AB-Türkiye ilişkileri bir yıldır sıkıntılı bir süreçten geçerken, referandum sonrasında müzakere süreci donma noktasına geldi. AB kurumlarından art arda olumsuz rapor ve açıklamalar yapılırken, son olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Türkiye'yi yeniden siyasi denetim sürecine soktu. AB ile ilişkilerde gelinen yeri NTV Brüksel temsilcisi Güldener Sonumut ile konuştuk.
Güldener Sonumut, Avrupa Birliği Parlamenterler Meclisi'nin almış olduğu kararın, AB için bir fırsat olduğu görüşünde. "AB, Türkiye ile ilişkileri askıya almak, ilişkileri dondurmak ve ilişkilerin niteliğini değiştirmek için fırsat kolluyordu" diyen Sonumut'a göre AB aşağı yukarı dört ya da beş yıldan beri buna ortam hazırlamak için çalışıyor:
AB'nin Türkiye'yi aday ülke yaparak ve içine alarak bir dünya olmaya çalıştığını ancak Türkiye'nin dış politika açısından yutulması çok zor bir lokma olduğunu savunan Sonumut, "Kafka'nın mantığı ile ifade edersek, paltosu bile ağır gelen bir AB'nin, koskoca dünyayı nasıl taşıyabileceği merak konusu diyerek şu değerlendirmede bulundu:
"Türkiye AB'ye ve NATO'ya yönelik olarak 3 buçuk milyona yakın mülteciye ev sahipliği yapıyor, yabancı savaşçılarla mücadele ediyor, IŞİD ile olay yerinde Menbiç ve başka yerlerde mücadele ediyor. AB tüm bunların hala yeterli olmadığını söyleyip, asimetrik ilişkilerde Türkiye'ye yönelik olarak sadece aday ülke olduğu gerekçesiyle her türlü eleştiriyi yöneltme hakkını buluyor elinde. Buna karşın, Türkiye'ye yönelik olarak, ne insan hakları ne de demokratikleşme konusunda yardımcı oluyor. Türkiye'nin içinde bulunduğu buhran, terörle mücadele ya da başka konularda, ekonomik açıdan bir el uzatmıyor, yardımcı olmuyor. Türkiye AB'ye fazla geldi. Çünkü Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Gürcistan gibi ülkelerle sınırı olan, Karadeniz, Akdeniz ve Ege'de önemli sınırları olan bir ülke. Rusya ile, Çin ile başka bir ilişkisi var ve bunu AB Türkiye'yi aldığı andan itibaren bu ülkelerle de ilişki yaşaması gerekiyor. Bu krizleri ve devasa dış politikasını yüklenmeye maalesef hazır değil."
AB, Türkiye ile olan müzakereleri dondurursa ya da artık tam üye olmayacağını söylerse, artık ‘kırmızı çizgisinin' kalmamış olacağına dikkat çeken Sonumut, bu durumda idam cezasının ancak Avrupa Konseyi için ‘kırmızı çizgi' olacağını söyledi. Sonumut Türkiye'nin AB'ye yönelik bütün yükümlülüklerini yerine getirmesine karşın AB'nin getirmediğini savunarak şöyle konuştu:
"Ancak uluslararası yatırımcılar için olmazsa olmaz olan unsur, hukuk devleti olması. AB ve Avrupa Konseyi için önemli olan, Türkiye'nin idam cezasını gündeme getirmemesi ve hukuk devletinin yükümlülüklerini yerine getirmesi. Türkiye bugüne kadar AB'ye yönelik olarak gereken bütün yükümlülüklerini yerine getirdi. Dış politikada asla kimse 1888'den bugüne kadar Türkiye'nin uluslararası alanda imzalamış olduğu yükümlülüklerini yerine getirmediğini iddia edemez. Buna karşın AB örneğin 18 Mart Mülteci Anlaşması'nda beş başlık müzakere açacağını söyledi ve Türkiye'de Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a bunu söylediği vakit sanki müzakereler yeniden başlayacak ve Türkiye tam üye olacakmış intibası yarattılar ve bu olmadı. Fikirdaş ülkeler Avusturya, Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya Türkiye'den tek taraflı olarak 75 bin mülteci alacaklarını söylediler fakat sıfır mülteci aldılar. Birebir anlaşmada 80 bin mülteci almaları gerekiyordu ama bin 500 mülteci aldılar. Türkiye AB ile imzalamış olduğu anlaşmalarda, AB bu yükümlülüklerin yarısını bile yerine getirmiyor. Bu yüzden de Türkiye'deki iç sorunları Türk insanının kendisinin çözmesi gerekiyor. AB bu konuda samimi olsa, mesela temel hak ve özgürlükler olan 23 numaralı başlığı müzakereye açardı ya da adalet, güvenlik, iç işleri konusundaki 24 numaralı başlığı müzakereye açardı. Ancak bu başlığı Rum Kesimi'nin vetosundan dolayı açamadığını söylüyor. Yani AB Türkiye'deki demokratikleşme süreciyle ilgili olarak yapmış olduğu açıklamalarda bile samimi değil. Eğer samimi olsa, diğer başlıkları açık bir şekilde müzakereye açardı. Şimdi gelinen nokta rüyaları gerçekleştirmek için en iyi yolun uyanmak olduğunu gösteriyor Paul Valéry'nin dediği gibi. AB-Türkiye ilişkilerinde, AB'nin Türkiye'ye samimi olmadığı ve Türkiye'nin de bu yolda ilerleyemeyeceği çok açık. Bu yüzden de bundan sonra AB'nin bunu kabul etmesi lazım ve dünyaya da çok büyük bir lokma yutmaya çalıştığını fakat içindeki krizlerden dolayı bunu yapamayacağını, Türkiye komşusu olduğu için bir işbirliği geliştirmek istediğini ilan etmesi gerekiyor. Gümrük Birliği'ni geliştirmek, ticaret yapmak, enerji, çevre bilim alanlarında işbirliği yapmak başlıklardan birkaçı olabilir."
AB'nin Türkiye'ye karşı her türlü yaptırımda bulunabildiğine ve Türkiye'nin sadece uygulaması gerektiğine vurgu yapan Sonumut, bu ilişkinin çok gerçekçi olmadığı ve ilişkilerin daha simetrik olması gerektiği görüşünde:
"AB Türkiye konusunda o kadar samimiyetsiz ki, 6 Mart tarihindeki AB Dışişleri Bakanları toplantısında, AB NATO'dan bağımsız bir askeri karargâh kurmak kararı aldı. Özellikle AB'nin güvenliğine çok büyük katkıda bulunan ve AB'den ayrılmakta olan Britanya ile Norveç'in, gelecekte bu askeri işbirliği mekanizmasına katkıda bulunabileceği konusunda açık kapı bırakıyor. Öte yandan, Türkiye'ye herhangi bir imkân tanımıyor. Bunu kompleks yapmamak lazım, bundan alınmamak lazım. AB'nin egosunun sarsılmaması gerekiyor ama Türkiye onlar için çok büyük. AB'nin on yıllık dış politika tecrübesi var. Britanya'nın şimdiden dışarıda olduğunu düşünürsek, 27 ülke var ve Türkiye gibi bir ülkeyi içine alacak imkânı, zekâsı ve siyaseti yok. Çünkü AB hala refah ülkeleri topluluğu olduğu için, Türkiye'yi içine alarak olmayacak şeylere boyun eğmek istemiyor, o yüzden de AB'nin zaman zaman daha gerçekçi olması gerekiyor. Olurmuş gibi yapmasındansa, olmamasına razıyız Kafka misali ve bu da biraz böyle. 1999'da AB'nin içerisindeki liberaller, çok öncü bir tutum sergilemişti. Ancak bugün gelinen noktada maalesef AB kendi içinde çok büyük sorunlar yaşıyor. Türkiye şu anda AB'ye üye olmuş olsaydı, şöyle bir durumla karşı karşıya kalmış olacaktık; İngiltere'nin ayrıldığı bir AB ile Türkiye'yi birlikten atmaya çalışan bir AB olacaktı ve bu son derece komik."
Özelikle referandum sürecinde Avrupa ülkeleri ile yaşanan gerginlik ve sonrasında devam eden tartışmalı süreci sonunda müzakerelerin fiilen durduğuna fakat hukuken sürecin devam ettiğine dikkat çeken Sonumut, şu tespitlerde bulundu:
"Müzakereler fiilen durdu ama resmi olarak durması için, o müzakere çerçeve belgesinin 5. maddesi gereği çok teknik ama Avrupa Komisyonu'nun Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni yerine getirmediğini tespit etmesi gerekiyor. Bu birinci unsur ve ardından Türkiye'nin bu siyasi kriterleri yerine getirmesi için nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiğini oluşturması lazım. Bu yol haritası AB'ye üye ülkeler tarafından nitelikli oy çoğunluğu ile oylanacağı için, ülkelerin bu konuda veto hakkı yok. Buna karşın isteyen her ülke, içine istediği her eklemeyi yapabilecek. Tabi ki Rum Kesimi, Yunanistan, Avusturya, Almanya gibi ülkeler de bu standartları çok yüksek tutabilecekler. Ayrıca da müzakerelerin yeniden başlaması için oy birliğinin sağlanması gerekecek. Britanya'nın AB'den ayrılmış olacağı bir ortamda, oy birliğinin sağlanması son derece zor olacak. Aslında fiili bir durumu, hukuki bir duruma çevirmeye yönelik olarak parlamentodan böyle bir çağrı gelebilecek. Kati Piri'nin raporu sadece bir karar tasarısı, eyleme yönelik bir rapor değil ama AB içerisindeki havayı yansıtıyor. Kati Piri'nin Türkiye'ye yönelik tutumu Biraz AB Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn gibi. Hahn da Financial Times dergisinde öncelikle Türkiye ile müzakelerin dondurulması ve imtiyazlı ortaklığa gidilmesi gerektiğini savundu. Daha sonra da, komisyon başkanı Juncker'in sözcüsü Hahn'ın bu konuda söz sahibi olmadığını, Juncker'in bu konuda belirleyici olduğunu söyledi."
Kati Piri'nin raporunun AB'deki siyasi partilerin Türkiye'ye yönelik nabzını ölçmek için bir değer taşıdığını fakat seyri değiştirecek çok büyük bir unsur olmadığını ifade eden Sonumut, önümüzdeki süreçte ilişkileri belirleyecek önemli tarihlere dikkat çekti:
"AB-Türkiye ilişkilerinin geleceğini tespit edecek 3 tane önemli tarih var. Bunlardan bir tanesi 27 Nisan akşam saatlerinde Malta'da yapılacak olan gayrıresmi AB Dışişleri Bakanları toplantısı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da oraya gidecek ve orada da ilişkilerin devamının çerçevesi belirlenecek. Ardından 15 Mayıs tarihinde AB Dışişleri Bakanı resmi olarak bir araya gelecekler. Komisyona müzakelerin dondurulması yönünde yetki verilip verilmeyeceği biraz daha kesinlik kazanacak. Muhtemelen bunu hemen söylemeyecekler. Sadece Türkiye'nin, Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni yerine getirip getirmediğini tespit edecekler. Bu sayede en azından Eylül ve Ekim ayına kadar da hem Türkiye hem AB olarak ilişkilerin geleceğinin ne yönde seyredeceğine dair bir yol haritası çizecek. İçinde düzgün unsurlar var olmasına rağmen Kati Piri'nin raporu son derece sivri bir rapor. Zaman zaman da, sadece siyasi gruplar arasında mutabakat oluşturmak için verilmiş olan ölçüsüz ödünler var Kıbrıs konusundaki gibi ya da AB'nin terör örgütleri listesinde yer alan örgütlerin simgelerinin resmi AB kurumlarında sergilenmesinin yasaklanması yönünde. Bir taraftan PKK ya da DHKP-C terör örgütü olarak bildiriliyor ama bunların sembolleri parlamentoda ya da başka kurumlarda resmi olarak sergilenebiliyor."
‘AB TÜRKİYEYİ HUKUKİ VE FİİLİ DURUM ARASINDA ARAF'TA BIRAKTI'
Türkiye'de de insanların AB'ye yönelik olarak daha gerçekçi bir tutum sergilemeleri gerektiğini ve AB-Türkiye ilişkilerinin daha gerçekçi bir zemine oturtulması gerektiğini belirten Sonumut, şöyle devam etti:
"Hukuki durum fiili duruma henüz dönüşmeyecek. Hukuki duruma dönüşmesi için, önce üye ülkelerin Komisyon'a yetki vermesi gerekecek. Komisyon'un da Eylül ya da Ekim ayında, bir kararla çıkması gerekecek. 2017 yılında ilerleme raporları yayınlanmayacak. Türkiye dâhil olmak üzere, hiçbir aday ülke hakkında bir şey açıklanmayacak. O yüzden, sadece Komisyon'un Türkiye'ye yapacağı bu öneri söz konusu. Fakat şunu tekrar belirtmek gerekiyor ki; önemli olan bu asimetrik ilişkilerden kopmak. Kişisel olarak federal ve dünya gücü olması gereken bir Avrupa'dan yanayım ama Türkiye'nin de AB'ye üye olmadan AB'nin bir dünya gücü olamayacağı kanaatini taşıyorum. Bu asimetrik ilişkiden, simetrik ilişkiye geçtiğimiz andan itibaren de AB'deki seçim dönemi ‘beni seçerseniz AB'yi üye yapmayacağım' gibi seçim söylemleri de kadük kalmış oluyor, bu tarz aptal söylemler milletin elinden alınmış oluyor. Bu açıdan baktığımız zaman, AB'nin Bosna Hersek, Kosova, Ukrayna, Portekiz, Yunanistan ve şimdi Türkiye'ye yönelik olarak sergilemiş olduğu tutumdan dolayı güvenilir bir partner olduğunu düşünmüyorum. Şimdi en azından daha gerçekçi bir zemine oturtmamız lazım."