Suriye sahasında Fırat Kalkanı operasyonu sonrasına yönelik etkisi sınırlanmış görünen Türkiye’nin bundan sonraki hareket tarzı tartışılıyor. ABD ile Rusya’nın yeni bir işbirliği anlayışı geliştirme olasılığının bulunduğu bir ortamda Ankara’nın payına ne düşeceğini TOBB Üniversitesi'nden Burak Bilgehan Özpek ile konuştuk.
'OBAMA POLİTİKASIYLA TÜM MESELELER DAHA ÇÖZÜMSÜZ HALE GELDİ'
Soğuk Savaş bittikten sonra iki blok arasındaki rekabetin yerini ABD’nin tek taraflı politikalarına bıraktığını savunan Özpek şu değerlendirmeyi yaptı:
'RUSYA, İLİŞKİLERİ DÜZENLEYEN BİR KÖPRÜ AKTÖR KONUMUNA GELEBİLİR'
'İRAN'LA İLİŞKİLERİ KONTROL EDEBİLAN ABD, SURİYE SORUNUNU ÇÖZEBİLİR'
İran’ın bölgede uzantıları olan güçlü bir yapıda olduğuna işaret eden Özpek, “Bağdat büyük ölçüde İran’ın etkisi altında, aynı şekilde bir çok Şii grup da. Yine Esad yönetimi başından bu yana İran ile iyi ilişkileri içerisindeydi. Hatta rejimin hayatta kalabilmesi için İran’ın hayati destekleri oldu. Dolayısıyla İran parametresini Rusya ile kurduğu ilişki sayesinde kontrol etmeyi başaran bir ABD, Suriye’deki sorunu da çok başarılı bir şekilde çözebilir” diye konuştu.
'ORTADOĞU'DA AKTÖRLERİN ROLLERİ DEĞİŞİYOR'
Türkiye’nin bir paradigma sorgulaması yapması gerektiğine vurgu yapan Özpek, “Türkiye Ortadoğu politikasını 2002-2010 yılları arasında aslında bir Avrupalı aktör gibi yürütmeye çalıştı. Bu şu demekti, burada açılan fırsat pencelerine büyük bir ulusal güvenlik iştahıyla sömürmek istemeyen, bölgede yabancı bir askeri gücün konuşlanmasını istemeyen, Irak operasyonuna karşı duran, diplomatik yollardan sorunların çözülmesini arzu eden, Irak’a komşu ülkeler platformuna ev sahipliği yapan, herhangi bir sorun çıkarsa da, insani olarak ya da yönetim sorunlarını gidermek için yardım yapan bir ülke profili vardı. Bu ülke profilinden çok kazançlı çıktı. Bu sayede hem Ortadoğu ülkeleri ile dramatik olaylar yaşamadı, hem de Batılı ülkelerle arasındaki köprüleri korumuş oldu. Hatta güçlendirmiş oldu” dedi.
'TÜRKİYE, ARAP BAHARI'NDAN SONRA ORTADOĞU'DA BİR AKTÖRE DÖNÜŞMEYE BAŞLADI'
Bu Ortadoğulu aktöre dönüşme sürecinde Türkye’nin kendi içindeki yönetim şeklinin de Ortadoğulu bir aktöre benzemeye başladığını ifade eden Özpek, “Arap Baharı’nın içerisinde bir Ortadoğulu aktör olarak girdikten sonra, kendi içindeki otoriterleşme eğiliminin de arttığını düşünüyorum ve birbiriyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla defansif paradigma ofansif paradigmaya dönüştü. Mamafih, Mısır’daki Sisi darbesi, Tunus’ta Nahda’nın iktidarı kaybetmesi, Libya’nın parçalanması, Suriye’de iç savaşa dönüşmesi hadisenin Türkiye’nin kurduğu oyun planının dramatik olarak değişmesine sebep oldu. Biz şu anda değişen bu uyum planının kabul edilme ve reddedilmesi aşamasını yaşıyoruz. Bunun bocalamasını yaşıyoruz bana sorarsanız” değerlendirmesinde bulundu.
‘TÜRKİYE HALEN SİNEKTEN YAĞ ÇIKARMAYA ÇALIŞIYOR'
Bu oyun planının sadece stratejik olarak değil, paradigma olarak da yanlış olduğunu Türkiye’nin kabullenmesi gerektiğine vurgu yapan Özpek, “Yani Davutoğlu’na bağlanarak, onun başlattığı stratejiyi suçlayarak gidebilecek bir sorun değil. Paradigma olarak bizim Suriye politikasındaki amaçlarımızı, Türkiye’nin bir Suriye politikası çizerken neyi amaçladığını önceliklerinin ne olduğunu ortaya koyması gerekiyor. Bu sıkıntının yaratacağı problemlerden kendisini korumak mı? Yoksa, Suriye’deki değişebilecek dengelerden daha çok kazanmak mı? Bence hala ikincisi üzerinden bir politika formüle etmeye çalışıyoruz. Halen daha sinekten yağ çıkarmaya çalışıyoruz” dedi.
‘TÜRKİYE'NİN BAŞİKA'DAKİ VE EL BAB'DAKİ VARLIĞI DEFANSİF MANTIKLA AÇIKLANMIYOR'
‘RUSYA VE ABD İLE GÜÇ YARIŞINA GİRDİĞİMİZ BİR PLATFORMU DÜŞÜNEMİYORUM'
‘TÜRKİYE, İRAN GİBİ DAVRANAMAZ, HESAP VERMESİ GEREKEN KURUMLAR VAR'
Türkiye’nin Suriye’deki diğer devletler ile güç yarışı içerisine girmemesi gerektiğine vurgu yapan Özpek, “Türkiye, Suriye çöktüğü zaman İran bu kadar alır, ben bu kadar alırım hesabı içerisine girerse, bu güç yarışını kazanacak tecrübesi de yoktur, bu yarışı meşrulaştırabilecek bir uluslararası kimliği de yok. Halen daha bir NATO üyesi ülkeden bahsediyoruz. Bu ülkenin İran gibi davranmasını bekleyemeyiz. Hesap vermesi gereken bazı kurumlar var. Yani kimliği nasıl tanımlarsak, Türkiye’nin bu ülkeler ile ilişkisini de o şekilde gelişeceğini öngörebiliriz. Maalesef Türkiye kendisini çok da Avrupalı olmayan, çok da NATO üyesi gibi davranmayan, ufak tefek köy kasaba peşinde koşan bir aktör olarak tanımlıyor. Bu güç yarışının da sonu gelmez” dedi.