Ancak Sputnik’e konuşan Cahit Başar, Arap iddialarına fazla önem vermemek gerektiğini belirterek şunu söyledi:
“Birçok Kürt yerleşim birimleri ve şehirleri geçmişte Araplaştırma sürecine uğramıştı. Kürtler katledilerek Kürt bölgelerine Arap aşiretler, aileler ve köylüler yerleştirildi. Böylece bölgeyi Araplaştırarak uzun vadede Kürt sorununu çözmeye çalıştılar. Aynısı Irak ve Suriye’de yaşandı. Elbette Kürt nüfusunun yoğun olduğu şehirler var, tarihsel olarak hep Kürdistan’a aittiler. Bir de Menbiç gibi sınır kentler var. Buralarda çok çeşitli çıkarlar var. Ankara’nın bu şehri Arap yönetimi altına koymaya çalışması bizi elbette şaşırtmıyor, çünkü Kürtler ne kadar az toprak kontrol ediyorsa Ankara için o kadar iyi. Bu her zaman öyleydi.”
'KÜRTLERİN KENDİ PLANLARI VAR'
Suriye Demokratik Güçler temsilcisi İdris Nassan, Menbiç alındıktan sonra batıya El Bab şehrine doğru ilerlemeye devam etmeyi planladıklarını açıklamıştı. Bu bölge, IŞİD’in gayri resmi başkenti Rakka’ya ikmal için büyük önem arz ediyor.
Bu durumda Rojava’da özerk, belki de tamamen bağımsız Kürt devletin kurulması gerektiğini düşünen Başar, Kürtlerin kontrolündeki kantonlarda, Avrupalılar ile ABD’lilerin Suriye’nin geleceğine yönelik görüşünü anımsatan devlet yapılanmasını kurmuş olduğunu kaydederek şunu söyledi:
“Ortadoğu’daki genel gelişmelerin aksine Rojava demokrasi, çeşitlilik, plüralizm örneğini veriyor. Avrupa tam da bunu istiyor. Baskı altındaki azınlıkların temsilcileri Rojava’ya akın ediyor. Rojava’da Kürtlerin kontrolündeki bölgelerde Hıristiyan azınlıklar da korunuyor. Bu çok önemli ve Avrupa bunu kabul etmeli."
“Ankara, Kürtler tüm Rojava’yı kontrol altına alırsa PKK’nın da özerklik emellerine ivme kazandıracağından korkuyor” diyen Başar, PKK’nın bağımsızlık istediğini yalanlayarak şu değerlendirmede bulundu:
“Elbette Türkiye’deki olaylar Kürt karşıtı, azınlık karşıtı yönde, baskıcı ve otokratik senaryoya göre gelişmeye devam ederse gerçekten de ortak devletin geleceği var mı sorusu ortaya çıkar. Ancak şu an için Kürtler kesinlikle ortak demokratik devlette ve çoğulcu toplum içinde yaşama niyetindeler."
Maalesef Türkiye’deki olayların tamamen farklı yönde gelişmeye devam ettiğinden şikayetçi olan Başar, HDP Başkanı Selahattin Demirtaş ile yardımcısı için 5 yıl hapis cezasının istendiğini belirterek tüm suçlamaların asılsız olduğunu kaydetti. Başar bu konuyla ilgili şu yorumda bulundu:
“Demirtaş, PKK’ya destek vermedi, terör çağrısı yapmadı, Kürt sorununun şiddet yoluyla çözümünü savunmadı. Birçoklarına göre, ve ben de bu görüşe katılıyorum, Demirtaş ülkedeki tek muhalif siyasetçi. CHP ve MHP, darbeden sonra birkaç hafta içinde neredeyse AKP’nin kardeş partilerine dönüştü. HDP hiçbir görüşmeye ve diyaloga çağrılmadı, hepsinden dışlandı. Böylece iktidar, HDP’ye verilen 6 milyon oyu görmezden geldi. Bu, darbe sonrası dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesi için kötü bir temel."
Darbe girişiminde sonra yaşanan olayları, 1933 Almanya’da yaşanan olaylara benzeten Başar, “Bence bu darbe girişimi, sadece Gülen hareketinin üyelerini değil muhalif görüşlü ve hükümetin eylemlerine kuşkuyla yaklaşan herkesi görevden uzaklaştırmak bir bahane oldu. Reichstag yangını da sayısız kanun hükmünde kararnameler sayesinde ülkede terörü estirmek ve iktidar partisinin gücünü artırmak için kullanılmıştı. Darbe girişimi Türkiye için Reichstag yangınına dönüştü ve şimdi iktidardaki partinin gücünü tamamen sağlamlaştırmak için kullanacağından korkuyorum” dedi.