İstanbul'un en kapsamlı fotoğraf festivali olan Fotoİstanbul, ikinci yılında ‘Başka Hayatlar' temasıyla düzenleniyor. Dünyanın dört bir yanından 60'a yakın fotoğraf sanatçısının kareleri üzerinden bilinmedik insan hikâyelerini İstanbul'a taşıyan Fotoİstanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali, 47 sergi, 80 fotoğraf gösterisi, 100'ü aşkın portfolyo değerlendirmesi ve ustalarla söyleşiler gibi zengin bir programa sahip.
Fotoİstanbul'un sanat yönetmeni Attila Durak, RS FM'de Süheyla Demir'in sunduğu Radyo Sohbetleri programına konuk oldu.
‘BAŞKA HAYATLARA BAKIP KENDİMİZİ SORGULAMAK İSTEDİK'
Fotoİstanbul'un ikinci yılında belirlediği tema ‘Başka Hayatlar' oldu. Festival, ‘başka' kavramına nasıl yaklaşıyor ve başka hayatlara odaklanarak neyi hedefliyor?
'DERDİ OLAN BİR FESTİVALİZ'
Festivaldeki sergilerin hepsi çok etkileyici. Beni özellikle İzmir'e yerleşen Suriyeli mülteci çocukların çektiği karelerden oluşan ve hapishanede büyüyen çocukları anlatan iki sergi çok etkiledi. Şu hisse kapıldım; belki biz fotoğrafla doğrudan o hayatlara dokunamıyoruz ama onların hayatları fotoğrafla bize çok dokunabiliyor. Öyle değil mi?
Çok güzel bir gözlem yapmışsınız. Bahsettiğiniz iki sergiyi özellikle yan yana koyduk. İkisi de temamıza en iyi uyan sergiler. Öyle hayatlar var ki dünyada, mesela hapishane çocukları… Projeyi yapan fotoğrafçılarla konuştuğumuz zaman şöyle şeyler anlatıyorlar; çocuklar dünyayı hapishane zannediyorlarmış. Onların dünyası, demir parmaklıklar. Dışarıyı görmedikleri için, bilmiyorlar da. Diğer sergi de Suriye'den göçen çocukların ellerine verilen bir kamera ile neler yaratabileceklerini, dünyayı nasıl algıladıklarını gösteriyor. Bu kadar küçük çocukların aslında ne kadar derinlikli olduğunu anlıyoruz. Aslında ben bir ara sanat yönetmeni olarak bir oyun yapmak istedim. Bu fotoğrafları büyük bir insanın çektiğini söylesem, kimse onları 6 yaşında bir çocuğun çektiğinden şüphe etmeyecekti. O kadar güçlü kareler var ki…
İşte tüm bunlar, bütün bu sorguladığımız şeyler, o sergiye giren insanla sergiden çıktığı andaki hali arasında bir fark yaratıyor. Eğer katılımcı kendini sorgularsa, festival ya da o oluşum görevini yapmış demektir. Yani maksat sadece duvarlara fotoğraflar asalım değil. Biz derdi olan bir festivaliz.
‘FOTOĞRAF KAHRAMANI ANDREY STENİN'E ŞAPKA ÇIKARDIK'
Fotoİstanbul'a Rusya'dan fotoğraf sanatçıları da konuk oldu, üstelik çok anlamlı bir vesileyle. Doğu Ukrayna'daki çatışmaları takip etiği sırada, bir havan topu saldırısı nedeniyle yaşamını yitiren foto-muhabiri Andrey Stenin anısına düzenlenen yarışmanın birincisi Elena Anosova ve diğer katılımcıların eserlerini festivalde görüyoruz. Andrey Stenin'in anısını İstanbul'da yaşatma fikri nasıl ortaya çıktı?
ELENA ANOSOVA'NIN ‘KESİT' SERİSİ: BAŞKA BİR HAPİSHANE MÜMKÜN
Elena Anasova, Sibirya'daki bir kadın cezaevinde uzun süre kalarak kadınların yaşamlarını fotoğraflamış. Aslında hapishane ortamından beklenmeyecek şekilde romantik kareler ortaya çıkmış. Çalışmanın en farklı yanı bu galiba?
Evet, orada güçlü olan şey de tam o. Biz hapishane dediğimizde ne anlıyoruz? Kötü şartlar, sertlik, şiddet, sevgiden uzaklık… Ama Elena'nın fotoğraflarına baktığınızda hapishane sakinleri arasında müthiş bir sevgi, bir ilişki görüyoruz. Aslında hapishaneden soyutladığınızda, belki de dışarıda özgür insanların bile yakalayamayacağı kareler var. Beni etkileyen de o olmuştu. Böylece başka bir şeyin de mümkün olduğunu görüyoruz. Sevgi her yerde var aslında. Sibirya'daki hapishanede kalan o insanların sevgilerini birbirlerine geçirebildiğini hissediyorsunuz ve kendi sevgisizliğinizi yargılıyorsunuz. Beni çok duygulandıran bir projeydi, o yüzden de şimdi festivalde…
ARA GÜLER'İN KAYIP İSTANBUL'U
Festival'de ustaya saygı köşesinde Ara Güler'in fotoğrafları sergileniyor. ‘Kayıp İstanbul' adlı sergideki karelerin birçoğunu ilk kez gördük, değil mi?
Evet, o sergide Ara Güler'in daha önce hiç görünmeyen fotoğrafları da var. Yaklaşık 150-200 tane fotoğraf var. Çok büyükçe bir sergi, iyi bir retrospektif. Kaybedilen, yok olan İstanbul üzerine bir gönderme. Bu projeyi yapmaya karar verdiğimde gidip Ara hocayla konuştum. Sağ olsun bana arşivini açtı. Uzun bir çalışmada bulunduk ve güzel bir iş çıktı. Sergiyi şehrin göbeğine yerleştirdik. Böylece ‘Ara Güler'i milyonlarca insan seyretti' diyebiliyoruz.
'2 YILLIK GEÇMİŞİMİZE RAĞMEN DUYGUMUZ DAHA ESKİ'
Festivalin süresi, 8 Kasım'dan 15 Kasım'a uzatıldı. İstanbulluların Fotoİstanbul'a ilgisi yoğun mu?
Henüz iki yıllık bir festivale bu kadar yoğun ilgi olması size ve yaratıcı ekibe neler hissettirdi?
Bu, bizi de yaratım ekibini de çok mutlu eden bir şey. Çünkü çok zor bir şey festival yapmak. Koca bir ekip olarak bir yıl boyunca gece gündüz çalışıyoruz. Bu yılki festival 47 sergiden oluşuyor, bunların yaklaşık 25 tanesi dünyadan sanatçıların sergisi. Rusya, Filistin, İsrail, ABD, Fransa, İsveç, Almanya, Hollanda, Güney Kore gibi birçok ülkeden sanatçılarımız var. Çok geniş bir yelpazede bütün dünya fotoğrafçılarını buraya getirmeye çalışıyoruz. Tabii bu da çok yorucu olan, büyük emek ve para isteyen bir şey. Ayrıca festival 1 ay sürüyor. Bu da festivalin hacmini ve enerjisini yükseltiyor. Sonuç olarak festivale eğer halk geliyorsa bütün yorgunluğumuz gidiyor; hemen önümüzdeki yılın enerjisi başlıyor. Bu yıl ilgi, gerçekten çok iyiydi. Ortaköy'deki yetimhane binası devamlı dolup taşıyor. Çok uğrak bir yerde değil ama insanlar bir şekilde öğrenip gidiyorlar. Bu da çok mutluluk verici.
MEKÂNLA BÜTÜNLEŞEN SERGİ…
Yeri gelmişken belirtmek gerek; festivalin Ortaköy'deki yetimhane binası ayağı, küratörlük anlamında çok güzel bir örnek sunuyor. Binanın o metruk haliyle sanatla buluşturulması, bambaşka bir etki yaratıyor. Hatta sergiyi gezenler, fotoğraflarla birlikte binayı da fotoğraflama haline geçiyor. Sanırım festival için çok doğru bir yer tercihi olmuş…
Dediğiniz gibi metruk bir binaydı, kullanılmıyordu. Yaklaşık 45 yıldır hiç dokunulmamış… Önce Yahudi yetimhanesiydi, ardından Ermeni okulu oldu. Sonra bir kimya şirketi ilaç fabrikası yapmış. Son yıllarda ise hiç kullanılmayan bir yerdi. Biz sadece temizledik aslında. Binanın hiçbir şeyine dokunmadık. Boyasını ellemedik, camı kırıksa kırık bıraktık. Küratör olarak amacımız, binayla sanatçıların işlerini barıştırmaktı. Zaten o zaman binayı gören işleri görüyor, işleri gören binayı görüyor. Çok da güzel bir bina, o eskimişliğin içerisinde bir duygu taşıyor.
Ben sergileri yerleştirirken o duyguya hiç müdahale etmemeye çalıştım. İnsanlar da binayla ilişki kurdular. Bu bir yolculuk… Sergi izlemek, gelip mekanla da bütünleşmektir. Bence en soğuk galeriyi bile iyi bir küratörlük filtresinden geçirirseniz, iyi bir hale getirebilirsiniz.
Fotoİstanbul kapsamında sergi, söyleşi ve kitap tanıtımlarının yanı sıra internet üzerinden bir fotoğraf yarışması da devam ediyor. Yarışmadan bahseder misiniz biraz?
Bildiğiniz üzere, artık cep telefonlarıyla fotoğrafın mecrası da değişiyor. Söylenenlerin aksine ben bunun fotoğrafı öldürdüğünü değil, yaygınlaştırdığı ve demokratikleştirdiğini düşünüyorum. Bunun en büyük fenomeni de Instagram. Bu yıl biz değişik bir şey yaparak, Instagram'da ‘Fotoİstanbul Yarışması' yaptık. Instagram'da yaklaşık 1 milyon kişiye ulaşan ‘#everyday #everywhere' mekanizmasıyla birlikte çalıştık. İnsanlar Instagram üzerinden yarışmaya fotoğraf gönderdiler. Gönderilen on binlerce fotoğraftan 50 tanesi seçilip, Facebook'taki Fotoİstanbul sayfasına konuldu. Herkes o fotoğraflardan en beğendiğini işaretleyerek birinciyi seçebiliyor. Sonuçları önümüzdeki günlerde duyuracağız.