Macaristan Başbakanı Viktor Orban geçen hafta yaptığı konuşmada, sığınmacıların Avrupa’ya girişlerine izin vermeyeceklerini vurgulayarak ‘yanılma ve saflık döneminin' bittiğini söyledi. Sığınmacılarla ilgili bir başka haber ise Almanya’dan geldi. Basında yer alan haberlere göre, Alman hükümeti Yunanistan’dan Avrupa’ya giriş yapan ancak kendi ülkelerinde iltica başvurusunda bulunan sığınmacıları geri göndermeye hazırlanıyor. Federal İçişleri Bakanlığı bunu mümkün kılan Dublin Anlaşması’nın yeniden uygulanmasını istedi.
Ancak Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin Atina sözcüsü, Yunanistan’daki mülteci kamplarının korkunç durumda olduğunu belirterek geri gönderme uygulamasının mümkün olmadığını söyledi. Yunanistan’da Olimpos Dağı eteklerindeki mülteci kampı kar yağışı nedeniyle kısa bir süre önce boşaltılmıştı.
AB, Suriye’de genel bir ateşkes ve topraklarını terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin ülkelerine dönüşü için çaba sarf edileceğine dair açıklamalar yapılırken bir kez daha sığınmacı kriziyle gündeme geldi. Siyaset bilimci ve yazar Doç. Dr. Barış Doster, AB’nin bu krizi aşamayacağı görüşünde. Birliğin lideri konumundaki Almanya’nın sığınmacılara ilişkin çıkışlarının altını dolduramadığını ve ülkelerin bütünlüklü bir politika izleyemediğini belirten Doster, AB’nin bütçesinin de çözüm için yetersiz olduğunu söyledi.
Doster, sığınmacı krizinin, AB’nin temsil ettiğini iddia ettiği evrensel değerler konusunda samimi olmadığını da gösterdiğini ifade etti:
“Avrupa Birliği bu bunalımı aşamayacak. Çünkü Avrupa Birliği’nin insan hakları, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, sığınmacılar, mülteciler konusunda ne kadar ikiyüzlü olduğu, ikiyüzlü olmanın yanında gücünün de olmadığı bir kez daha ortaya çıktı.”
Doster, sığınmacı kriziyle birlikte AB’nin dış politikada bir bütünlük oluşturmasının mümkün olmadığının görüldüğünü kaydetti. Birliğin, ekonomik krizdeki Yunanistan’a mali yardım sözü vererek sığınmacı krizini aşmaya çalışacağı yönünde belirtiler olduğunu ifade eden Doster, ancak AB’nin mali gücü konusunda da soru işaretleri olduğunu söyledi:
“Suriye’de (Devlet Başkanı Beşar) Esad’la devam edilmesi gerektiği yönünde bir politika benimsemişti. O konuda ABD ile arasına mesafe koymaya başlamıştı. Zaten ABD’de bir süre sonra, Esad’a rağmen, Esad’ı dışlayan bir çözümün mümkün olmadığını gördü. O bağlamda Rusya’nın, İran’ın sahadaki üstünlüğünü kabul etti. Son olarak Suriyeli sığınmacılar meselesi bir kez daha gösterdi ki; AB’nin dış politikada bir bütünlük, ittifak oluşturması mümkün değil; kimsenin eli cebine gitmiyor; Almanya dışında, o da zaten AB’nin lideri, en zengini ve en güçlüsü olduğu için bunu pek ağzına alan da yok. Muhtemelen bir kaç milyar avro verip Yunanistan’a bu işi yıkmaya çalışacaklar. Ancak o konuda da AB bütçesinin çok kuvvetli olmadığı görülüyor. AB, Türkiye’ye 3 milyar avro vadetmişti. Şu ana kadar Türkiye’ye verdikleri yaklaşık 700 milyon avro.”
Doster güvenlik, savunma, dış politikada olduğu gibi sığınmacı krizinde de ortak bir politikası bulunmayan, bütçesi zorlanan AB ülkelerinde bir yandan da aşırı sağ hareketlerin güç kazandıklarına dikkat çekti ve tüm bunlar göz önüne alındığında sığınmacılarla ilgili durumun yalnızca bir retorik olarak kullanıldığını söyledi.
AB’de şu anda merkez ülkeler ve merkez ülkelerin politikalarından bahsetmenin de zor olduğunu ifade eden Doster, Almanya çıkarıldığında AB’nin varlığından bahsedilemeyeceğini, Fransa’nın da arayış içinde olduğunu kaydetti:
“Fransa zaten kendi arayışlarını devreye sokuyor. Mesela Akdeniz Ortaklığı, Akdeniz Birliği gibi kendince alternatifler arayışında. O da şunu görüyor; Almanya’nın patronajındaki bir AB, hele de İngiltere çıktıktan sonra, Fransa’nın daha da marjinalize olacağı bir AB demektir. Almanya’nın Avrasya’yla — başta Rusya ve Çin ile olan yakın ilişkileri- İran’ın nükleer anlaşmayı imzaladıktan sonra dünya siyasetine dönmesiyle, zaten ilişkileri hep iyi olan Almanya ve İran arasında görülen hızlı yakınlaşma; İspanya’nın, Portekiz’in, İtalya’nın, Bulgaristan’ın, Romanya’nın, Polonya’nın iktisadi bunalımı bir türlü atlatamamaları… Bu bağlamda Fransa’yı iyice marjinalize ediyor. Fransa elbette bugünden yarına bir alternatif yaratacak, Akdeniz’deki eski sömürgeleri üzerinde yeniden çok güçlü ve çekici bir nüfuz inşa edecek, bir ittifaka yönelecek hacme sahip değil. Hele de Fransa iç siyasetindeki aşırı sağ akımların güçlendiği bir süreçte. Bugün AB’den bahsettiğimizde tek bir ülkeyi konuşuyoruz aslında; Almanya. Almanya da zaten Suriyeli sığınmacılar konusunda büyük adımlar atacağını söyleyen ama pek de içini dolduramayan bir pozisyonda. O yüzden AB’nin merkez ülkeleri olarak Almanya ve Fransa arasında da bu konuda bir uyum olduğunu düşünmüyorum.”
AB organlarının yanlı davrandıklarını ve güçlü ülkelerin politikalarıyla uyumlu hareket ettikleri eleştirilerini değerlendiren Doster, Berlin’in AB bütçesinin üçte birini sağladığını, en geniş nüfusa sahip olması nedeniyle de Almanya’nın, AB’nin yönetim organlarında daha fazla bürokrat ve siyasetçi koltuğunu elinde bulundurduğun söyledi. Doster, nüfusu, politik ağırlığı ve AB bütçesine katkısı daha az ola ülkelerin eleştirilerinin bu nedenle yeterli ölçüde dikkate alınmadığını belirtti.