İspanya, aldığı tek yanlı kararla Birleşmiş Milletler nezdinde oluşturulan Medeniyetler İttifakı’nı rafa kaldırdı. Avusturya’da, Türkiye’nin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in deyimiyle, Müslümanların dini özgürlüklerini kısıtlayan “Avusturya İslam Yasa Tasarısı” gündeme taşındı.
Avrupa’daki bu gelişmeler nasıl yorumlanmalı? İslamofobi dalgasının sınırları nereye kadar büyüyebilir? Avrupa, “Medeniyetler İttifakı” fikrinden vaz mı geçti? Avrupa Birliği’ne aday ülke olan Türkiye’de, Avrupa’daki gelişmeler nasıl yorumlanıyor?
Sputnik Haber Ajansı’na konuşan TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi ve İslam İş Birliği Teşkilatı Parlamento Birliği Türk Grubu Başkanı Prof. Dr. Orhan Atalay, konuyla ilgili şöyle konuştu:
ORHAN ATALAY: Türkiye, özellikle 11 Eylül’den sonra, Huntington’ın “medeniyetler arası çatışma” tezi dillendirildiği tarihten bu yana, dünyayı bekleyen bu tehlikeden korumak amacıyla bir proje üretmişti: "Medeniyetler arası İttifak". Bu projenin dönem başkanlığını Türkiye ve İspanya ortaklaşa götürüyordu. Dünya böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalır mı? Kalır. Tarihe baktığımızda, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, Avrupa kıtasındaki çeşitli din savaşları, 30 yıl savaşları, 100 yıl savaşları, mezhepler arası savaşlar, Haçlı savaşlarını görüyoruz. Kısacası, böyle bir tehlike her zaman vardır. Bunu ya bertaraf etmek için bir çaba ortaya koyacaksınız, ya da seyredeceksiniz.
Türkiye böyle bir çabaya soyunmuş durumdadır. Ve özellikle medeniyetler arası ittifakı ve işbirliğini geliştirmek için Türkiye’nin ciddi çabaları var. Ama özellikle Avrupa’da güçlü bir ırkçılık damarı ve bir yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı var. Her ne kadar yasal, Anayasal düzeyde bunları önleyici birtakım tedbirler geliştirilmiş olsa dahi, beslendikleri kültürel bir memba olarak, bu tehlike ne yazık ki iyice hissedilir hale geldi.
Tabi, özgürlüklerin, ifade ve düşünce hürriyetinin çokça dillendirildiği bu çağda, bir uyum ihtiyacımız da var. İnsanların kimliklerini oluşturan değerlerini, saygıyla, ifade hürriyetleriyle uyumunu nasıl sağlayabiliriz? İnsanlar ifade hürriyetlerini kullansınlar ama, ötekilerin hakkına, hukukuna ve özellikle kutsal değerlerine hakaret etmesinler, onlara saygı göstersinler.
Çünkü insanoğlunu, varoluşsal olarak kimliklendiren şey, onların sadece biyolojik varlıkları değildir. İnsanların kültür, medeniyet, din gibi birtakım kutsal değerleri de vardır. O değerler bir kimlik oluşturur. İnsanlar da kendi kimliklerine, başkaları tarafından saygı gösterilmesini beklerler. Nefsi müdafaa, kişilerin doğal hakkıdır.
Hal böyle olunca, hiç kimse özgürlüklerin arkasına sığınarak bir başkasına saldırıda bulunamaz, bir başkasının değerlerine tecavüz edemez, aşağılayamaz, hakaret edemez. Öyleyse düşünce ve inanç özgürlüklerinin, ifade hürriyeti kesinlikle başkasının hukukuyla sınırlanması gerekir. Yani, “ben, canımın istediği her şey söylerim” demek ne kadar doğruysa, “benim canım ne istiyorsa yaparım” demek de o kadar doğrudur. “Ben istediğimi yaparım” sözü ne kadar yanlışsa, “ben istediğimi söyler, istediğimi çizer, istediğimi karikatürize ederim” de o kadar yanlıştır. Bu, artık bu çağda asla gözardı edilmeyecek evrensel bir ilkedir.
Ne yazık ki, özellikle Batı dünyasında Hz. İsa’ya, Hz. Muhammed’e karşı, insanların inançlarına hakaret anlamına gelecek birtakım basın-yayın yoluyla işlenen suçlar söz konusu. Bunlar aslında nefret suçudur. Uluslararası hukukta, nefret suçunun tanımı yapılmıştır. Nefret suçu kapsamına girecek her türlü söz ve davranışın da mutlaka yasaklanması gerekiyor. Yasaklanmazsa kitleler arası, medeniyetler arası, kültürler arası çatışmalar, sonrasında da Paris cinayetine benzer olaylar engellenemez hale gelir.