Başbakan Davutoğlu, Ankara'ya resmi ziyarette bulunan KKTC Başbakanı Ömer Soyer Kalyoncu ile Çankaya Köşkü'nde, heyetler arası görüşmesinin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.
Kameraların önünde, Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında Su Temini ve Yönetimine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşma'yı imzalayan iki lider, daha sonra gazetecilere açıklamalarda bulundu.
KKTC Hükümeti Başbakanı Kalyoncu'nun resmi ziyaretinden dolayı memnuniyet duyduğunu vurgulayan Davutoğlu, bu resmi ziyareti önemli anlaşmayla, asrın projesi gibi anlaşmayla taçlandırdıklarını ifade etti.
Her şeyin halkın ve kamuoyunun gözünün önünde olduğuna dikkat çeken Davutoğlu, esas itibariyle konunun iki gazetecinin herhangi bir şekilde bir görüş beyan etmesiyle alakalı olmadığını öne sürdü.
‘DEVLETİN İÇİNE SIZMIŞ BİR GRUH HAİN TARAFINDAN AÇIK MÜDAHALE SÖZ KONUSU OLDU'
Kendisinin de doğrudan bu anlamda taraf olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Hatırlarsanız, 19 Ocak 2014'te Bayırbucak Türkmenlerine, yani geçmişte Kıbrıs Türklerine yaptığımız yardım gibi, ezilen, zulüm gören, baskı altında olan Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürmekte olan ve siyasi otoritenin talimatıyla, o zaman Sayın Başbakanımızın, şimdiki Cumhurbaşkanımızın talimatıyla, benim de Dışişleri Bakanı olarak tüm misyonundan haberdar olduğum yardım konvoyuna dönük olarak devletin içine sızmış bir grup hain tarafından açık bir müdahale, tüm yasaları çiğneyen bir müdahale söz konusu oldu. Bunu yapmakla kalmadılar, bunu dünyaya öylesine bir şekilde takdim ettiler ki Türkiye Cumhuriyeti devletine ve bu talimatı verene Başbakanı, Dışişleri Bakanını, ilgili yetkilileri, MİT Müsteşarını, dünyaya şikayet edecek tavır içine girdiler" diye konuştu.
‘BİR CASUSLUK FAALİYETİ SÖZ KONUSU'
"Bu olmaz. İşin esası budur. İşin esasına gidildiğinde Türkiye Cumhuriyeti devletine, hükümetine ve halkına yönelik açık bir casusluk faaliyeti söz konusudur. Olayların gerçeğini saptırma faaliyeti, çalışması söz konusudur, milli duruşa sahip, insani hassasiyete sahip herkesin bir kere bu esasın farkında olması lazım.
‘YAYIMLANMASI SAKINCALI'
İki gazeteci aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra, bununla ilgili bazı gizli kalması gereken belgeleri yayımlayarak tekrar Türkiye'yi, Türkiye hükümetini, tam da kritik vakitte, tekrar bugünkü konuyu gündeme getirmek için kendilerine verilen ve yayımlanması kanuni bakımdan sakıncalı olan belgeleri yayımlamışlardır. Bu da dünyanın neresinde olursa olsun yapılmaması gereken bir eylemdir. Dünyada hiçbir ülkede, bu ülkenin istihbaratının yürüttüğü bir çalışmayla ilgili devlet içine sızmış bir çetenin yaptığı faaliyetler bağlamında basın özgürlüğü değerlendirilmez. Bu gazeteciler veya diğerleri bizi Suriye politikamız dolayısıyla eleştirebilirler. Dış politikamızı eleştirebilirler, hiçbir kayıt, şart getirmeyiz. Ekonomik politikalarımızı eleştirebilirler, hiç kayıt getirmeyiz ama dünyanın her yerinde devletin güvenliği söz konusu olan bir operasyon yürütülmüşse bu operasyonun gizliliği tamamıyla kanuni güvence altına alınmıştır.
Bu belgeleri, olduğu addedilen bu belgeleri onlara verenlerin ve yayınlamayı temin etmek için çaba sarf edenlerin emeli, amacı açıktır. Aynen 19 Ocak 2014'te olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve devletini uluslararası düzlemde mahkum etmek, baskı altına almak ve demokratik bir şekilde seçilmiş ve sadece halkına hesap vermesi beklenen bir hükümeti sanık sandalyesine oturtmak. Şimdi meselenin esası bu."
Davutoğlu, bireysel başvuru hakkını bir reform olarak AK Parti hükümetinin getirdiğini hatırlattı. Bundan pişman olmadıklarını, doğru olanı yaptıklarını söyleyen Davutoğlu, "Ama dünyanın her yerinde de Anayasa Mahkemesi'ne bu yetki verildiğinde bizim de temel hukuk umdesi (ilkesi) olarak benimsediğimiz husus şudur: Bütün yargı süreçleri tamamlandıktan sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden (AİHM) önceki bir son aşama olarak bireysel başvuru hakkı kullanılabilir. Zaten anayasanın o anlamda da 148'e 3 hükmü de açıktır. Yargı süreçleri tamamlanmadan Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz" diye konuştu.
Tutuklu yargılanmayla ilgili Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulabileceğini söyleyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Ama işin esasına müteallik (ilişkin) olarak dava devam ediyor. Davanın esası tutuklu olup olmaması değil, davanın esası Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, Devletine, gizli belgeleri ifşa etmek suretiyle bir zarar verme konusunda bir başka dava sürüyor. Şimdi o dava sürerken, bu davanın esasından koparılıp bir basın özgürlüğü davası olarak yansıtılması, sürmekte olan bir davaya açık bir müdahaledir. Anayasa Mahkemesinin burada verebileceği karar tutuklu yargılanmaya ilgilidir. Çünkü daha önceki birincil mahkemenin verdiği bir karar var. Daha birincil mahkemede süreç tamamlanmadan, Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararla ondan sonra birincil mahkemenin kararını neredeyse yönlendirmesi, ona birtakım istikamet çizmesi, hatta belirlemesi, Anayasa Mahkemesinin yetkisini aşan bir tutumdur. Birincil mahkeme kararını verir. O karar da Yargıtay'da onanır, bütün süreçler tamamlanır, son olarak Anayasa Mahkemesine gidebilir. Burada tutuklu yargılanma konusunda yapılan bir başvuruyu, sanki Anayasa Mahkemesinin kendisini birincil mahkeme gibi değerlendirip bütün bir o yargı sürecine hamlederek bir karar vermesi doğru değil. Maalesef Türkiye'de, demokratik hukuk devleti kurallarını işletirken sadece bu konuda değil, sadece Anayasa Mahkemesiyle ilgili değil, birçok kurum kendilerine verilen bir yetkinin sınırları içinde kalmaktansa, kendi yetkisini öne alan, onu diğer kurumların, diğer yapıların önüne çeken bir tutum takınmayı neredeyse usul haline getirmiş görünüyor. Hepimizin bilmesi ve riayet etmemiz gereken husus şu ki, hepimizi sınırlayan bir hukuki sistem var, demokratik hukuk devleti kuralları var. Hepimizi sınırlayan, sadece birimizi, bir kurumu, bir kesimi değil. Herkes buna riayet edecek. Yürüyen bir davaya bu anlamda müdahil olunmuş görüntüsü ve o davada çıkacak kararı önceden belirleme hakkı da kimsede yok. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınması, Anayasa Mahkemesine çok önemli ahlaki bir sorumluluk da yüklemiştir."