kullanılıyor. Bir yandan Amerikan mahkemelerinden medet uman bir anlayış da doğru değil ama bir yandan da Amerika bu dosyayı kullanıyor diye yolsuzlukları örtmek, olmadığını varsaymak hatta bunu bir milli birlik havasına getirmek doğru değil."
Asıl sorunun İran'a yönelik yaptırımların delinmesinden ziyade alınan komisyonlar olduğuna dikkat çeken Güller'e göre, bu dava Türkiye'nin değil AKP'nin sorunu:
"Türkiye bir yandan komşusu İran'a yönelik yaptırımları delmiş oluyor, bu emperyalist baskıya karşı komşusuna yardım etmiş oluyor. Buraya kadar Tahran açısından da, diğer anlamda da sorun yok fakat sorun bundan sonra başlıyor. Bu yardım esnasında, aradaki aracıların aldığı komisyonlar, komisyon olmaktan öteye geçip başka bir noktaya geldiğinde, başka bir deyimle İran'ın para arabaları Gürcistan sınırı üzerinden çıkarken kaybolmaya başladığında, işin içerisine başka sorunlar giriyor. Böyle olduğu içindir ki, bu komisyoncular yaptırımlarla karşılaştı. Bunların Türkiye ayağında Sarraf vardı ve onun İran ayağındaki patronu olan Zencani'yi de Tahran tutukladı ve idama mahkûm etmiş durumda. Mesele sadece yaptırımı delmek olsaydı zaten, ne Sarraf ne de Zencani konusunda bir sorun Tahran açısından da gündeme gelmezdi. Tahran'ın bile Zencani'yi tutuklayıp, idamla yargılamış olması işin içinde yaptırımları delmekten öteye giden ve parasının ortadan kaybolduğu bir sürece işaret ediyor. Nitekim Tahran da Zencani'nin idamının iptal kararını, biraz da Sarraf'ın paraları iade edebilmesi şartına bağlamıştı. Dolayısıyla, bu gelişmeleri AKP'nin şu anda sunmaya çalıştığı gibi ‘Aman efendim biz komşumuza yardım ediyoruz, ABD bu nedenle yapıyor' diye açıklamak doğru değil çünkü Tahran açısından da mesele bir yaptırımı delmek değil, bunun da ötesinde paranın iç edilmesi meselesidir."
AK Parti hükümetinin ilişkileri ve karşılaştığı yolsuzluk dosyalarında hukuki ve tam bir yargılama yapılmadığı için bu sorunun uluslararası alanda koz haline geldiğine işaret eden Güller'e göre hükümet, bu sorunu Türkiye'nin meselesi gibi göstererek, suçu tüm ülkenin sahiplenmesini isitiyor:
"Türkiye'nin konu ile alakalı değişik tutumların sebebi şu; ortada bir suç var ve suç olduğu için de, dört bakan görevden el çektirilmişti. ‘Eğer yolsuzluk yoksa niye AKP bakanlarına sahip çıkmadı' sorusu gündeme geliyor. O dönemde liste yapıldığı gibi bir yolsuzluk vardı ki, o dönemde AKP dört bakanını feda etmek zorunda kalmıştı. Bu konunun, ‘Bizimle ilgisi yoktan, bu bir Türkiye meselesidir'e gelmiş olması suçu genelleştirmeye, suçu tüm Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 milyon vatandaşına genelleştirme çabasıdır. Fakat bu bizim ya da Türkiye'nin suçu değil, bu AKP'nin suçudur. AKP Hükümeti'ne yönelik bir davayı, Türkiye'ye yönelik bir dava olarak zaten kabul etmiyoruz. O dönemde olan biten ‘saat' ile sembolleştiği için saat örneğinden gidersek, o saati 80 milyonluk yurttaş takmıyor, o saati Zafer Çağlayan takıyor. Dolayısıyla, bu konu AKP hükümetinin, bu yolsuzluğa bulaşan Bakanların sorunudur. Erdoğan'ın bunu Türkiye'ye genelleştirerek, meselenin üstünü Vatan-Millet-Sakarya havasında götürmeye çalışması, bu gerçeği değiştirmeyecektir."
ABD ve Almanya'nın Türkiye'nin dış politikada izlediği yol ve yöntemler sebebiyle Türkiye'ye karşı kozlar biriktirdiğini ifade eden Güller, şu değerlendirmelerde bulundu:
"En başından beri söylediğimiz gibi, Sarraf davası siyasi bir davaydı. Dolayısıyla Türkiye'ye yönelik bir şantaj davasıydı. ABD şu anda Sarraf dosyasını elinde tutuyor, AKP hükümeti ile ilgili bazı anlaşmazlıklar sebebiyle Türkiye ile ilgili birtakım sıkıntılarından dolayı bu dosyayı bir kırbaç gibi kullanıyor ve genişletiyor. Bu sıkıntıların benzerini Almanya ile de yaşıyoruz. Almanya ile de ‘MİT casusluk davası' var ama o tek başına bir dosya değil. Şu anda Mehmet Fatih S. duruşması yapıldı, ortada bazı itiraflar da var ama bunun dışında Muhammet Talha Gergerlioğlu davası vardı. Kendisi Erdoğan'ın danışmanıydı ve MİT casusluk davası nedeniyle 11 ay tutuklu kaldı. Erdoğan'ın danışmanı olan bu kişi aynı zamanda Halk Bankası icra Kurulu üyesiydi. Burada dikkat edilirse; her konu Halk Bankası'nda bağlanıyor. Almanya'nın elindeki bir diğer dosya, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği adlı kuruluşun içerisindeki 20 imamın casuslukla suçlanması meselesiydi ve bu konuda da bir soruşturma vardı. Keza, uzun bir süredir İsviçre hesapları meselesi Almanya'nın elinde bir dosya olarak duruyor. Almanya'nın eskiden beri elinde olan ve henüz kapatmadığı Deniz Feneri dosyası var. Almanya ile yaşanan bu meseleyi biz başka ülkelerle de yaşıyoruz."
‘RUSYA'NIN TÜRKİYE-IŞİD DOSYASI'
"Bu dosyaların içinde en önemlisi IŞİD dosyasıydı ve Rusya'da bu dosyalardan iki tane var. Rusya bu iki adet IŞİD dosyasını 2015 ve 2016 yıllarında BM'ye verdi. 2015 yılı Kasım ayında verilen dosya, Türkiye'nin IŞİD'in petrolünü alıp bunu çeşitli ülkelere satarak, bundan para kazandığı şeklindeki bir iddiaydı. Bunu uydu görüntüleriyle dosya haline getirip, BM'ye sunmuştu. İkinci dosya daha ciddi bir suçlamaydı ve 2016 Nisan ayında BM'ye sunulmuştu. Bu dosyanın esasında da; Türkiye ile IŞİD arasında bu sefer petrol yerine bir silah ilişkisiyle ilgiliydi. Dört başlığı vardı dosyanın ve bu başlıklardan biri, Kasım 2016-Ocak 2016 tarihleri arasındaki kısa sürede IŞİD'e satılan silah ve ekipman sevkiyatının bir listesiydi. Diğer yandan bu sevkiyatta kullanılan araçlar ve örgütler bir başka başlıktı. Bu ilişkideki rolü üçüncü başlıktı ve dördüncü başlık da en kritiğiydi. Bu başlıkta da Türkiye'den bu örgütlere yönelik kimyasal madde sevkiyatı yapıldığına dair başlıktı. Diğer dört maddeli ikinci IŞİD dosyası da Moskova tarafından 2016 Nisan ayında BM'ye sunulmuştu. Türkiye ile Rusya normalleşmesi de, hemen bu son dosyanın ardından gelmişti. Türkiye ile normalleşme sürecinin başlaması bir süre bu dosyanı rafta kalmasını sağlamış oldu ama maalesef o dosya hala BM'nin bünyesinde ve sıkıntılı bir durumda yeniden gündeme gelmeyeceğinin garantisi yok."
‘TÜRKİYE'NİN SURİYE TUTUMU DEĞİŞTİ'
AKP iktidarının yaptığı kirli ortaklıklar yüzünden yaşadığı sıkıntıları milli mesele gibi göstererek çözmeye çalıştığına dikkat çeken Güller, AKP destekçilerinin bu açmazın farkına varması gerektiğini ve sorunun çözümünün de AKP ile mücadeleden geçtiğini vurguladı:
"FETÖ meselesini burada örnek verebiliriz. Bu meseleye ‘Kandırıldık' diyerek, FETÖ'nün çaycısına kadar operasyon yapıp, siyasi ayağını gizlemek ve gizleyerek büyütmek meseleyi çözmüyor. Diğer konularda da benzer bir durum var. Dolayısıyla, iş burada muhalefete düşüyor. Türkiye'nin bu yolsuzluk davalarıyla ya da başka davalarla toplam mücadele edebilmesinin yolu, öncelikle AKP hükümeti ile mücadele etmesinden geçiyor. Türkiye, AKP hükümetinden kurtulamadığı sürece, bu dosyalar Türkiye'ye karşı açık şantaj halinde kullanılmaya devam edecektir. AKP 15 yıllık ilişkileriyle, 2002 yılında henüz seçimle işbaşı yaptığı andan itibaren, Wolfowitz'e yazdığı açık mektuplarla başlayan ilişki tarzı, BOP eş başkanlığı yürütüyor olması, açılımları, kirli ortaklıkları, dış politikada Körfez ülkeleriyle Ortadoğu'yu dizayn etmeye kalkması, buralarda yaptığı işbirlikleri, Suriye Devleti'nin terörist ilan ettiği örgütlerle işbirliği yapmış olması, bunların bir dönem suç olmadığı sanılarak gururla yürütülüyor olması büyük dertler açmaya devam edecek. Türkiye bu şantaja açık dosyalardan ancak AKP hükümeti ile hesaplaşarak kurtulabilir. AKP tabanının da bu durumu görmesi gerekiyor. Alnı secdeye varma meselesi üzerinden yürütülmüş bütün ilişkiler, hem AKP'nin devlet bürokrasisine çeşitli tarikatları sokarkenki bakış açısı ya da taban açısından AKP hükümetine böyle bakarak sürekli oy verme anlayışı Türkiye'yi ciddi bir açmaza doğru götürüyor. AKP tabanının da bu dosyayı ve şantajı kendilerine yakıştıramayıp, AKP hükümeti ile hesaplaşmaya götürmesi gerekiyor."
Türkiye'nin ikircikli tavrının başka sorunlara yol açtığına dikkat çeken Güller, Irak'taki Kürt devletine karşı çıkmayıp, Suriye'dekine karşı çıkmanın tutarlı olmadığını belirtti. Türkiye'nin bölgedeki çıkarları için Suriye Devlet Başkanı Esad ile anlaşması gerektiğine vurgu yapan Güller, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Basra'dan doğu Akdeniz'e uzanan bir koridor eğer ABD açısından bir hedefse, Türkiye'nin bu koridorun ayaklarından birini es geçip, diğerine itiraz etmesi stratejik bir konumlanma değil. Irak'ın kuzeyindeki yapıyı hoş görüp, onun bağımsızlığa evrilmesine çok da itiraz etmeyip, Suriye'nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan aynı projenin ikinci ayağına itiraz ediyor olmak birbiriyle çelişen durumlardır. AKP bunu iç politikasındaki bazı nedenlerden dolayı yürütmeye çalışıyor ama buradan hayırlı bir sonuç çıkmaz. Zaten Mayıs ayında beri üzerinde uzlaşılan dört çatışmasızlık bölgesinden üçü netleşmişken, birinin netleşememesinin nedeni de bu. Mayıs ayından beri İdlib çatışmasızlık bölgesi konusundaki teknik meseleler çözülemedi. Hala Lavrov bugün ‘Suriye'nin meşru gördüğü Rusya ve İran kuvvetleri dışında Suriye'deki bütün kuvvetler gayrimeşrudur' dedi. Bunu bugün, yani Afrin operasyonunun dillendirilmeye başlandığı dönemde söyledi.