"Çok alışık olmadığımız belki on yıllardır batı toplumlarında karşımıza çıkan benzer bir göç ve mülteci krizi şimdi bizim için de söz konusu. Çok zor durumda olan insanların bu toplumda kendilerine yer açma dertleri ve toplum söz konusu. Burada pek çok unsur yani kültürel gerilimler, sınıfsal sıkıntıların hepsi iç içe geçmiş olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin ekonomik durumu, son dönemde artan işsizlik bununla bağlantılı olarak bu insanların yaşadığı bölgelerin sosyo-ekonomik durumu insanların istenmedik şekilde karşı karşıya gelmelerine sebep oluyor."
‘ETNİKLİK İÇİNDE ETNİKLİK'
Tayfun Atay, etnik ayrışmanın her ne kadar dinsel temelde bir yakınlık söz konusu olsa da kendisini gösterdiğimni vurguladı:
"Bizim antropolojide kullandığımız ‘etniklik içinde etniklik' tabiri üzerinden konuşabiliriz. Hiçbir zaman herhangi bir etnik buluşma kendi içinde yeni etnik kırılmalara engel olmaz. Onu engelleyecek bir dinamiğe sahip değildir.
Türkiye'nin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e dek yaşadıklarını düşündüğümüzde Suriye'de yaşananlar özellikle 20. yy içerisinde elbette çok ciddi bir etnik fark unsurunu çıkarıyor. Suriyeli çalışanlar bilirler. Kendi içlerinde bile din temelinde farklı etnik ayrışmaların, bölge temelinde karşımıza çıktığını görebiliriz."
"Bizi yönetenler bu konuya pragmatik yani faydacı bir çerçevede yaklaştılar" diyen Atay, "Genel olarak da bu insanlar üzerinden dış politikada bölge açısından, batıyla ilişkiler açısından ve ayrıca Türkiye'nin kendi içerisindeki kutuplaşma açısından yarar temin etmeye çalıştılar. Burada bir içsellik eksikliği olduğunu, siyasi manevralarla bu işi yürüttüklerini din unsurunun da çirkin şekilde bu süreçte kullanıldığını söyleyebiliriz. İktidar hiçbir şekilde gerçekçi, rasyonel ve içtenlikli olmayan bir politik yönetsel yol içinde oldu. Bunun sonucu olarak şimdi çok daha gerçek sorunlar, ekonomik kültürel sosyolojik nitelikte ele alınması gereken, uzmanlık gerektiren harcıâlem sözlerle politik bir retorikle üzerinden gelemeyecek bir noktaya getirdiler" şeklinde konuştu.