Konuyu Sputnik'e değerlendiren İran Çevre Koruma Örgütü Halkla İlişkiler Müdürü Muhammed Derviş, mevcut durumun endişe verici olduğunu kaydederek baraj inşa sürecinin diplomasi yoluyla durdurulamaması halinde ülkelerin savaşın eşiğine gelebileceğini söyledi.
Derviş "Türkiye, bu projeyi 1980 yılında Kenan Evren darbe yaptığı sırada başlattı. Bu projenin amacı, Fırat ve Dicle sularının Suriye ve Irak'a akışını engellemekti. Dönemin güçlü ve iktidarlı liderleri olan Saddam Hüseyin ve Hafız Esad, Türkiye'yi tehdit ederek bunun gerçekleşmesine izin vermeyeceklerini vurgulamıştı" dedi.
‘SURİYE VE IRAK TAMAMEN SUSUZ KALABİLİR'
Türkiye'nin Fırat ve Dicle üzerinde 22 barajın inşasına başlamasını ‘Irak ve Suriye'deki siyasi krizlerden yararlanmak' diye nitelendiren Derviş "Fırat Nehri üzerindeki dünyanın en büyük barajlarından biri olan Atatürk Barajı, 48 milyar metreküplük hacimle İran'daki 100 baraja eş değer. Fırat üzerindeki tüm barajların hacmi 100 milyar metreküp olup, Dicle üzerinde inşa edilenler de 24 milyar metreküp hacme sahip. Eğer Türkiye, Hasankeyf'te 10.4 milyar metreküp hacmi olan Ilısu Barajı'nı inşa etmeyi de başarırsa, ciddi bir su krizi yaşanır.
Derviş "Fırat Nehri'ndeki suların yüzde 100'ü, Dicle'deki suların da yüzde 60'ı kesilecek ve Irak ile Suriye'ye hiçbir şey gitmeyecek. Ilısu Barajı açılınca, bu oran da yüzde 100'e çıkacak ve su krizi baş gösterecek" diye ekledi.
‘SUYU KESEN TÜRKİYE DEĞİL, İRAN'
Ankara ve Tahran arasındaki 'su gerginliğinin' arka planını ve olası gidişatını Sputnik muhabiri Elif Sudagezer'e değerlendiren Iğdır Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Seyfi Kılıç'a göreyse su sorununun temeli, Saddam Hüseyin'in 1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra o bölgede 'Amerikan işgal güçlerine destek verdiğine' inandığı Şiilerin yaşam alanını tahrip etmek için Basra bataklıklarını kurutmasıyla atıldı.
Tahran yönetiminin Irak'ın Türkiye'yi suçlayan söylemlerini tekrar etmesinin işe yaramayacağına işaret eden Kılıç'a göre, su krizinin çözüm anahtarı çatışma veya kriz yerine Tahran'ın su politikalarında yeniliğe gitmesi:
"İran o konuda biraz Irak Merkezi Hükümeti'nin görüşlerini tekrar ediyor gibi görünüyor. Halbuki 1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra o bölgedeki Şiilerin Amerikan işgal güçlerine destek verdiği düşüncesiyle Saddam Hüseyin onların yaşam alanın tahrip etmek amacıyla kanallar açarak o Basra bataklıklarını kuruttu. Tabiri caizse nehirleri daralttı. Bunun sonucu olarak da tabi ki orada bir çölleşme ve yüksek miktarda toz aşınımı. Yani, oraları çölleştiren bizzat döneminin Irak yönetimi olduğu içi İran'ı Türkiye'yi suçlamaması doğru olacaktır."
Türkiye'nin hiç bir zaman su kesme gibi hamlede bulunmamasına rağmen İran'ın Karun Nehri'ndeki barajla zaman zaman suları kestiğine vurgu yapan Kılıç "İran, son olarak Kuzey Irak bölgesinin denetimine doğru akan Zap Nehri üzerinde barajların kapaklarını kapatarak tamamıyla suyu kesti. Yani İran'ın bu açıklamaları yapmaktaki tek amacının sorumluluğu Irak yönetiminden atmak olduğu kanaatindeyim, ciddiye alınacak açıklamalar değil" diye konuştu.
‘SAVAŞ ÇOK MALİYETLİ, ONUN YERİNE SU POLİTİKALARINI REVİZE ETSİNLER'
Fırat ve Dicle nehirlerinin su potansiyellerinde yetersizlik olmadığını ancak Suriye ve Irak'ın taleplerinin ‘akıl dışı' olduğunu savunan Kılıç "Bu iki nehrin su potansiyeli Türkiye, Irak ve Suriye'ye makul ölçülerde yeterlidir. Fakat özellikle Suriye ve Irak'ın akıl dışı bir takım isteklerini karşılamaya yetmez. Su sorununun savaş sebebi olarak gündeme gelmesi dahi çok doğru değil. Savaş çıkarmak istedikten sonra her sebep yeterli gibi görülecek olsa da; su sorunundan bir çatışma çıkacağı kanaatinde değilim" diye ekledi. Çünkü gerçekten çok daha düşük maliyetlerle etkin su kullanımıyla birçok sorunun çözülebileceği dünyada pek çok örneklerle ortadadır. Çünkü savaş çok maliyeli bir iştir" ifadelerini kullandı.
Su sorununun talebin kısılarak çözülebileceğine işaret eden Kılıç "Su genellikle arz yönlü yönetilmeye çalışılmakta fakat esasında talep yönüyle yönetilmesi lazım. Talebin kısılması lazım. Bunun temel yolu da tarımsal sulamanın, ki dünya ortalaması yüzde 70 civarındadır, tarımsal sulamanın etkin bir hale getirilmesinden geçer. Açık, betonla kaplanmamış, birincil ve ikincil kanalların mevcudiyeti suyun kaynaktan tarlaya ulaşımına engelleyen şeylerdir yani. Yüz birim kaynaktan su aldığınızda; Irak'ta bunun ancak yüzde 10'u 20'si kadarı tarlaya ulaşabiliyor, suyun gerisi kaybediliyor. Bu durumda su tabii ki yetersiz kalır" dedi.
Su sorunun çözümünün imkanlı ancak bu konuda Türkiye'nin suçlanmasının son derece ‘yersiz' olduğunu savunan ‘Kılıç "Türkiye, 1987 protokolüyle Türkiye Fırat Nehri'nden oldukça yüksek miktarda suyu Suriye ve Irak'a bırakmakta. Türkiye'nin su sorununu çıkmaza sürüklemek gibi bir amacı olsaydı zaten bu protokolü imzalamazdı. Türkiye'ye yönelik bu eleştirileri ciddiye dahi almamak lazım" diye konuştu.