Körfez'de Suudi Arabistan öncülüğündeki ülkeler tarafından tecrit altına alınan Katar'dan Kuveyt'in arabulucu olarak devreye girmesinin ardından itidal çağrıları geldi. ABD'nin Ortadoğu'daki operasyonları için çok önem taşıyan Merkez Komuta'nın (CENTCOM) Katar'da bulunduğu ve Washington'ın siyasi ağırlığı dikkate alındığında alacağı tavır ve buna göre tarafların hamleleri tartışılıyor. ABD'nin bölge politikasındaki yeni tercihlerini, bunun Türkiye dahil tüm taraflar için sonuçlarını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimler Fakültesi'nden Mehmet Yeğin ile konuştuk.
Mehmet Yeğin'e göre, ABD dönemsel çıkarlarına göre farklı ülkelerle farklı ilişkiler geliştirebilirken, dönem dönem bazı ülkeler daha ön plana çıkarken, bazıları da geri plana düşüyor. Bu ana hattın Körfez'deki yeni krize yansıması için "Uzun vadeli olarak bakılırsa, Ortadoğu'da ABD politikalarında bir değişiklik var" saptaması yapan Yeğin şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu değişiklikte özelikle de Suudi Arabistan'ın rolü ve ABD'nin muhatapların kim olduğunda ciddi bir değişiklik var. Burada Suudiler öne çıkıyor. Obama dönemine baktığımız zaman, Suudi Arabistan bir problem devlet olarak görülüyordu. Arap Baharı bağlamında ABD'nin politikasını bozan bir ülke olarak görülüyordu, sonrasında da İran ile yumuşama bağlamında yine problem çıkaran bir ülke olarak görülüyordu. Suudi Arabistan bir bakıma bir parya devlet muamelesi görüyordu ve müttefikine yönelttiği eleştirilere yanıt olarak da küçümseyici cevaplar alıyordu. Obama yönetimi İran'a yönelik tehdit algılayan Suudi Arabistan'a kendi iç politikası ve kendi halkından daha fazla endişe etmesini, salık veriyordu. Bu dönem Suudi Arabistan için problemli bir dönemdi. Trump dönemine baktığımız zaman, bu tablonun tamamen değiştiğini görüyoruz."
Yeğin, Trump'ın seçildikten sonra ilk yurtdışı ziyaretini Riyad'a yaptığını ve bölgedeki devletleri Suudilerin şemsiyesi altında toplamayı seçtiğini anlatırken, bunun kendisinden öncesi Obama yönetiminden farklılığına "Sokaktaki insana değil de, ekseni itibari ile otoriter yönetimleri muhatap alan bir ABD yönetimi var" sözleriyle dikkat çekti.
Trump yönetiminin ise Suudi Arabistan'ı tam bir koruma sağlama güdüsüyle olmasa da kendi politikaları bağlamında İran'ı hedef alacak şekilde gördüğünü belirten Yeğin, "Öyle bir ABD yönetimi var ki, bu tabloyu bir araya getirdiğiniz zaman Suudi Arabistan'ın başını çektiği otoriter Arap Ülkeleri'ni konumlandırması ve buna göre bölgeyi şekillendirmeye çalışması sonucuyla karşı karşıyayız" dedi.
Özellikle otoriter yapıdaki Suudi Arabistan ve Mısır'ın başını çektiği ülkelerin Arap Baharı döneminde El-Cezire'nin oynadığı rollerle ilgili sorunları bulunduğunu kaydeden Yeğin, yine Müslüman Kardeşler'e dair endişelerin bulunduğunu da anımsattı. Yeğin bu konuda ABD'nin tutumuna dair de şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bugün baktığımız zaman, ABD Müslüman Kardeşler'i henüz terörist bir grup olarak tanımlamadı ama bu çizgiye kadar gelen bir ABD yönetimi var. Dolayısıyla bu endişelerini gidermeye çalışan ülkelerin olduğu bir çerçeve var. Yine İran bağlamında korku ve endişelerini gidermeye çalışan ülkelerden bahsediyoruz ki, bu İslam ittifakı olarak dile getirildi, şimdi daha çok İslam NATO'su gibi Türkiye'yi de bir yönüyle ikinci plana iten bir çerçeve ortaya kondu. Burada İran bağlamında da Katar'ın daha ılımlı bir politika izlemesini beraberinde getirdiği bir nokta var. Bu ülkelerin Katar'a yönelik olarak bir hamlesi söz konusu ama bu hamle içerisinde ABD'nin aslında bu endişeleri paylaştığı bir ortam var. Bu açıdan da ABD bir bakıma onlara manevra alanı sağlamış görünüyor."
Diğer yandan ABD'nin hem Katar'daki üsten çekilmeyi hem de Katar'ı karşı cepheye itmeyi istemeyeceğini söyleyen Yeğin, Trump'ın ziyareti ile gündeme gelen Arap NATO'su ile İslam İttifakı'nı kıyaslayarak şu tespitlerde bulundu:
"İslam İttifakı söylemi, ABD'nin Suudi Arabistan'ı hiçbir sorgulama yapmadan İran'a karşı savunmayacağını açıkladıktan sonra gündeme gelen bir konuydu. Belki Obama'nın ‘arkadan yönetme, arkadan destekleme' bağlamında desteği söz konusuydu ama temelde Suudilerin arayışının bir sonucuydu. Bunun içerisinde Mısır, Pakistan ve Türkiye'nin çok fazla ön plana çıktığını görüyoruz. Öte yandan Arap NATO'su içerisinde çok daha farklı bir tablo var. Burada ABD'nin bizzat sahada olduğu, hatta en önde olduğu ve diğerlerini kendisi ile birlikte hareket etmeye teşvik ettiği ve bir bakıma Arap milliyetçiliğinin de tonunun güçlü olduğu iddiasının gündeme geldiği bir tablo var."
Diğer yandan 'pür bir İran karşıtı cephe oluşturma bağlamındaki bir çerçevede Türkiye'nin oturması çok kolay olmadığını' belirten Yeğin, Türkiye daha çok bir denge politikası izleyen, bir yönüyle Katar gibi İran ile ılımlı ilişkilerinin olduğu bir ülke olduğu için burada yer almasını da gerçekçi bulmadığını ekledi.
Körfez Ülkeleri'nin Katar ile ilişkiyi kesme kararı sonrası Türkiye kamuoyunda sıklıkla dile getirilen ‘Katar düşerse, Türkiye'de düşer' düşüncesini ise doğru bulmadığını ifade eden Yeğin, Türkiye'nin iki müttefiki olan Katar ve Suudi Arabistan arasında seçim yapmak zorunda kalacağının altını çizdi:
"Suudi Arabistan'ın Katar'a yönelik olarak ambargosu sonrası, çok geçmeden özellikle Birleşik Arap Emirlikleri'nin bazı maillerinde Türkiye'de 15 Temmuz'u finansal olarak desteklediğine dair bazı belgeler de ortaya çıktı. Dolayısıyla bu ikisi neredeyse bir arada ortaya çıkan bir süreci beraberinde getirince, tartışmaları beraberinde getirmesi çok da şaşırtıcı değil. Olaya şöyle bakılması daha doğru olur; burada Türkiye'nin birincil endişesi İran ve Suudi Arabistan arasında kalmaktan ziyade, Suudi Arabistan ve Katar arasında kalmak. Bu belki daha sonranın hikâyesi ama öncelikle Katar ile Türkiye'nin ekonomik olarak, dostluk bağlamında ve liderleri arasında çok yakın ilişkiler var. Stratejik olarak da imzalanan askeri anlaşmalar söz konusu. Bunu bir kenara koyduğumuz zaman, Suudi Arabistan ise Türkiye'nin ekonomisini destekleyip, kendisine dostluk temelinde yaklaşıyor. Türkiye'yi hem ekonomik hem de siyasi olarak etkileyebilecek bir konumda Suudiler. ABD'nin gücünü arkasına alan bir Suudi Arabistan ki, daha öncesinde de bir yönüyle İslam Konferansı Örgütü'nü kendi etkisi altında gören ve geniş olarak Arap coğrafyasında ekonomik etkisiyle de siyasi sonuçlar doğurabilen bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye bu iki denklem arasında zor durumda kalıyor. Türkiye idealist bir yaklaşımla dostunun zor gününde yanında mı olacak yoksa reel politika açısından Katar'ı Suudilerin taleplerini kabul etmeye, Suudilerin yanında olmaya iten bir Türkiye mi olacak? Türkiye'nin birincil konusu Katar ve Suudiler arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılması."
‘KATAR VE SUUDİLER ARASINDA UZUN ZAMANDIR PROBLEM VAR'
Suudi Arabistan'ın izlediği siyasi çizgide değişikliğe gitmesinin söz konusu olmadığını ifade eden Yeğin, "Tam tersine Katar'ın ya politikalarını beklenen, talep edilen yönde değiştirmesi ve bu konuda taviz vermesi ya da bu politikaların yönetmenin değişmesi yoluyla değiştirilmesi söz konusu" dedi.
Katar'ın son açıklamalarının ‘tavize yöneldiğine' işaret ettiğini de dile getiren Yeğin şöyle konuştu: "Katar'ın hem İran ile ilişkisi hem diğer Suudi Arabistan cephesinin terör örgütleri olarak gördüğü devlet dışı aktörlerle ilişkisi bugünde yarına bir politikanın değil, uzun vadeli bir politikanın sonucu. Dolayısıyla bu değişimin ne kadar hızlı gerçekleşeceği de tartışmalı bir konu. Burada şunu görmek gerekiyor; Suudi Arabistan bunu güçlü bir şekilde talep ediyor ve arkasında da ABD desteği var. Bu kendisinin İran ile karşılaşmadan önce bölgeyi istediği gibi dizayn etme hedef de olabilir. ABD'nin bunu genel planda bölgeyi düzeleme, toparlama ve İran ile mücadeleye hazırlama çabasının sonucu da olabilir. Ben daha çok ikisinin kesişimi olarak görüyorum."