“Masada hocaya ben sordum, ‘Hırvatistan’ın hazırlık maçını izledim, takım kaptanları Srna sağ kanattan adeta uçuyor, kim tutacak, nasıl durduracağız?’ dedim. Hoca hiç düşünmeden, ‘Arda durduracak’ dedi.
Şaşırdık, bu eşleşmeyi açıkçası garipsedik. Hoca bunu anlamış olacak ki, ‘Niye şaşırdınız?’ dedi, ‘O Srna ise bizimki de koca Arda Turan… Niye tutmasın?’ Ama, ‘tutsun, tutmasın’ derken, hocanın hesabı sahada tutmadı.
Ayrıca o bir saatlik çay sohbetinde şunu da anladık ki Avrupa Şampiyonası’nda alacağımız sonuçlar ne olursa olsun, Fatih hoca milli takımı 5-6 oyuncu ile yenileyecek, isim vermese de bazı oyuncularla yolları ayıracaktı. Bunun ipuçlarını verdi.
Aslında prim işi, Fransa’da patlayan, maçtan bir gün önce patlayan bir olay değildi. Takım daha Türkiye’deyken, hatta Konya’da oynadığımız son dakikada Selçuk’un golüyle kazandığımız İzlanda maçından sonra tartışma başlamıştı.
Gruptan çıkma primi toplamda 150 bin euro’yu, Başkan Yıldırım Demirören soyunma odasında 500 bin Euro’ya çıkardı. Sonrasında futbolcular ‘150+500’ dediler, federasyon ‘500 bin’ dedi. Bu tartışma sürerken, daha büyük kriz, bazı futbolcuların az, bazılarının daha fazla prim almasından çıktı. Primleri belirleyen Fatih hocaydı. Primi az alanlar ciddi tepki koydu.
Primlerin ödenmesi uzayınca Arda Turan takım kaptanı olarak, TFF yöneticisi Cengiz Zülfikaroğlu’nu aradı ve futbolcuların primleri sordu, ödenmesi gerektiğini ısrarla hatırlattı.
‘ARDA TURAN PRİM KONUSUNDA KENDİSİNİ GÜNDEME GETİRMEDİ’
Allah’ı var, Arda Turan, futbolcuların primlerinin ödenmesini isterken, kendisini bu konuda bir gün olsun gündeme getirmedi ve delikli kuruş istemedi. Bunu o günlerde de yazdık, bugün de yazıyoruz, çünkü işin gerçeği bu…
Federasyonda bu kadar para varken, primler niye ödenmedi ya da niye çok geç ödendi? İspanya maçı oynanırken ve bizim takım tel tel dökülürken devre arasında ve o kadar gürültünün içinde TFF’nin Mali İşlerden Sorumlu Başkan vekili Hüsnü Güreli’yi maçın oynandığı stattan telefonla aradım. ‘Primler niye ödenmedi?’ diye sordum.
Güreli, ‘Federasyon’un parası var ama bu prim sonradan konduğu için bütçede yeri yoktu. 9 Haziran’da mali genel kurulu yaptık, bu ekstra primler için bütçeye para koyduk ve 10 Haziran 2016 itibariyle, yani mali genel kuruldan sadece bir gün sonra bütün futbolcuların primleri hesaplarına yattı’ dedi.
Ama buna rağmen ‘Az aldın, çok aldın’ huzursuzluğu bitmedi. Bütün bu gelişmeleri de Türkiye’ye ilk duyuran, 13 Haziran 2016 tarihinde DHA oldu. Usta gazeteci Faik Gürses, prim krizindeki tüm ayrıntıları Doğan Haber Ajansı aracılığıyla gazetelere servis etti, bir anlamda Türkiye’ye duyurdu. Yani haberi Fatih Terim’in davetlisi olarak masada oturan müdürler değil, yılların usta gazetecisi Faik Gürses patlattı.
Gelelim işin özüne ve büyük kavganın gerçek sebebine… Elbette prim krizi var ama çabuk unutuyoruz. Aslında prim krizinden çok daha büyük kriz, 19 Mayıs 2016’a Fatih Terim’in TRT’de katıldığı özel bir programda Arda Turan için kullandığı ifadelerle patladı.
Terim o programda, ‘Arda Turan, Barcelona’daki egolarını bırakarak milli takıma gelecek’ dedi. Bu açıklamanın yeri miydi, zamanı mıydı? Nitekim hocanın bu ifadeleri Arda’nın aşırı tepkisine neden oldu. Bunu asla kabullenmedi ve o günden sonra savaş baltaları çıktı.
Hocanın bu ifadelerin ardından yapılan Antalya kampında huzursuzluk hemen başladı. Arda’nın hocaya öfkesi, primi az aldığına inanan bazı oyuncuların tavırları, takımın havasını iyice bozdu. Şimdiye kadar konuşulan yazılan bir sürü olay, bir sürü tatsızlık oldu. Hatta Fatih hoca, Fransa’ya gitmeden önce yardımcılarına, ‘Üç oyuncuyu kadrodan çıkarsam ne olur?’ diye sordu ama bunu yapmadı, belki de zamanlamayı doğru bulmadı.
Benzer tatsızlıklar Fransa’da da yaşandı. Takımın ne huzuru kaldı, ne disiplini… Nitekim bu gelişmeler sahaya da yansıdı ve tribünlere büyük umutlarla gelen on binlerce vatandaşımızdan çok ciddi tepki geldi. Ben milli takımın 8-0, 5-0 kaybettiği maçları da yerinde izledim. O takımın, o takımın kaptanının ıslıklandığını, protesto edildiğini asla görmedim.
Ama özellikle Avrupa Şampiyonası’ndaki İspanya maçında o kadar hevessiz, o kadar isteksiz, o kadar sonucu kabullenmiş oynadık ki, on binlerce seyirci tek hamle yapmadan, tek kurşun atmadan teslim oluşumuza isyan etti ve koca bir ikinci yarıda takım kaptanı başta olmak üzere, bütün oyuncuları protesto etti."
Doğru muydu? Elbette değildi… Oysa o maçta canımızı dişimize takıp oynasak, ay-yıldızın hakkını verebilsek prim kimsenin umurunda bile olmazdı. Ama seyirci o maçta takımın ‘oynayamadığını’ değil, ‘oynamadığını’ düşündü. Maalesef sahadaki görüntü buydu.
"Ortada milli takım kalmadı, biz hâlâ ‘Baskın basanındır’ mantığıyla kendimizi haklı çıkartmaya çalışıyoruz. Üstelik yanlış bilgilerle, acemice senaryolarla… Madem herkes her fırsatta ‘adamlıktan-insanlıktan’ söz ediyor, o zaman doğruları konuşalım.”