‘FİİLİ BİR KUZEY SURİYE TANIMI SÖZ KONUSU’
“Suriye meselesinde, Rusya’nın inisiyatif sahibi olduğu, gücü öncelikli olarak ele geçirdiği dikkate alındığında, ABD de bu yeni döneme hazırlanıyor. Bizi nasıl Kuzey Irak’a yıllardır nasıl alıştırdılar ve ülkenin henüz realitede olmasa bile fiilen yani de facto olarak zihinlerde bölünmesi gerçekleştirildi ve şimdi sıra Suriye’ye geldi maalesef. Bir ‘Kuzey Suriye’ tanımı söz konusu artık. Ülkelerin o anlamda bölünmüşlüğü zihinlerimize nakşediliyor. Başından beri Türkiye’nin dış politikası çok yanlış olduğu için, hem sahadaki müttefikler bağlamında Özgür Suriye Ordusu denen, yüzde 70’i radikal, şeriatçı unsurlardan oluşan ve bizimkilerin abarttığının aksine ciddi bir savaş kabiliyeti de olmayan kadroları kastediyorum. Dahası, sahadaki stratejik hedefi de, siyasal müttefikleri de yanlış olan o politika, şimdi geldi duvara dayandı ve de Türkiye adeta iki büyük güç arasında sıkışmış durumda.”
‘ABD’NİN SURİYE-TÜRKİYE SINIRINDAN BİHABER OLMASI İMKÂNSIZ’
“ABD Başkanı’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi McGurk bir taraftan Türkiye’yi çok sert sözlerle eleştiriyor, bir taraftan PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD-YPG ile görüşüyor, ağırlanıp uğurlanıyor öbür taraftan da Türkiye’ye geldiğinde son derece rahat bir şekilde Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüşebiliyor. McGurk, geniş planda CIA, Pentagon, teknolojik cihazları ve bütün bu imkânlar ile sınırda ne olup bittiğini bilmemesi imkânsız. Türkiye’nin uzunca bir dönem Esad karşıtı her kim varsa, onların mezhebine meşrebine, ideolojisine uymayan her kim varsa, onu desteklemiş olan Türkiye’nin Suriye sınırında neler olup bittiğini bilmemesi mümkün değil. ABD elbette Irak’a daha fazla yığınak yapacak ve Suriye’de ulusların inisiyatifini önemli bir bölgesel aktör olan İran’ın inisiyatifini istemeye istemeye kabullendiği için orada Kürtler üzerine daha fazla yüklenecek. Son olarak CIA’nın eğit-donat programını bitirmesi, artık radikal unsurların arkasında ABD’nin olmayacağını açıklaması ama buna rağmen PYD-YPG’ye verilmekte olan desteğin arttırılarak sürdürülmesi, önümüzdeki süreçte bizi Kuzey Irak’tan sonra bir Kuzey Suriye meselesinin daha yakıcı olarak ilgilendireceğinin de işaretidir.”
‘TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI BAŞINDAN BERİ YANLIŞTI’
“Suriye meselesi bir iç siyaset malzemesine dönüştürüldüğü için, Türkiye Cumhuriyetin kırıntı düzeyinde kalmış, elde avuçta ne varsa dış politika birikimleri de dâhil olmak üzere bütün birikimlerini elinin tersiyle reddeden bir alanda ilerlediği için, Türkiye bu işin başından beri en fazla kaybedenidir. Türkiye maalesef yanında yöresinde olanlardan uzunca zamandır ders almayan bir hafızaya sahip. Oysa 1990’da Birinci Körfez Krizi’nde Irak, 2003’te Irak’ın işgali ve devamında 2014’te IŞİD’in Musul baskınından ders çıkarılsaydı, Irak’ta yaşananların birebir Suriye’de de yaşanacağını öngörmek için stratejik derinlik sahibi olmaya gerek yok. Türkiye bunu da göremedi. Öte yandan çok iyi bilindiği gibi savaşların ilk kaybedeni gerçeklerdir. Amerikan emperyalizmi bizim zekâmızla alay etmeyi çok sevdiği için, koca koca gerçekleri bizim gözümüzün önünden kaçırmaya çalışıyor. Bu kadar büyük bir emperyalist gücün takım çantası her zaman çeşitli araçlardan oluşur. Radikal İslamcı, selefi, vahabi örgütlerin tamamının arkasında bugün Suriye’de dün Irak’ta, yıllar evvel Soğuk Savaş döneminde Afganistan’da ABD vardır. Taliban’ın, El-Kaide’nin, IŞİD’in en büyük destekçisi ABD’dir.”
‘ESAD KENDİ HALKIYLA BİRLİKTE BUGÜNE KADAR DİRENDİ’
“Sanki Türkiye onların bilgisi olmaksızın, ABD’den olur ve destek almaksızın, terör örgütlerine bir zamanlar sınırlarını açmış gibi bir görüntü var ortada fakat bu mümkün değil. Elbette Türkiye’deki iktidar bloğu uzunca bir süre PYD-YPG’yi hırpalayacağına, zayıf düşüreceğine inandığı için El-Nusra, ÖSO gibi örgütlere ılıman baktı. Burada da artık geldi, duvara tosladı. Dahası, hiç uzağa gitmeden yine iç siyasette kullanıldığı günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin Musul’daki Başkonsolosluğu basıldığında, günlerce IŞİD’e bir terör örgütü demekten imtina eden, kaçınan onun yerine ‘asabi çocuklar’ diyerek olayı geçiştirmeye çabalayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi temsilciği olan bir diplomatik misyonu silahla basıldıktan sonra ‘bizim oradaki diplomatlarımızı rehin aldılar’ değil de ‘bizim oradaki diplomatlarımıza ev sahipliği yapıyorlar’ diyenler elbette bu siyasal blok idi. Birbirinin tamamlayanı olan iç siyasette ve dış siyasette bu kadar çok hata yapıldıktan sonra, elbette bir emperyalist devlet buradan kendince usturuplu bir şekilde çekilir ve bunu bölgesel ve konu bazlı geçici çözüm ortağı olan devletin kucağında bırakarak çekilir. Şimdi ABD’nin yapmaya çalıştığı da budur. Hep şu yalana dikkat çektik; eğer Beşar Esad hatta daha geniş düzlemde BAAS Rejimi, içeride çok önemli dinamiklere dayanmasaydı, bu kadar yıpratıcı bir emperyalist saldırıya ve onun bölgesel müttefikleri olan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’a karşı bu kadar uzun süre direnemezdi. Bizde stratejik derinlik denilen bu kaynaktan beslenen içerideki cahiller zannediyorlardı ki Esad yalnızca bir mezhepsel azınlığa yani Alevilere dayanıyor. Ülkemizde cehaletin en örgütlü ve kurumsal olduğu yerler düşünce kuruluşları, üniversiteler ve medyadır ve buralarda da yanı görüş dillendiriliyordu. Esad orada Sünnilere, ticaret burjuvazisine, gayri müslimlere, iyi kötü var olan laik, aydınlanmacı kesimlere ve var olduğu kadarıyla emekçilere de dayandı. Bu cahillerin öne sürdükleri gibi sadece BAAS teşkilatına, ordudaki ve polisteki istihbarat örgütlerine, Alevi ve Nusayrilere dayanmadı. Eğer sadece onlara dayansaydı, emperyalizme karşı bu kadar acımasız, eli kanlı, vahşi terör örgütlerine karşı ve emperyalizmin bölgedeki müttefiklerine karşı direnmesi mümkün olmazdı. Suriye’de kimyasal silahları da zaten o emperyalist güçler kullandılar. Esad sadece Rusya, İran ve sahada etkili, cevval bir örgüt olan Hizbullah ile değil, Esad öncelikle kendi halkıyla direndi ve kazandı.”
‘BAĞIMSIZ POLİTİKA İZLEMEYE ÇALIŞAN ALMANYA’DA TÜRK DİASPORASI ÇOK GÜÇLÜ’
Almanya’nın son on yıldır gerileyen ABD hegemonyasına paralel olarak bağımsız bir politika izlemeye çalıştığını ve bir arayış içerisinde olduğunu ifade eden Doster, Türkiye-Almanya ilişkilerini köklü bir geçmişi olduğunu belirtti ve Almanya’daki köklü Türk diasporasına dikkat çekti:
“Almanya’nın o manada bir iktisadi güç, teknolojik güç ve büyük bir endüstriyel güç olduğu oranda bir siyasi ve askeri güç olmadığı hepimiz biliyoruz. Fakat Avrupa Birliği demek Almanya demek olduğu için, Almanya’nın göreli bağımsız araçlarını da anlayışla karşılamak lazım. Nitekim NATO zirvelerindeki soğukluk, Trump’ın en son görüşmede Merkel’in elini sıkmaması, Merkel’in Eylül ayıdaki seçimler öncesinde açıkladığı iktidar bloğu seçim bildirgesinde artık ABD’den stratejik ortak olarak değil de, daha soğuk bir ifadeyle bir dost olarak söz etmesi Almanya’nın arayışlarının kanıtıdır. Öte yanda Türkiye-Almanya ilişkilerinin çok köklü, kurumsal, örgütlü tarihsel siyasal boyutları vardır. Sadece bugün değil, Osmanlı’dan bu yana Almanya, Türk ekonomisinde, medyasında, Türkiye’deki muhtelif siyasal partilerde, demokratik kitle örgütlerinde örgütlü bir devlettir. Dahası, Almanya dünyada en kalabalık Türk diasporasına ev sahipliği yapan ülkedir. Anavatanımız dışında sekiz milyon Türk yaşıyor. Bunun beş buçuk milyonu Avrupa’da yaşar, üç buçuk milyonu da Almanya’dadır. Türkiye’de etnik, mezhepsel, siyasal, toplumsal ve demografik anlamda her ne var ise, birebir Almanya’ya yansır. Türkiye’nin bütün gündem maddeleri bir şekilde Almanya’da medyada yer bulur.”
‘HERKESLE ARASI BOZUK OLAN TÜRKİYE ALMANYA’DAN VAZGEÇEMEZ’
“Almanya 38 milyar avro ile Türkiye’nin bir numaralı dış ticaret ortağıdır. Bütün bunlar alt alta yazıldığında, bugün akşamdan sabaha Türkiye ile Almanya ilişkileri kopar diyemeyiz. Çünkü gerçekten çok fazla iç içe geçmiş ilişkiler söz konusudur. Referandum sürecinde olduğu gibi siyaseten ne kadar büyük gerilimler olursa olsun, ne kadar üst perdeden liderler atıp tutarlarsa tutsunlar iktisadi ilişkiler o kadar güçlüdür ki ve toplumsal ilişkiler o kadar iç içe geçmiştir ki iki ülke de birbirini kolay kolay gözden çıkaramaz. Almanya’nın da Türkiye üzerinde çok büyük iktisadi menfaatleri vardır. Almanya’nın akla gelen bütün büyük firmaları Türkiye’de vardır ve Türkiye de Almanya’dan hiçbir şekilde vazgeçemez. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı da Almanya’da katıldığı G20 Zirvesi’nde ‘biz o zamanlar üst perdeden konuştuk ama o, o zamanda kaldı’ şeklinde bir üslupla geçiştirdi. Yine birkaç gün evvel Türkiye’nin Alman şirketleri kırmızı listeye aldığı yönünde basında haberler çıktı. Bu da bizzat Türk yetkililer tarafından yalanladı. Bu sebeple Türkiye’nin bu iktisadi darboğaz içerisinde, turizmin çöktüğü bir dönemde ne Almanya’nın ekonomik gücünden ne de Almanya’nın yolladığı turistten vazgeçip, elinin tersiyle itecek bir lüksü vardır. Kendi bölgesinde bu kadar dışlanmış ve AB ile bu kadar ciddi sorunlar yaşayan, ABD ile bu kadar ciddi sorunlar yaşayan Türkiye Almanya gibi bir ülke ile daha fazla gerilimi kaldıramaz.”